YAZARLAR

Harman Yeri Tartışmaları 3: Mal imanın yongası: AKP bunun icabını yaparak kendi insanını yarattı

Tayyip Erdoğan rejiminin kendi insan ve toplumunu yaratabilmesi en başta gelmek üzere, seçim dahil tüm başarılarının ekonomi politiği budur- bu çıkara endeksli ilişki ağını örebilmesidir…

Tabii ki farkındayım…

Ahali işi gücü bırakmış, ‘Devamı ne zaman?’ sabırsızlığıyla yolumuzu gözlemiyor… (kesin!)

Bu yaz sıcağında teklifimize uyacak…

Rehberliğimizde harman yerini dolaşacak değiller ya…

Hem neymiş:

Erdoğan/AKP’nin onca ağır soruna ve kitlesel hoşnutsuzluklara sebep olan kritik virajlardaki basiretsizliğine rağmen, nasıl kazanmış?..

Neymiş:

Buna cevap aramak…

Üstüne düşünmek, araştırıp tartışmak, teknik/konjonktürel bir seçim süreci/sonucu değerlendirmesinin ötesine geçmeyi şart koşar…. mış… da..

Tarihsel/toplumsal birikimin devamlığı çerçevesinde, yapısallaşmış hadisenin yansımaları olarak gören yaklaşım(lar)a ve çabaya ihtiyaç var… mış… da..

Bu yazı serisinin maksadı, ne ile mücadele ettiğimizi anlamak ve nasıl aşacağımızı, nasıl, hangi yordamla yola çıkacağımızı görmek için tartışmaya davet… miş… de…

Hem de bunu…

Elbette hayat bizi beklemediğine göre, tüm bunları, bir yandan eylerken yapmaya/konuşmaya çağrı… imiş… de…

Oldu canımm, oldu!!!

Bu yaz sıcağında…

Bu yerlere serilmiş haletlerin bezginliğinde, kim/kaç kişi fikrî takip -eleştirel takip makasına alır burada yazıp çizilenleri!..

Olsun!..

İnatsa inat; arsızca tartışmaya devam…

Bize ayrılan yerin önemli bölümünü -varsa düzenli takip edenler, affetsin, onlar için tekrar olacak- böyle hatırlatmalara hasretme pahasına, devam…

***

Tartışmaların ikincisindeki (1) ana fikir şu idi:

HER MAHALLEDE BİR ‘ERDOĞAN’ YARATMAK

“Bugün Erdoğan’ın kendi suretinde yarattığı insan ve toplumdan bahsediyorsak, bunu sadece din iman sayesinde başardığını düşünmek, muarızın gücünü hafife almak ve kaynağını anlamamak olur….

Din iman, İslamcı retorik iktidar çarkını döndüren ideolojik makine yağı sadece…

Esas çarkı döndüren ise üzüm salkımı misali, “her mahallede bir Erdoğan” yaratarak ülke sathında kurulan, toplumu saran çıkar ağıdır…”

Dolayısıyla:

“Erdoğan’ın [kendi suretinde] yaratığı insan ve toplumun esasta maneviyatın, din diyanetin değil, ekonomi politiğin tartışma ve inceleme konusu olduğu idrak edilmeli…” demiştik…

Bununla kast edilen ne?

Açarak, buradan devam edelim…

Demek istiyorum ki, Erdoğan’ın/AKP’nin ne yaptıysa onu, ne başardıysa hepsini sadece din iman bağlamı içinde yapmadı, başarmadı…

Kaldı ki, mazide de bunun hiçbir örneği yok…

Ekstreme çekerek daha kuvvetli söyleyeyim:

Mesela tarihte hiçbir savaş…

Hatta ‘din savaşları” olarak bilinenler başta, hiçbir savaş salt din iman uğruna yapılmadı…

EVET BAYRAKLARINDA ‘DİN’ VARDI… AMA SEMBOL OLARAK…

Hikmet Kıvılcımlı, İstanbul’un Fethi’nin 500. yıl dönümü vesilesiyle hazırladığı Fetih ve Medeniyet (2) broşüründe de altını çizer bunun:

“Din, kadim savaşlar için başta gelen bayraktır. Ama, sade bir bayrak… (…) Fetih savaşlarındaki dinî esbab-ı mucibeler [gerekçeler] kimseyi aldatamaz. Din gayretleri, çeşitli tarih hengâmelerini [kargaşalarını] güden derin maddî kanunların satıhta yüzen [yüzeyde görünen] sembolik anlatımlarından ibarettir.” (s. 15)

Meşhur Haçlı Seferleri de böyledir:

Avrupa’da kriz olmasa, şövalyeler, savaşçılar İslam topraklarının ganimetlerinin hayaliyle yola düşmese, Haçlı Seferi olur muydu?!

İlk İslam ordularının ilerleme sebepleri de nitekim:

Muhammed Peygamber ganimet vaat etmese, ahaliyi at üstünde cepheden cepheye koşturabilir miydi?

Keza Bizans ve Sasani imparatorluklarının ağır vergilerle altında ezdiği tebaasının, egemenlerine duyduğu nefret olmasa, Muhammed’i kurtarıcı gibi karşılayıp, ordularına kapılarını açar, destek olur muydu? (3) (Buralara gelecek bölümde döneceğiz…)

Hıristiyanlıktaki ilk büyük mezhepsel bölünmenin, Protestanlığın doğuşunun sınıfsal dinamiği malûm, hiç girmeyelim…

Yine keza Luther’in köylü isyanlarından ürkerek, “düşman’ıyla işbirliği yaparak Müntzer’i satmasını, din iman çekişmesiyle izah edebilir miyiz? (Engels, Almanya’da Köylü Savaş’ında filan tüm berraklığıyla sergiler vaziyeti...)

Hepsinde evet, din bir flama, ağızda/zihinde söylem, yürekte inanç olarak var; davayı kutsallaştırıyor...

Sosyo-ekonomik-politik ilişki ve çelişkilere göre belirlenen hedeflere / beklentilere ya da buralardan doğan kavgalara, din iman retoriğiyle kutsiyetlik kazandırılmaya, din bayrağı altında meşrulaştırılmaya çalışılır…

Mühim not:

Sadece ezenlerin değil, ezilenlerin de varoluş ve mücadelesinin dili din iman oldu, kadim zamanlarda bilhassa…

Hayır, mevzudan sapıp, dağıtmadık; AKP’yi konuşuyoruz aslında…

Hem de göbeğindeyiz mevzunun…

İslâm’ın dârülharp anlayışına bağlanacağız, zaten az aşağıda...
Bunun için koşar adım bir AKP şeceresi hatırlatması:

AKP son zamanlarda -eski muhiplerince daha çok- iddia edilenin aksine en başından beri İslamcı bir parti…

Ama fakat…

Aslında ilk bölümden itibaren altı çizilmeye çalışıldığı gibi…

İhvan/Müslüman Kardeşler’den Fethullahçılığa…

Siyasal İslamcı parti olarak AKP de…

İslâmcı yordamın pragmatist, konjonktüre uygun formlara adapte olma oportünizmiyle davrana geldi…

Liberaller gibi dönemin “muhalif” aktörleri ile aynı karede pozlar verse de…

Ya da ötesi berisiyle flört ederek türlü kılıkları vitrine çıkarsa da…

Başından beri Siyasal İslâmcı (omurga ve zihniyetli) bir parti idi…

Vaziyetini sağlamlaştırdıkça, portakal soyar gibi, konjonktürel kabuklarını çöpe yolladığını biliyoruz…

Dolayısıyla onun başarısı, menzile yürüyüşünün her etabının şartlarına yalpalayarak da olsa adapte olmasında yatıyor...

TEK DEĞİŞMEYENİ: DEVLETİN FETHİ…

Geldik mi böylece, dârülharp’e…

İslâm’a içkin bir kavram, dârülharp

Ve Siyasal İslâm’ın sahiplendiği ontolojisine yön veren bir kavrayış…

Şu demek:

“Müslüman olmayan bir devletin hâkimiyeti altındaki topraklar için kullanılan fıkıh terimi.” (4)

El hak, AKP’lilerden hiç ya da ‘resmen’ pek duymadık...

Ama çoğu ya da kimi İslâmcılar nezdinde Türkiye’nin dârülharp bir memleket olduğu sır değil…

Farklılar nasıl ele geçirileceği meselesinde ortaya çıktı galiba…

Kaldıysa hâlâ, kimi marjinalleri saymazsak…

AKP dahil siyasal İslâmcıların ekseriyetinin pratiği, adım adım, tedrici kazanımlarla son büyük hamleye hazırlık oldu…

İlk bölümlerde aşağı yukarı yüz elli yıllık bir İslamcı birikimden bahsetmiştik…

Uzun 12 Eylül’de sosyal iktidarını kurması ve buna yaslanarak kuşattığı devleti (seçimleri tasdik ve hukuki meşruiyet kaynağı olarak kullanarak) fethetmesinden de dem vurmuştuk…

SOSYAL İKTİDARA DAYANARAK SİYASAL İKTİDARI FETHETMEK…

Fetih… Fütühat…

İslâmcı çizginin kutsallarından sayılır…

Rastgele kullanmamak lazım; ağırlığı var…

İdeo-politik düzeyin yanı sıra ekonomik ağırlığı mühim; dikkat kesilmeli…

İki kere hem de:

Fetih ganimet demektir… (aynı zamanda ya da kimileri için sadece bu demektir.)

Her fetih ganimetiyle anılır; işte burası kuvvetli bir mim koyalım ister- aşağıda lazım olacak zira…

İkincisi de bizim analizimizde kritik kavram…

Bu bahsin anahtar tespiti:

Toplumsal iktidara yaslanarak Devletin (büyük ölçüde) fethi…

Eee.. Dedik ya fetih ganimet…

Hatırlattık ya her fethin motoru, ganimet paylaşımı (ağırlıkla ekonomik çıkar…)

Peki İslâm’ın tarihsel birikiminin üzerine oturan, İslâmî referansları esas alan AKP/Erdoğan ne yapar bu durumda?

[Bu durum: Büyük ölçüde devletin fethi…]

Şunu:

FETHİN GANİMETİ DEVLET OLURSA…

Fethedilen devleti/imkânlarını… En geniş anlamıyla imkânlarını ganimet olarak dağıtmak…

Sadede geldik:

Erdoğan bunu yaptı…

Fethettiği devleti ganimet olarak etrafındaki ilk halkadan başlayarak, menzile giden yolda toplumsal nüfuz alanı oluşturmak-genişleterek derinleştirmek üzere dağıttı; nasiplendirdi…

Ara toplam alırsak:

Erdoğan rejiminin yarattığı insan ve toplum tipolojisinin ideolojisi din, evet, ama…

Devletin/fethin ganimetlerini dağıtma/nasiplendirme ya da faydalanma umudunu satmayı aşılayamasa/örgütleyemeseydi, iddia ettiğimiz bağlılığın temellerini atamazdı…

Giderek kendi suretinde sosyal ve bireysel oluşumu gerçekleştiremez / sürdüremezdi…

Peki lafını edip durduğumuz ganimet ne?

Devlet ihaleleri ve özelleştirme ve teşvikler ve vergi, düzenlemeleri…

İlave edilebilecek diğer kalemlerle beraber bu sayılanlar, ganimetin kaymağıdır...

Kaynağı ve amacı:

Kamu/devlet kaynaklarını özelleştirme ve ihalelerle yandaşlara transfer ederek kendi organik sermayesini, AKP burjuvazisinin yaratmak/palazlandırmak…

Tabiatıyla bundan faydalananlar seçilmiş ‘mavi kanlı’ AKP’liler; büyük ölçüde tekel dışı kalmış İslâmcı burjuvazi, cemaat ve tarikat şefleri….

İkinci ana halka:

SERMAYEYİ TABANA YAYMA STRATEJİLERİYLE HER MAHALLEDE, MAHALLESİ ÜSTÜNE ZİMMETLENEN AKP ZENGİNLERİ TÜRETEBİLMİŞ OLMAK…

Kendi ‘altını’da kuracak her mahallede Erdoğan’lar yaratmış olmak; kendi suretinde insan yaratmanın hem timsali hem manivelaları olarak kaydedilmeli…

(Bkz. İl ve ilçelerden, bölgelerden gelen bariz yolsuzluklara, parti devletini temsil eden, haberlere konu olan faullü hareketlere, -istenen hizada kaldığı sürece- tek ses edilememesini, bu örgütlenme zihniyeti izah etmez mi?

Geniş yığınlar, kalabalıklar neresine düşüyor bu stratejinin?

Onlar en başta, o artık çoğumuzun farkında olduğu, (bir taşla iki kuş vurmak üzere yaratılan (5)) yoksulluğun yönetilmesi stratejisinin sahasında “kalıp”lanıyorlar:

Düzenli devlet yardımların ilaveten “ecdat” yadigarı vakıflara ve yukarıda bahsettiğimiz her mahallede yaratılan bir AKP zenginin “hayır”lı ellerine emanet…

Küçümsememek lazım…

Mısır’da İhvan’ı var eden/sosyalleştiren bu değil mi?!

Nitekim mafyanın da bu bahiste boş olmadığını biliyoruz…

‘Teşkilata’ sosyal ağlar yaratmada nasıl etkin kullanıldığını görmek için, mafyanın beşiği İtalya’yaya bakmak yeter..

O kadar etkili bir yöntem olmasa, biz de artık çizgi dışında görünen Sedat Peker’in yardım konvoylarını engelleme haberlerini okur muyduk?

Tabii sadece bunlar da değil “milletime” reva görülen:

Devlette kadrolaşmadan faydalandırma ya da faydalanma ihtimalini teyakkuzda tutmaktan iş bulmaya/iş bulma umudunu diri tutmaya…

Gündelik hayatı kolaylaştırıcı “torpil”lerle aidiyet hissini geliştirme taktikleri...

SİGORTA: GENİŞ AİLE

Tabii anmazsak olmaz:

TOKİ vasıtasıyla “ev”lendirme...

Banka kredileriyle borçlandırdığı kitleleri, “istikrar namına" teslim aldığı kitleleri, kendi bekasıyla kader birliğine zorlaması ve büyük ölçüde başarabilmesi…

Bunların sonuçları da rejimin hanesine, İktidarın sosyal taşıyıcıları olarak not edilmeli, tabiatıyla …

Sonuç itibariyle şöyle toparlayabiliriz galiba:

Tayyip Erdoğan rejiminin kendi insan ve toplumunu yaratabilmesi en başta gelmek üzere, seçim dahil tüm başarılarının ekonomi politiği budur- bu çıkara endeksli ilişki ağını örebilmesidir…

Şöyle de tarif edilebilir:

Başı Saray’a uzanan, önem/kazanım/pay skalasına göre oluşan hiyerarşik silsileye dayanan, halkalar şeklinde memleket sathına yayılmış çıkar şebekesinden müteşekkil geniş aile kurabilmesidir, Erdoğan’ın başarısı...

Rejimin suretini yansıtan, Erdoğan bağlısı insan ve toplum tipolojisi de işte bu halkalar içinde şekillenip vücut buldu/bulabiliyor...

Ama şunu unutmamalı:

Sadece Erdoğan değil, malın imanın yongası olduğu gerçeğini kabullenerek başarısını inşa eden…

Dahası muhtemelen o(nlar) da bunu hayattan olduğu kadar, ‘ecdat’tan öğrenmiş ya da ilham almıştır - pedagojik eğilimlerini de hesaba da katarsak daha rahat ifade edebiliriz sanırım bunu…

Zira ‘Ecdat’ta da mal imamın yongasıydı…

Pazar günü buradan sürdüreceğiz tartışmayı…

---------

[1] Harman yeri tartışmaları 2: Erdoğan’ın kendi suretinde toplum yaratma dinamiği/ekonomi politiği.

[2] Hikmet Kıvılcımlı, Fetih ve Medeniyet, Derleniş Yayınları, tarih ve kaçıncı baskı olduğu belirtilmemiş; Birinci Baskı, Günün Meseleleri Yayınları, 1953. 

[3] Prof. Dr. Ph. K. Hitti, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Eylül 2011.

[4] DÂRÜLHARP - TDV İslâm Ansiklopedisi.

[5] Yoksulluğu yaratmakla, bir taşla iki kuş vurmak nasıl oluyor? Kastım şu: Saray fideliğinde yarattığı - palazlandırdığı kendi kapitalistlerinin sermaye birikimin kuvvetlendirecek politikalarla işsizlik ve yoksulluğu artırırken, yine bundan yararlanmayı becerebilen Erdoğan rejimi oluyor. Yarattığı milyonlarca muhtacı dağıttığı yardımlarla kendine bağlı hale getirdi… Yetmedi Cemaat ve tarikat ağlarından medet bekler hale sokarak, İslâmcı örgütlenmemsin sosoyal etki alanını genişletti… Devlet ya İslamcı “sivil toplum” vasıtasıyla bu yardımlar üzerinde ‘bağlılar’/sempatizan halkaları oluşturdu… Dudak bükülemeyecek tercih olarak bir de şu: Yoksul insan (örgütsüz kaldığı sürece) teslim alınması ve yönetilmesi ve istenilen kalıba dökülmesi kolay olur-işte burada “Ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını” (Marx) oluşturan dine, iktidar ilahiyatı olarak iş düşüyor … Yoksulluğun tercih olduğunu söyleyerek mübalağa mı ediyorum? Hatırlatırım: Geçen aylarda bir bakan ne diyordu? Emekli de asgari ücreti, alırsa çalıştıracak insan bulmayız!.. İnsana, hayata bu kadar “ince” bakan bir rejimden söz ediyorsak…