YAZARLAR

Umudu kesme yurdundan

Üzgünüm, 'haklı olmamız' (yani 14 Mayıs’tan bu yana yaşadıklarımız, yaşattırıldıklarımız)  'haklı kalmamızı' (yani bu seçimlerde oy vermememizi) sağlamıyor. Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde -bir şekilde- umduğumuzu bulamamamız, hayallerimizin umutlarımızın berhevâ edilişi 31 Mart’ta sandığa gitmememizin gerekçesi olamaz; olmamalı da.

Kara kışın buzu bile
Sürmedi sonsuza kadar
Bahara döndü sonunda
Filiz sürdü kar altından
Umudu kesme yurdundan*

Yarın yerel yöneticilerimizi belirlemek için sandıklara gideceğiz. Son 10 ayda -geçtiğimiz mayıs ayından bu yana- üçüncü defa sandığa gidiyoruz. Üstelik bu defa büyük çoğunluğumuz 4, bir kısmımız da 3 farklı oy kullanacak; tüm Türkiye’nin “seçim yorgunu” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Siyasî partilerin cıvık seçim kampanyalarına maruz kalmak da yorucu, bıktırıcı: İstanbul’daki baş döndürücü köfte polemiği unutulmazlar arasında olsa da Ak Parti Konya Milletvekili Aday Adayı Osman Yavuz’un "Diriliş Ertuğrul" filmindeki kostümleri andırır bir kıyafetle poz verdiği adaylık afişi benim hitlerim arasında. İstanbul Maltepe İlçesi Feyzullah Mahallesi Muhtar Adayı Murat Şavran’ın “Başın Düşerse Dara Muhtar Adayını Ödemeli Ara” sloganlı seçim afişi de 2024 seçimlerinin “en cıvık” ödülüne aday olarak gösterilebilir.

Muhalif seçmen sadece yorgun değil, küskün de. Küskünlüğü seçim yenilgisinden “değil” yenilme biçiminden, Altılı Masa’nın pişkinliğinden, özellikle de 14 Mayıs ile 28 Mayıs arasında yaşadıklarından, yaşattırıldıklarından mütevellit travmalarından/travmalarımızdan kaynaklanıyor. Bu iki haftada muhalif seçmen “evinin mutfağından bizimle sohbet eden sempatik dede”sinin, “piro”sunun masaları yumruklayarak Zafer Partisi ile gizli pazarlıklara oturan Gargamel’e dönüşünü izledi. Sadece Altılı Masa değil, koltuğunu bırakmamak için 5 Kasım’a kadar inatla direnen Kılıçdaroğlu da gözlerimizin önünde tüm umutlarımızla, tüm hayallerimizle birlikte eridi ve yok oldu.

31 Mart’a bu halet-i ruhiye ile geldik; sadece genel başkanlara, partilere, seçimlere değil, siyasetin kendisine de küstük. O kadar ki uzun yıllardır hemen hemen her seçimde gönüllü olarak çalıştığım Oy ve Ötesi’nin bile seçimlerde gönüllü bulmakta zorlandığını görüyorum: Çankaya, Yenimahalle gibi, değil her sandıkta bir gönüllünün bulunması, neredeyse her sandıkta birden fazla gönüllünün görev almak için başvurduğu Oy ve Ötesi bile şimdi bu ilçelerdeki bazı binalarda tek bir gönüllü bile bulmakta zorlanıyor. Seçmenlerin, özellikle de muhalif seçmenlerin, hatırı sayılır kısmı değil oy sayımında gönüllü görev almak, en yakınındaki okula gidip oyunu atmak konusunda bile isteksiz.

Özer Sencar’ın seçime ramak kala yaptığı kamuoyu araştırması (Metropoll) İmamoğlu’nu önde gösterse de yüzde 20’ye yakın bir seçmenin hâlâ kararsız olduğunun da altını çiziyor. Siz bu “kararsız” seçmenin hâlâ kararını verememiş eblehler sürüsü olduğunu düşünmeyin; bu yüzde 20’nin küskün, bıkkın, Mayıs 2023’ten bu yana siyasetle ilgili tüm kişi, kurum ve süreçlere karşı mesafeli bir kitle olduğunu unutmayın. Bir The Rolling Stones şarkısı (Paint it Black) dolanmış dillerine bu kararsız yüzde 20’nin; mırıldanıp duruyorlar: “Belki o zaman solup giderim/ Ve gerçeklerle yüzleşmek zorunda değilim/ Yüzleşmek kolay değil/Tüm dünyan siyah olduğunda”

HAKLI OLMAK, HAKLI KALMAK

Kim bu kararsız kitleye, seçimlerde oy vermeye gönülsüz olan seçmene -bize, bana- kızabilir ki? Siz asıl 14 Mayıs’taki şenlik dağıldığında, “bir acı yel kaldığında bahçede yalnız” , o, “kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız” bizi öyle bırakanlara kızın. Kılıçdaroğlu’na, CHP’ye Altılı Masa’ya, siyasetin kendisine küsen ve oy vermek istemeyenler “haklı”lar. Haklılar haklı olmasına da işte “haklı olmak” ile “haklı kalmak” aynı şey değil.

Üzgünüm, “haklı olmamız” (yani 14 Mayıs’tan bu yana yaşadıklarımız, yaşattırıldıklarımız), “haklı kalmamızı” (yani bu seçimlerde oy vermememizi) sağlamıyor. Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde -bir şekilde- umduğumuzu bulamamamız, hayallerimizin umutlarımızın berhevâ edilişi 31 Mart’ta sandığa gitmememizin gerekçesi olamaz; olmamalı da: İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere büyükşehirlerin tekrar Cumhur İttifakı’nın eline geçmesi travmalarımızı sağıltacak mı, yüreklerimize su serpecek, küskünlüklerimizi tamir, yorgunluklarımızı tadil edecek mi?

E o zaman akrep gibi olma kardeşim, “Korkak bir karanlık içinde… Akrep gibi”. Serçe gibi olma kardeşim, “…serçenin telaşı içinde”. Midye gibi de olma kardeşim, “…midye gibi kapalı, rahat.”

Kaldır mâbadını bir zahmet ve oyunu ver. Ve unutma ki, “Nasıl başlarsa fırtına/ Öyle diner birdenbire/ Bir ışık parlar yeniden/ Karanlıklar arasından". Ve, ve, ve, sonuç ne olursa olsun ama ne olursa olsun, “Umudu kesme yurdundan”.

Keyifli günler…

*Zülfü Livaneli - Umudu Kesme Yurdundan


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.