YAZARLAR

Sadizm ve Bahçeli

“İnsan nedir? Onunla diğer bitkiler arasındaki fark nedir?" sorusuna da cevap arar Marquis de Sade. Cevabı ise “Kesinlikle hiç fark yoktur. İnsan da onlar gibi bu yerkürenin üzerine rastlantı sonucu yerleştirilmiş, onlar gibi doğmuştur; onlar gibi ürer, çoğalır ve azalır; onlar gibi yaşlanır ve onlar gibi doğanın her hayvan türüne biçtiği sürenin sonunda, organlarının yapısı nedeniyle hiçliğin içine düşer.”

MARQUIS DE SADE

Sadizmin isim babası Donatien Alphonse François, Marquis de Sade’ı anınca aklınıza hemen onun 1785’te yazılıp 1904’te ilk baskısı yayınlanan Sodom'un 120 Günü romanı ve Pier Paolo Pasolini'nin romandan uyarladığı Salo ya da Sodom'un 120 Günü (1975) filmi gelmesin. Marquis de Sade cumhuriyetçi fikirleriyle tanınan nev’i şahsına münhasır bir düşünür. Sel Yayıncılık, onun, Cumhuriyetçi Olmak İstiyorsanız Biraz Daha Cesaret’ini Işık Ergüden’in çevirisiyle 2016’da Türkçe’ye kazandırdı.

Ayşe Bilge Demir, Düşünbil’de (2018) Marquis de Sade’ın cumhuriyetçi fikirlerini şöyle özetler: “Sade, özgür bir toplumun ancak özgür yurttaşlardan meydana gelebileceğini ifade eder. Bir cumhuriyetçinin tek tanrısı cesaret ve özgürlük olmalıdır. Bu özgürlük ve cesaret ise doğaya uygun olanın değer kazanması ile anlamını bulur. Bu yüzden dinin hükümranlığından kurtulmak gerekir. Fakat bu rahibin katledilmesi, kilisenin yakılması ile değil, onların hor görülmesi ile mümkün olacaktır." Bu yüzden “Ezeli Tanrı’ya kendi keyiflerince başvurmak amacıyla herhangi bir tapınakta bir araya gelen insanlar bir tiyatrodaki komedyenler olarak görülmelidir, sergiledikleri oyuna herkes gidip gülebilir. Dinlere bu gözle bakmazsanız, onları önemli kılan ciddiyete yeniden bürünürler, bir süre sonra kitlelerine yeniden kavuşurlar ve biz de dinleri tartışmak yerine yeniden dinler için savaşır oluruz”.

Marquis de Sade Yatak Odasında Felsefe’de (Ayrıntı Yayınları, 2013) “Kendini üstün bir tür olarak gören insanın, kendi dışındaki diğerlerini tahakküm altına alması sonucunda ortaya çıkan sahne[nin] kuşkusuz acı gerçeklerle bezeli” olduğunu belirtir. “Düşünebilen bir varlık olarak insan, düşünme yetisinin egemen bir tür olmak için yeterli olduğu yanılgısına yenik düşer. Dolmancé‘in de dediği gibi, ‘eğer bizim olağanüstü türümüz bu yerküre üzerinde yok olursa doğanın ortadan kalkacağına inandık’(Sade, 2013: 63). Bu inanış, insan türünün doğa üzerindeki tahakkümünün en temel sebebidir.” der.(1) “İnsan nedir? Onunla diğer bitkiler arasındaki fark nedir?" sorusuna da cevap arar Marquis de Sade. Cevabı ise “Kesinlikle hiç fark yoktur. İnsan da onlar gibi bu yerkürenin üzerine rastlantı sonucu yerleştirilmiş, onlar gibi doğmuştur; onlar gibi ürer, çoğalır ve azalır; onlar gibi yaşlanır ve onlar gibi doğanın her hayvan türüne biçtiği sürenin sonunda, organlarının yapısı nedeniyle hiçliğin içine düşer.” (Sade, 2013:157) biçimindedir.

Marquis de Sade’ın düşüncelerine dair popüler ilginin artışında Horkheimer ve Adorno’nun Aydınlanmanın Diyalektiği çalışması hayli önemli rol oynar. Yazarlar Marquis de Sade’ın eserlerindeki karakterlerin akıl yürütme tarzını çağının düşünme tarzının ve felsefesinin bir örneği olarak ele alırlar. Aydınlanmanın Diyalektiği’nin alt başlıklarından biri olan Juliette ya da Aydınlanma ve Ahlak da Marquis de Sade’a bolca referans verilerek insanı doğanın bir parçası olarak düşünme deneyimini “çarpıtılmış doğaya dönüşler” olarak adlandırırlar. Horkheimer ve Adorno’ya göre, Marquis de Sade’ın eserlerinde doğa ve insan(lar) arası ilişkide çarpıtılmış bir şekilde doğanın belirleyiciliğine vurgu yapılır.(2)

Marquis de Sade’ın ismine müseccel “sadizm” ise bir hastalık. Kör çıkarcılık anlamında Makyavelciliğin, siyaseti bilim haline getiren Niccolò di Bernardo dei Machiavelli’nin üzerine yapışıp kalması gibi, çöplerin ve gereksiz eşyaların atılmadan devamlı olarak biriktirilmesi hastalığının (Diyojen Sendromu) cynic düşüncenin mimarı Diogenes’in üzerine yapışması gibi sadizm de Marquis de Sade’ın üzerine yapışıp kalmış. Şu psikiyatrların hiçbirinin  yatacak yeri yok vallahi!

SADİST

İrem Kayalı, sadizmin “…nedenleri[nin] hala günümüzde net olarak bilinme[diğini] ancak davranış bozuklukları, farklı sebeplerin birbiriyle olan durumları ve birlikte bulunmaları ile ortaya çıktığı[nı]” belirtmektedir. Çocukluk çağı yaşantıları, sadistik davranışlar sergileyen ebeveynin rol model alınması ve genetik sorunlar yanında sadizim bir savunma mekanizması olarak da tezahür edebilir.  “Kişi bir savunma mekanizması olarak sadistik davranışları suçluluk duygularından kurtulmak amacıyla sergileyebilir. Örneğin bir davranışından dolayı kişi yetersizlik ve suçluluk duygusu çekiyorsa kendi kusurunu görmemek için başkasının kusurlarıyla dalga geçmeye başlar.”(3)

Psikiyatrlar sadisti, “…başkalarına acı çektirip kendini zihnen doyuma ulaştıran kişi” olarak tanımlıyorlar. Bu “acı çektirme” biçiminin illa fiziksel olması da gerekmiyor. “Her türlü saldırgan davranış ve dayatma”nın da sadist bir veçhesi olabiliyor. Sadist, “Karşısındaki kişiye karşı aşağılama yolları kullanabilir… Bu tür duygular bazen başkalarının duygularıyla oynamak şeklinde yaşanabilir. Cezbetme, hayal kırıklığı yaşatma, itme, çekme, yerin dibine sokma, kederlendirme gibi yaklaşımlar, sadistik özellikler taşımaktadır… Bu duyguları taşıyan kişiler daima memnuniyetsiz olurlar. Yaşadıkları hoşnutsuzluk için her zaman bir gerekçeleri olur ve hak ettiklerini alamadıklarını düşünürler. Bu nedenle devamlı olarak talepkâr olurlar ve elde ettiklerinden şükran duymazlar. Bir şeyleri elde etme arzuları karşısındaki kişilere zarar verme ve onlara haddini bildirme isteğinden kaynaklanmaktadır. Beklentileri cinsellik, maddiyat, alaka, bağlılık, hoşgörü gibi konuları kapsayabilir.”(4)

Psikiyatr Ersin Baltacı da sadistin “…insanları diğerlerinin huzurunda kasten aşağılamaktan çekin[mediğini]…Diğer insanlara verdiği utanç ve rezilli[ğin], onu hayattan daha büyük hissettir[diğini]” belirtir. Sadist, “Diğer kişinin kim olduğuna [bakmaksızın]… tüm insanları kendi kontrolünde tuttuğunu düşünür ve onlara kaba ve sert bir yaklaşımla davranır. Bir ilişki içinde kazanmayı umduğu şey, tartışmasız baskınlıktır. Serbest kalmaya çalışan herkes acımasız, duyarsız bir tavırla ele alınır… Sık sık diğer insanların özgürlüğüne yakın bir ilişki dahilinde kısıtlama getirir. Herhangi bir ilişki biçiminde egemenliğini kurmak için şiddet ya da zulüm kullanmaktan çekinmez.” Sadistin ana hedefi “…bir birey veya durum üzerinde tam ve kesintisiz kontrol sağlamaktır.”(5)

Psikoterapist Cem Keçe ise “Sadizmin altında yatan baskın duygular[ın] değersizlik, aşağılık ve sevilmeme duyguları” olduğunu belirtir. “Sadistlerin tüm ruhlarının bu duygularla kaplı olmasının nedeni ise çocukluk dönemlerindeki aile yapıları ve yaşantılarıdır.”  

Psikiyatrlar bir kişiye sadist tanısı konması konusunda dikkatli olunmasını da salık verirler. Nitekim Psikiyatr Emine Filiz Uluhan “Kişinin, diğerlerine karşı incitici yaklaşımı[nın] tek başına sadistik bir eğilim olarak değerlendirile[meyeceğini]” belirtir:  “Başkalarına yönelik düşmanca yaklaşım tepkisel olabildiği gibi, zarar görmüş olmaktan ya da korkmuş olmaktan da kaynaklanabilir. Burada eylemin kötü niyetle gerçekleştirilmiş olup olmadığı ya da zarar verme olgusundan bilinçli ya da bilinçdışı bir doyum sağlanıp sağlanmadığı önem kazanmaktadır.” Uluhan sadistik arzuların “…bazen başkalarının duygularıyla oynamak tarzında kendini gösterebi[leceğini belirtir.]… Çekme ve itme, cezbetme ve hayal kırıklığına uğratma, göklere çıkarıp yerin dibine sokma, neşelendirme ve kederlendirme” gibi.

Uluhan “sadistik kişi[nin] hep memnuniyetsiz” olduğunun altını çizer: “Hoşnutsuzluğu için her zaman bir gerekçesi vardır ve hak ettiğini alamadığı inancındadır. Sadistik kişiler diğerlerini aşağılama ve kötüleme eğilimindedirler. Başkalarındaki zayıflık ve kusurları çok iyi görürler ve onları ustalıkla ifşa ederler. Karşısındakinin hassas ve kırılgan noktalarını sezgisel olarak iyi bilirler. Bu güçlerini acımasızca eleştirel ve aşağılayıcı tarzda kullanırlar. Bu davranışlarını da dürüstlük ya da yardımcı olma isteği gibi açıklarlar. Sadistik dürtüleri engellenen birey, işler tam tersine dönerse yani sömürülenin, tahakküm edilenin kendisi olduğuna inanır, küçük düştüğünü hissederse cinnet nöbeti geçirebilir. Ülkemizde son yıllarda sayısı artan kadın cinayetlerinin sebeplerinden biri de budur. Sadistik kişi hayattan ve hayat içindeki olumlu her şeyden nefret eder durumdadır. Kendi hayatına ilişkin yoğun bir boşluk duygusu içindedir.”

BAHÇELİ

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli geçtiğimiz hafta düzenlenen grup toplantısında da -mutat olduğu üzere- birçok bürokrat, sanatçı ve siyasetçiyi aşağıladı, küfretti, küçük düşürdü, yerin dibine soktu; her zaman olduğu gibi onlara karşı kaba ve aşağılayıcı bir dil kullandı. Bahçeli mikrofonlardan şu cümleleri kustu: “Anayasa Mahkemesinin kararlarını uygulamanın gerekçesi olmaz diyen Bay Zühtü’ye sormak isterim ki acaba şehitlerimizin, dökülen kanlarının gerekçesini, feryat figan eden analarımızın gözyaşlarını izah edecek yürek sende ve senin gibi düşünen diğer mahkeme üyelerinde var mıdır? Sen yanlış mahkeme kararının derdindesin biz aziz vatanın derdindeyiz. Sen ve senin gibileri PKK hukukunun kafesindesiniz bir Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluş ve istiklâl hukukun peşindeyiz. Yani anlayacağınız gece ile gündüz gibi ayrıyız.”

Benzer bir konuşmasında Bahçeli bu sefer Zülfü Livaneli’ye veryansın etti: “Bir derginin düzenlediği Cumhuriyet’in aydınlık yüzleri ödül töreninde konuşan, Türkiye’ye yabancıların gözüyle bakan Livaneli soy isimli bir zat, beş para etmez aklının dibine çöreklenmiş kiri pası bayağı bir dille açık etmiştir. Neymiş, 31 Mart seçimlerinde ya gerici ordular avcı taburları ya da hareket orduları kazanacakmış. Bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de gerici ordu değil kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri vardır ve düşman çatlatmaktadır Yine avcı taburları diye bir şeyi ne duyan ne gören ne de şahit olan söz konusudur. Meselenin püf noktası Livaneli’nin bu tarihi çarpıtmasını ve milli iradeye layık gördüğü bu alçak iftirasını gülümseyerek ve hatta sevinç içinde dinleyen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’ndan sadra şifa tek bir itiraz gelmiş olmamasıdır. Çünkü alın birisini vurun ötekine. Çünkü bunlar Türkiye karşıtlığında buluşan, millete en ağır hakaretleri reva gören, sandığı ve demokrasiyi küçümseyen yeni yetme yobaz zihniyetlerdir. Bir defa şunu ifade etmek isterim ki millete gerici demek küfürdür, kifayetsizliktir. Millete gerici demek Türkiye’ye geriden bakmaktır. Millete gerici demek hürmetsizlik ve haramzâdeliktir. Millete gerici demek su katılmamış bir soysuzluktur. Bu Firavunca sözlerin cevabını bilhassa İstanbullu kardeşlerim 31 Mart 2024 tarihinde sandığın başında oylarıyla vereceklerdir. Büyüklük taslayan küçülmüş siyasi zihniyetlerden yerel yönetim ölçeğinde kurtuluş 31 Mart’ta yaşanacaktır.”

Keyifli günler…


NOTLAR:

(1) Elçin Parçaoğlu “Maddeden Erdemliğe: Marquis De Sade’nin Yatak Odasında Felsefe Adlı Kitabında Posthüman Söylemler” Pentacle, 2022

(2) Daha detaylı bilgi için Bk. Taşkıner Ketenci, “Marquis de Sade’ın Insan Doğa İlişkisinde İnsan Doğasının Doğal Yanının Savunusu” FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl 2007, Sayı: 3, 75 - 96, 15.05.2007

(3) İrem Kayalı, Sadizm nasıl oluşur? | Soru & Cevap - Evrim Ağacı (evrimagaci.org)

(4) Daha detaylı bilgi için Sadist Kişilik Bozuklu ve Özellikleri (psikolojik.gen.tr) ziyaret edilebilir.

(5) Ersin Baltacı,” Sadistik Kişilik Bozuklukları Belirtileri Nelerdir?” Sadistik Kişilik Bozuklukları Belirtileri Nelerdir? – Dr. Ersin Baltacı (ersinbaltaci.com)


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.