YAZARLAR

Harman Yeri Tartışmaları 5: Rejim apolitik alana kitlediği muhalefetle muhalifleri ‘terbiye’ ediyor

Muhalefet partileri temel meselelerde rejim adına muhalif kitlelerin öfkesini gemleyen zaptiyelere dönüşebiliyor… Zira apolitik muhalifliği kabullenmek, muhaliflerin başına atanmış aslan terbiyeciliği yapmaya razı gelmek oluyor…

‘Tartışmalar’ı iki bölüm olarak planlamıştım…

İlk bölümün eksenini, Erdoğan rejiminin teşrihi oluşturdu…

Son seçim sonuçlarını nasıl ele almalı, neye yormalı?

Bunu değerlendirmeye gayret ettik…

Çıkan sonuçları, teknik bir tartışmaya, muhalefetin yapıp-yap(a)madıklarına sıkıştırarak anlayamayacağımızı iddia ettik…

Erdoğan’ın başarısını paternalist politikalara, ülke sathını kucaklayan “geniş aile” oluşturmasına bağlamıştık…

İslâmcı geleneğin tarihsel birikimi üzerinde, dinci-muhafazakâr ideolojik zeminde kurulan bu “geniş aile” formunun menfaat ve menfaat umudu dağıtımına dayalı, ekonomi politiğine dikkat çekmiştik…

Üzerinde düşünmeye devam derken fark ettim:

'AHLÂK EKONOMİSİ'

Bugün yazsam o metinleri, bahsettiğim tüm başarısızlığına rağmen, ahalideki Erdoğan’a riayetin devamını sağlayan ekonomi politiğin, bir tür sözleşmeye, toplumsal akte dayandığını vurgulardım…

Adlı adınca bir tür ‘sözleşme’ ifadesini kullanarak…

Zira, ayıptır söylemesi, bilvesile E. P. Thompson’ın “halkın ahlâk ekonomisi”si üzerine yeni yeni bir şeyler okurken  fark ettim…(1)

Benim Erdoğan’a itaatin/bağlığın ekonomi politiği olarak çerçevelemeye çalışarak savunduğum, Thompson’ın “halkın ahlâk ekonomisi” anlatısına bağlanabilir mi, tam olarak emin değilim…

Ama doğrusu, yazdıklarımızdan bağımsız olarak söylüyorum, bana Erdoğan ile Erdoğancı kitlesellik arsındaki rabıtanın izahında epey iş görebileceğini düşündürdü, Thompson’ı bahse konu kavramı…

Evet belki de öyledir; ben de yeni karşılaşıp etkilendiği her yeni fikri, kavramı önüne çıkan benzer şeylere uyarlamaya teşne biriyim, bilmiyorum…

Psiko analizini size ve ehillerine bırakalım…

Fakat dediğim gibi… Öyle...

Thompson, İngiltere’de, 18. yüzyılda yaşanan ekmek, yiyecek isyanını, yoksulların ahlâk ekonomisinin ihlal edilmesine bağlamış…

Tarihçimiz “ahlâk ekonomisi” derken neyi tarif ediyor?..

En kısa haliyle, anladığım kadarıyla, şunu:

İktidar otoritesiyle, yoksul halkın asgari geçim araçlarına, yani dönemin en temel geçim aracı olarak ekmeğe ulaşım hakkını garanti etmesi…

Elbette -dediğim gibi- kendi cümlelerimle yorumlayarak özetlemeye çalıştım; Thompson’ın “ahlâk ekonomisi” bu…

Fransızların devrimci ataklığına, celallenmesine nispetle pek uyar buluna gelen İngiliz halkını 18. yüzyılda eline ne geçirdiyse artık onunla meydana çıkarıp, isyana sevk eden işte bu aktin bozulması, Thompson’a göre:

Siyasal otoritenin halkın ekmeğe ulaşmasının sağlayamaması...

Pozisyonun/iktidarın göreneğe dayalı vaadini yerine getirememesi:

“Ben sana o kadar biat ediyorum ulan lordum kralım, sen benim hem de ücretini ödeyeceğim ekmeğimi bile sağlayamıyorsun; neyleyim ben böyle efendiyi” deyip, küreğe yabaya davranıp vaziyet alması…

Hiç değilse benim anlayabildiğim bu:

Nasıl mafya babasının çete üyesinin gözündeki otorite ve itibarı, onun sırtını pek ve güvende tutmasına bağlıysa…

Senyör ya da kral da tebaasının güvenliğini sağlayabildiği, yaşamını idame ettirebildiği sürece, yoksulun senyörü ya da kralı olarak saygı görür…

YOKSA KÖTEK GELİR…

(bkz. tarihin kaydettiği engin ve renkli tecrübelere…)

Değerlendirme ve “kıssa” çıkarma faslını sizin feraset ve muhakemenize havale ediyorum…

İlk bölümü, bu uzunca ilave ile sonlandırmış olalım…

Harman Yeri tartışmaları serimizin ikinci bölümünde muhalefeti kurcalayacağız…

Muhalefetin eleştirisinden hareketle, neyi nasıl yapmalı bahsinde aklımız yettiğince, tartışılması temennisiyle, gerekçelendirilerek önerilerimizi anlatacağız…

Öneriler deyince…

Notlarım, Hamit Bozarsalan’ı anma vakti diyor…

Bozarslan, ilk iki turlu seçimimiz arasında İrfan Aktan’a mülakat vermişti… (2)

Katılın katılmayın, Hoca fevkalade mühim, kallavi tartışma başlıkları açıyordu…

Misal:

“14 Mayıs sonuçlarını son birkaç aylık gelişmelerle değil, uzun erimli tarihsel veriler ve 1950’lerden sonra yapılmış seçimler ışığında okumak gerekiyor. 1973 ve 1977 hariç, 1950’lerden sonra yapılmış seçimlerin tümüne baktığımızda sağ oyların yüzde 60-65 oranında olduğunu görüyoruz. Türkiye’de her türlü değerlendirmeye bunun ışığında bakmalıyız.” (abç)

Alın size disiplinler arası bir araştırma konusu…

Neyi mi araştıracağız?

Evet hepimiz biliyor ve sık sık tekrarlandığına şahit oluyoruz…

Ama yüzeysel (olduğun için köpük) değerlendirmelerin dışında var mı etrafı bar araştırma, inceleme ve bunlara yaslanan deruni bir tartışma?

Bunu da ben ilave edeyim- benden çok dinlemiş arkadaşlar “gene mi“ diyeceklerdir ama...

‘İç Anadolu’ diye kodladığımız, Konya’dan Sivas’a Bayburt ve Gümüşhane’ye uzanan geniş bir coğrafyanın sağ-muhafazakâr çizgideki su sızdırmaz ısrarının sosyal tarihsel sebepleri, izahı ne olabilir?

Var mı etraflı bir etnografik (saha) araştırma?

Sahi neden onca imkana sahip CHP, tırıvırı “değişim” tartışmalarına kilitleneceğine, sahaya uzun soluklu geniş araştırma ekipleri sürmez?

Bunlara geliriz…

Bozarslan’dan devam etmek istiyorum biraz…

Hamit Hoca dikkat çeken bir hedef koyuyor…

Galiba Poulantsas yapmıştı, vaktiyle ‘geçiş toplumları’ olarak adlandırılan Yunanistan, İspanya ve Portekiz misali, “Türkiye’nin demokratik bir devrime ihtiyacı var” diyor.

Fısıldaşmanız kulağıma geliyor, sevgili okur, haklısınız, ben de onu diyorum ya:

Bütün bunlar iyi güzel de, kim yapacak bunları?.

Geldik mi o Ezop masalındaki vaziyete:

O ÇANI KİM TAKACAK KEDİNİN BOYNUNA?

Anlatayım, tam yeri bence:

Bir gün fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir kediden kurtulma planları yaparlar.

Pek çok fikir öne sürülür.

Hiçbiri kabul görmez.

En sonunda genç bir fare kedinin boyuna bir çan asmayı önerir.

Böylece kedi kendilerine yaklaşırken farkına varacak ve kaçabileceklerdir.

Bu öneri herkes tarafından alkışlarla onaylanır.

Bu arada bir köşede sessizce onları dinleyen yaşlı bir fare ayağa kalkar ve bu önerinin çok zekice olduğunu, başarılı olacağından hiç kuşkusu olmadığını belirtir.

“Fakat” der, “Kafamı bir soru kurcalıyor. Aramızdan kim kedinin boyuna çanı asacak.”

Evet günün sonundaki kritik soru bu:

O çanı kim takacak?..

Muhalefet mi?..

Sorunun temel açmazı, ‘muhalefet’ genellemesinde galiba…

Çatı kavram olarak ‘muhalefet’ yuvarlaması -evet ‘yuvarlama’- çatının altındaki farklıları açıkta, sisiler altında bırakıyor…

Muhalif bileşenler arasındaki birbirine zıt pozisyon ve yönelimleri göstermiyor…

Zira sormadan edemiyor…

"Devletin kurumları için yurt içinde yurt dışında Türkiye'nin milli güvenliği konusunda bazı operasyonlar yaptım, gidin MİT’e sorun" diyen, Ümit Özdağ muhalefeti mi yapacak?

Acaba son seçimde Kılıçdaroğlu ile protokol altına alınan muhalefetin manipülasyonu da Özdağ’ın son operasyonu muydu? sorusu dikkate alınmayı beklerken hem de… Bu sorunun cevabı belli..

Evet, Özdağ hadisesi ekstrem örnek sayılabilir…

İyi ama diğerleri de Özdağ’ın hallicesi değil mi?

Rejim, ilan edilmemiş, düşük yoğunluklu bir savaş hali atmosferinde, siyasetin alanının “yerli ve milli” kıskacı altında o kadar daralttı ki, temel parametrelerde Saray’ın politik pratik çizgisinin dışında laf etme şansı dahi bırakmadı…

Apolitik politika ve faili olarak apolitik muhalefet dediğim tam da bu… Politika, iç ve dış politikalarının oluşumundan, ülke kaynaklarının nasıl elde edileceği ve nasıl kullanılıp nasıl dağıtılacağına kadar geniş bir yelpazede, dayanılan sosyal sınıf ve katmanların, grupların menfaatlerini temsilen yapılır…

Ve tabiatıyla farklı zıt, pozisyonların demokratik çatışmasına sahne olur…

Bizim Suriye’de ne işimiz var” diyebilmek, Saray’dan bağımsız politika yapmaktır; muhalefetin politik duruşuna işaret eder…

Muhalefet, “Suriye’ye giden askerimizin kumanyasında neden haftada bir deniz mahsulü konmuyor” seviyesinde yapılır ise şayet, bu Saray’ın hegemonik zemininde politika yapmaktır; apolitik muhalifliğe işaret eder..

Öyleyse demokratik muhalefet oluşturmak, politik alanın yaşam hakkını müdafaa etme göreviyle iç içe geçmiş demek olur…

Buna başlamanın yolu ise muhalefetin hapsedildiği apolitik zemini parçalamasından geçiyor…

O apolitik zeminde kaldıkça muhalefet kendi mecrasından Saray rejimin hegemonyasını üretmekle kalmıyor…

Rejimin söz geçiremediği, kontak kuramadığı muhalif kalabalıklara Saray mahreçli politikaların taşıyıcılığını yapıyor…

Saray'ın politik pratiğine muhalif kitleler nezdinde meşruiyet sağlıyor…

Saray adına muhalif kitleleri ‘terbiye’ etmek biraz bu..

Ama hepsi değil…

Ötesi de var:

Muhalefet partileri temel meselelerde rejim adına muhalif kitlelerin öfkesini gemleyen zaptiyelere dönüşebiliyor…

Zira apolitik muhalifliği kabullenmek, muhaliflerin başına atanmış aslan terbiyeciliği yapmaya razı gelmek oluyor…

Muhalefet haritası hazırlamayı deneyerek demokratik muhalefetin dinamiklerini ve güzergâhını konuşmaya devam edeceğiz…


1) Yine geç kalarak elime aldığım Görkem Doğan’ın kitabında (Neoliberalizm, İşçiler ve Direniş, Tarih Vakfı Yayınları, Aralık 2020) rastladım ilk kez “yoksulların ahlâk ekonomisi”ne… Tabii tezin babası Edward P. Thompson’ın kitabına (Avam ve Görenek, Birikim Kitapları, 2. Baskı, 2016) ulaştım.. Bkz. İngiliz Halkın Ahlak Ekonomisi, s. 225 de takip eden bölüm…

2) Hamit Bozarslan: Türkiye Susurluk’tan çıkamıyor - İrfan Aktan (artigercek.com),27 Mayıs 2023