YAZARLAR

Maklube'den ıstakoza AKP’nin ANAP'laşması

Maklube ne kadar Doğulu ise ıstakoz da o kadar Batılı; ne ilginçtir ki AKP’nin “dün”ü ne kadar Batılı ise “bugün”ü de o kadar Doğulu, dünü ne kadar muhafazakâr demokrat ise bugünü de o kadar otoriter. Maklube ne kadar AKP’nin başı ise ıstakoz da o kadar sonu.

20 Mayıs 1983’te kurulan Anavatan Partisi 12 Eylül Darbesi sonrasındaki ilk seçimlerde yüzde 45,14 oy alarak iktidara gelmişti. Parti 1987 seçimlerinde yüzde 36,31 oy aldı. Cuntabaşı Evren’in 1982’de başlayan Cumhurbaşkanlığı süresinin 9 Kasım 1989’da bitmesini müteakip ANAP Genel Başkanı Turgut Özal’ın 9 Kasım 1989’da Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra, 17 Kasım 1989'daki ANAP I. Olağanüstü Kongresi’nde Turgut Özal'dan boşalan genel başkanlığa Yıldırım Akbulut'u getirildi. 1991 yılındaki seçimlere gidilirken Parti, 1991 Haziranı'nda yapılacak III. Olağan Kongreye doğru Yılmazcılar, Keçecilerciler, Güzelciler, Akbulutçular olarak dörde bölündü. 15 Haziran 1991'de yapılan Olağan Kongre7nin ilk turunda liberal kanadı temsil eden ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından desteklenen Mesut Yılmaz 580, Keçeciler ve muhafazakârlar tarafından desteklenen Yıldırım Akbulut 557 ve Hasan Celal Güzel 20 oy aldı. Güzel'in Akbulut lehine adaylıktan çekilmesine karşın ikinci turda Yılmaz 631, Akbulut 523 oy aldı. Parti 1991 seçilerine Mesut Yılmaz liderliğinde girdi ve yüzde 24,01 oy aldı. Seçim sonrasında Demirel’in Doğruyol Partisi ile Erdal İnönü’nün Sosyal Demokrat Halkçı Parti’sinin koalisyon hükümetinin (49. Hükûmet) kurulması ile Türkiye, 18 Kasım 2002’de Abdullah Gül tarafından kurulacak 58. Hükûmet’e kadar devam edecek olan Üçüncü Koalisyonlar Dönemi’ne girdi.

ANAP 1995’teki genel seçimlerde yüzde 19,65, 1999’daki genel seçimlerde yüzde 13,22, 2002’deki seçimlerde de yüzde 5,12 oy aldı. Seçimlerden hemen sonra 11 Ocak 2003'te yapılan 3. Olağanüstü Kongre'de, aday olmayan Mesut Yılmaz'ın yerine Ali Talip Özdemir seçildi. Özdemir'in aynı yıl içinde istifa etmesiyle genel başkanlığa Nesrin Nas seçildi. Şubat 2005'te Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nden istifa eden Isparta milletvekili Erkan Mumcu, 2 Nisan 2005 tarihinde yapılan kongrede tek aday olarak genel başkanlığa seçildi. 1983’ten bu yana girdiği her seçimde oy oranını düşüren ANAP, 2009 seçimlerinde binde 7 oy alarak siyasi ömrünü tamamladı.

AKP’nin siyasi seyri birebir ANAP’inki ile aynı olmadı; AKP, ANAP gibi girdiği her seçimde oy oranını küçültmesine küçültmedi ama AKP iki açıdan ANAP ile ortaklaştı. 1) Lider kültüne dayalı olma. 2) Kuruluşundan kısa bir süre sonra iktidara gelme. AKP’nin ANAP ile üçüncü ortak noktası için biraz daha beklememiz gerekiyor: İktidardan uzaklaştıktan sonra tedricen siyasal yaşamdan uzaklaşma. ANAP, Özal’lı yıllarında da girdiği her seçimde daha az oy alsa da iktidarını korudu. Özal’dan sonra partinin oy oranlarındaki azalış çok daha belirgin, çok daha dramatik oldu. AKP’yi de benzer bir kaderin beklediğini söylemek zor değil. 31 Mart Seçimlerinden sonra AKP’de kaynayan kazanlardan, derin bir hesaplaşmanın dumanları yükselmekte

MAKLUBE’DEN ISTAKOZA

Gülen “Hocaefendi”nin(!) “Hizmet Hareketi” kurulduğunda “Millî Görüş gömleğini çıkarmakla” övünen AKP’nin toplumsal tabanını oluşturuyor; Gülen AKP’ye finansal destek sağlıyordu. Dershane krizi ile başlayan, 17 Aralık yolsuzluk dosyası ile alenileşip 15 Temmuz Darbe  Girişimi ile kriminalleşen AKP-Gülen çatışmasının galebe çalanı AKP olduysa da parti 2015 seçimlerinden sonra iktidarı yitirdi. Bu sürecin serencamını bir önceki yazımda özetlemeye çalışmıştım. 31 Mart seçimlerinin, AKP’nin 2015 Haziran’ından bu yana görünür hale gelen tükenişini, 2015 Haziran- Kasım ayları arasında ülkede yaşananlara, Erdoğan’ın kişisel popülaritesiyle partiyi sırtlamasına, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine (CBHS) geçilmesine, Mühürsüz Referanduma vb. rağmen iktidarının artık sürdürülemez olduğunu, denizin bittiğini bizlere gösterdiğini söylemiştim. AKP’nin 31 Mart seçimlerinde yenilmediğini, aksine 31 Mart seçimlerinin, 2015 Kasım’ı da dahil girdiği tüm seçimleri kazanmasına rağmen gücü sürekli azalan AKP’nin bunu hiçbir siyasî operasyonla -hiçbir katakulliyle- gizleyemez hale geldiğini bize gösterdiğini; 31 Mart’ın güneşin balçıkla sıvanamayacağını yüzümüze vurduğunu iddia etmiştim. Bu yazıda dile getirmeye çalıştığım temel husus AKP için sonun başlangıcının,  HDP’nin uzun yıllardır bir “anti-Kürt kalkanı” gibi sistemin tepesinde duran yüzde 10 barajını artık rahat rahat aşabilecek bir parti olduğunu hem kendine hem de muhaliflerine ispatlamasıyla alenileşmişti. Maklube’den ıstakoza giden süreç de bu minval üzere cerayan etti.

Maklube, Irak, Suriye, Filistin, Ürdün gibi Ortadoğu ülkelerine envaı çeşidi yapılan bir tür etli sebzeli pilav. Gülen’in öğrenci evlerinin vazgeçilmez yemeği. İnternette tarifini şu şekilde vermişler: “Kuzu eti çam fıstığı ve bademlerle dibi zeytinyağlanmış bir tencerede kavrulur. Sonrasında tencerenin dibine kızartılmış patlıcan döşenir. Üzerine et, onun üzerine de pirinç döşenir, tekrar patlıcan tekrar et tekrar pirinç döşenerek tencere doldurulur az bir su ilave edilerek karıştırmadan pişirilir. Pirinçler pişince tencere büyük bir sofra tepsisine ters kapatılarak boşaltılır. Pirince bol bol karabiber ve başka baharatlar eklenir.”

AKP’nin kuruluş sürecini bir yemekle ifade etmem gerekseydi “maklube”yi tercih ederdim. Maklube ne kadar AKP’nin “dün”ü ise  ıstakoz da partinin “bugün”ünü temsil ediyor. Şebnem Bursalı’nın ıstakoz ziyafeti ile başlayıp Grup Başkanvekili Bahadır Yenişehirlioğlu’nun Rolex saati ile devam eden AKP’nin “dev-i şeamet”inde de çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi, yine kanun diye topraklara sürtündü cebinler; yine  kanun diye, kanun diye kanun tepelendi. Ruhu şâd olsun Tevfik Fikret’in sözleriyle yine “Bîhûde figanlar yine, bihûde enînler!”

Maklube ne kadar Doğulu ise ıstakoz da o kadar Batılı; ne ilginçtir ki AKP’nin “dün”ü ne kadar Batılı ise “bugün”ü de o kadar Doğulu, dünü ne kadar muhafazakâr demokrat ise bugünü de o kadar otoriter. Maklube ne kadar AKP’nin başı ise ıstakoz da o kadar sonu. Maklubenin ıstakozlaşması sürecinin 2015’te başladığını ve 31 Mart seçimleri ile yepyeni bir aşamaya gelindiğini bir önceki yazıda ele almaya çalışmıştım. Nitekim AKP’nin sistemden tasfiyesi 4 aşamada gerçekleşir: İlk aşama 2013’te Çözüm Süreci kapsamında fiilî ateşkesin sağlanmasıyla başlayan, Gezi Direnişi (2013) ile devam eden ve 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde Selahattin Demirtaş’ın yüzde 9,76 oy almasıyla zirveye ulaşan “mayalanma dönemi”dir. Bu dönemde AKP de Erdoğan da güçlerinin zirvesindedirler. Ama her şey 2015 seçimleriyle birlikte değişecektir. AKP Haziran'daki seçimde tek başına iktidarı oluşturabilecek gücü kaybeder; Türkiye’nin önünde ya bir azınlık hükümeti ya da AKP’nin yanında bir başka partiyi alarak kuracağı veya AKP dışındaki partilerin bir araya gelerek kuracakları bir koalisyon dönemi durmaktadır. Ancak Erdoğan, güçlü bir ana muhalefet partisi olma seçeneğini bile elinin tersiyle iterek kendini iktidara mahkûm eder ve seçimlerin yenilenmesine karar verir. AKP’nin tasfiyesinin ikinci dönemi de bu aşamada başlar. Kasım ayında seçimlerin yenilenmesine karar verilir ve sona eren Çözüm Süreci ile beraber ülke kan gölüne döner. Ertesi yıl vuku bulacak 15 Temmuz Darbe girişimi ile AKP, yavaş yavaş toplumsal desteklerini yitirmeye başlar. 2017 Mühürsüz Referandumu ile hem parlamenter sistemden sözde başkanlık sistemine geçilerek başbakanlığın lağvedilmesi hem de Erdoğan’ın yeniden AKP Genel Başkanlığı’na gelmesi, AKP’nin tasfiyesinin üçüncü aşamasını oluşturur. Artık bir kurumsal yapı olarak, tabir-i caizse bir siyasi parti tüzel kişiliği olarak AKP yoktur. AKP, artık, Erdoğan’a bağlı, onun popülaritesi etrafında kümelenen insanlar topluluğu olmaya başlar. Erdoğan’ın artıyormuş gibi görünen “gücü” AKP’nin tasfiye edilmekte olduğu gerçeğini rahat rahat perdeler. Erdoğan’ın gücü, AKP ile değil, AKP’nin tasfiyesi ile tahkim edilir; daha doğrusu bu gerçek bu yolla örtülür, perdelenir, saklanır. Ülke artık hukuken değil ama fiilen bir koalisyon dönemine girer. 2019 Yerel Seçimleri ile hem Erdoğan yara alır hem de AKP kaybettiği büyükşehirler sebebiyle maddi kaynaklarını yitirir. 2023 Genel Seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine de bu iklimle gelinir. Bu seçimler AKP’nin nasıl kazandığının değil, Millet İttifakı’nın nasıl kaybettiğinin açıklanmakta zorlandığı seçimler olarak hafızalara kazınır. 31 Mart Yerel Seçimleri ile AKP’nin tasfiyesinin dördüncü aşamasına gelinir: Malumun ilâmı aşaması. Bu dönem artık Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’nın ve AKP devrinin sona ermesinin “tahayyül” edildiği, “umulduğu” değil, analitik olarak “düşünüldüğü”, “kurgulandığı” bir evredir.

Minik bir kaçamak notu: Istakoz yemek için genel cerrahi ihtisası yapmak gerektiğini düşünüyor olabilirsiniz; haklısınız. Ancak garsondan yardım isteyebilirsiniz. Istakoz sipariş edebileceğiniz eli yüzü düzgün lokantalarda bu işi garson sizin yerinize halledecek, size de afiyetle yemesi kalacaktır.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.