YAZARLAR

Üniversite sınavları açıklanırken

Eskiden gençlerin üniversiteye girme sorunu vardı; şimdi yok. Herkes üniversiteyi kazanamıyordu ama kazananlar “üniversite”ye giriyorlardı. Şimdi ise üniversiteye giren gençlerin girdikleri o binaların “üniversite olma” sorunları var.

Üniversite sınavlarının sonuçları bu hafta açıklanacak. Sadece bir üniversite “hoca”sı olarak değil, oğlunun sınav sonuçlarını bekleyen yüzbinlerce “baba”dan biri olarak herkes gibi biz de sonuçların açıklanmasını bekliyoruz. Ekim ayı içinde okullar açılacak, 2020’den beri önce pandemi, sonra deprem nedeniyle ara verilerek online hâle getirilen, neredeyse bir kuşağın kantine gitmeden, dersten kaçmadan, çimlere uzanmadan, eylem yapmadan, müzik dinlemeden bitirdiği üniversitelere kayıtlar başlayacak. Şaka değil, 2020 yılından bu yana üniversitelerde yaygın olarak “online” eğitim yapılıyor. Oysa üniversiteyi bir “university”, bir “academy” haline getiren şeylerin içerisinde bunlar da var. Ne çimlerinde gitar çalınmayan, şarkı söylenmeyen, aşık olunmayan bir binalar topluluğu “kampus”tür ne de neredeyse her gün bir etkinliğin, konferansın, sempozyumun, serginin, bilimsel ve sosyal etkinliğin düzenlenmediği bir kurum “üniversite”. Oysa Türkiye üniversitelerinin kahir ekserisi, “yüksek lise” evsafını nadiren aşarlar; ne konferansa gidebilirsiniz oralarda ne el ele, göz göze kantininde oturabilirsiniz. Ülkücü tasallutu altındadır çimenler ya da tarikatçı taassubu. Derse girer ve çarçabuk otobüse binip kaçıverir gençler kampüslerden ya da yeni adıyla “külliye”lerden.

Öyle demeyin, “külliye” ile “yerleşke” (kampus) iki ayrı ontolojik ünite. Aralarında ciddi “düşünsel” farklar var. İbn-i Haldun Üniversitesi’nin artık bir “külliye”si var. Marmara Üniversitesi’nde de ünlü “mezunlarından” (!) birinin adını taşıyan “Recep Tayyip Erdoğan Külliyesi” kuruldu. Sadece iki üniversitede değil, Türkiye’de üniversiteler, temelde de “üniversite algısı” topyekun değişmekte: Külliye ve kampus farkı Türkiye’nin Batılılaşma sergüzeşti üzerinden okunacak ciddi bir farktır.

Külliye ve kampüs kategorileri üzerinden Türkiye “akademiasının” ontolojik sorgulaması hiçbirimizin görmezden gelemeyeceği, her bir üniversite çalışanının, hocasının hesaplaşmak üzere önünde duran bir demir leblebi, bir farz-ı ayndır. Ortaylı Hoca’ya hak vermemek mümkün mü “Üniversite tabii ki açacaksın, ama Hakkari’nin dağına değil, Kastamonu’nun dağına değil. İcabında Ankara’ya 20 üniversite kurarsın. Doğudan gelen çocuklar o şehrin kültürünü görür. Her yere gidip üniversite kurulur mu ya? Bu bir ahlaksızlıktır."

BİNASIZ ÜNİVERSİTE OLUR, HOCASIZ ÜNİVERSİTE OLMAZ

Galatasaray Üniversitesi Öğretim Elemanları, KHK’larla ihraç edilen meslektaşları ile ilgili olarak yaptıkları açıklamada bu ifadeye yer vermişlerdi. Haksızlar mı? Kat’a! Unutmamak lazım ki gelinen noktada, her ilde bir üniversite ve hatta bazılarında çok daha fazlası mevcut. 2001'de 74 olan üniversite sayısı bugün 204. 2001'de 1,5 milyon olan üniversite öğrencisi sayısı ise 8 milyona ulaşmış durumda. Bu sorunun ciddiyetine yıllar yıllar önce Prof. Dr. İsmet Parlak ile birlikte yazdığımız Her İle Bir Üniversite Türkiye’de Yüksek Öğrenim Sisteminin Çöküşü başlıklı kitapta da dikkati çekmiştik ama ne yazık ki, nafile: Suyun üstüne yazmışız kitabı.

Eski CHP Milletvekili Serkan Topal da, Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, 2002 yılında 79 olan üniversite sayısının 2018’de 180’e ulaştığını belirterek, “öğrencisi, öğretim üyesi olmayan üniversiteler" sorununu dile getirmişti. YÖK’ün daha önce öğretim elemanı ya da öğrenci olmadığı için 979 yükseköğretim programının kapatıldığını açıkladığını da unutmayalım. Kapatılan bölümler bir yana YKS'de çok sayıda adayın baraj altında kalması nedeniyle baraj puanlarının düşürüldüğünü de unutmayalım. Cumhurbaşkanı Erdoğan, baraj puanı TYT’de 140’a, AYT ve YDT'de 170’e indirmişti. Sayıştay’ın 2018’deki raporuna göre Anadolu’da yer alan bazı üniversiteler gibi Ege Üniversitesi’nde de bazı fakültelerin ‘hayalet’ niteliğinde olduğu belirtildi. Raporda Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi’nin kurulduğu 2012’den bu yana öğrencisinin olmadığı, fiilen eğitime başlanmadığı ancak fakülte giderleri için 102 bin 14 lira bütçe harcaması yapıldığı belirtildi. Öte yandan hiç öğrencisi bulunmayan Ödemiş Sağlık Yüksekokulu’nda beş kişilik personelin görev yaptığı raporda yer alan bilgiler arasında.

Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Alim Yıldız da, benzer durumun tüm Türkiye için geçerli olduğunu belirterek, “Bazı bölümlerimize öğrenci gelmiyor. Türkiye genelinde özellikle Anadolu’da olduğu gibi bizde de bazı bölümlerde öğrenci sayısında azalmalar yaşıyoruz. Örneğin mühendislik fakülteleri. Mühendislik fakültelerinde öğrenci sayısı son 10 yıldır gittikçe azalıyor. Bu yıl yine iktisadi idari bilimler fakültelerinde, edebiyat fakültelerinin bazı bölümlerinde de öğrenci kayıpları gördük. En çok öğrenci gelen bölümler ise sağlık alanındaki bölümlerimizdir. Tıp fakültesi, diş hekimliği, veterinerlik ve sağlık hizmetleri gibi bölüm ve fakültelerimize öğrenci geliyor. Eğitim ve ilahiyat fakültelerimizin de öğrenci kapasitesi doluyor. Zaman zaman rektörler olarak YÖK başkanımızla bir araya geldiğimizde bu konuda çözümler arıyoruz" dedi.

YÖK'ün öğrencisiz bıraktığı fakültelerin başında İlahiyat Fakülteleri geliyor. Tüm ilahiyatların öğrenci kontenjanları 1997 yılından itibaren uygulanan strateji ile sistemli olarak azaltılırken, 3 ilahiyat fakültesine ise hiç öğrenci alınmıyor. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 2001 yılına kadar öğrenci alırken 3 yıldan bu yana öğrenci alamıyor. Üniversite YÖK'ten her yıl kontenjan talebinde bulunuyor.

1997'de kurulan Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin 7 yıldır öğrenci almasına izin verilmiyor. Eskişehir'deki İlahiyat Fakültesi, kurulduğu günden bugüne kadar binası, öğretim elamanları olmasına rağmen öğrencisi olmadığı için Eskişehirliler tarafından 'hayalet fakülte' olarak adlandırılıyor. YÖK, ayrıca Malatya İnönü Üniversitesi'ne bağlı Darende İlahiyat Fakültesi'ne de öğrenci alınmasına izin vermiyor. 3 fakültede toplam 91 öğretim görevlisi çalışmaya devam ediyor.

Lafı uzatmaya ne gerek var. Türkiye’de üniversite sistemi üzerinde düşünülmeyi, tartışılmayı bekliyor. AKP-MHP’nin üniversite politikası (ki artık HÜDAPAR ve Yeniden Refah da bu pastadan pay almak isteyeceklerdir) üniversiteler üzerine “hakimiyet” kurma düşüncesini nadiren aşmakta.

Evet eskiden gençlerin üniversiteye girme sorunu vardı; şimdi yok. Herkes üniversiteyi kazanamıyordu ama kazananlar “üniversite”ye giriyorlardı. Şimdi ise üniversiteye giren gençlerin girdikleri o binaların “üniversite olma” sorunları var.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.