YAZARLAR

Harman yeri tartışmaları 1: Sol tarihle de harmanlanarak kendini kuracak ya da...

Erdoğan onca olumsuz şartlara rağmen yine ve yeniden nasıl/neden kazanabildi?... Kadim İslamcı (muhafazakâr/milliyetçi mukaddesatçı tezahürleriyle/simbiyozuyla) birikimi devralan Erdoğan/AKP, kendi suretinde insan ve toplumu yaratmış olabilir mi?... İddiam bu; cevabım evet olacak: 28 Mayıs ‘Zaferi’nin membaını burada aramak gerekiyor kanısındayım…

 

To be or not to be / Olmak ya da Olmamak

Bütün mesele bu

                                                   Shaekspeare

Başlık 70 vuruşa sığmaz taşarak devam eder: Ya da sol harman yerinde savrulmaya devam edecek…

Yani?

Harman edilmek de var harmanlanarak harmanlayan olmak da…

Yani?

Yetiş be Şair!..

Epigraftaki Shakespeare’ceye öykünerek ifade edersek, şu: Bütün mesele toplumda karşılığını yaratmaya muktedir devrimci iradeyi/merkezi/ana santrali örgütleyebilmekte…

Ortalık ‘devrimci irade’lerden geçilmezken, ki yokluklarını göstermesin yaratanlar, bu ne şimdi!

Onca siyasi parti örgüt oluşum inisiyatif varken, hayırdır?..

Yeni bir ‘şey’… Yeni bir 'öbek' ihtiyacı mı ima ediliyor; yol mu yapılıyor?!

Yok yok, … ama…

Ama’sı uzun işte biraz… 

Değil mi ki, başlığın dolduruşuna geldik, sonunda söyleyeceğimizi başta söyledik…

Peşinen sorgulamaya tabi olur böyle ve haksız sayamazsın…

Öyleyse… 

Maksadı ‘açmak’ babında az biraz daha devam etmeyi yazının olağan akışına uydurmak da şart olur:

Ajitasyon ve propagandasını, ‘gelecek’ referanslı söz ve vaatlerle değil, söz ve vaatlerinin bugüne tercüme edilmiş, ete kemiğe büründürülmüş halleri üzerinden, somuta yaslanarak yapan devrimci irade; kast edilen bu!...

Söyleyen değil, hayır (ezberi bırakalım) sadece yapan da değil; söylediğini yığınlarla yapmaya girişen; gösteren değil göstermek istediğini somutta yaşatarak, olabilirliğini kalabalıklara deneyimleterek, kitleleri kendi özdeneyimleri içinde siyasetin ana öznesi haline dönüştürüp oluşturarak gösteren devrimci irade; kast edilen bu…

Seçim sonunun solgun ‘an’ına tercümesi:

Saray rejimini menziline taşıyacak son taşları döşemesine karşı “sivil direniş” yapan, gıdım aşağı yukarı, son birkaç seçimde toplam muhalefetin toplamını veren yüzde 48’e nefes aldıracak…

Yüzde 48’i, yüzde (adım adım) 48’le beraber alternatif hayat alanları yaratmaya sevk etmek göreviyle teçhiz edilmiş, alternatif hayat/nefes boruları, sosyo-politik ve haliyle ekonomik menfezler inşa etmeyi bugünün ‘devrimi’ sayacak devrimci irade; kast edilen bu…

İşçi sınıfı örgütlenmesi bazında, memleketin teorik-pratik birikimini mirası sayıp esas alarak, gezegenin ezen-ezilen mücadeleleriyle, açılım/tartışma ve tecrübeleriyle harmanlanarak teorik ve pratik olarak kendini yeniden kurmak - belki de oluşturmak mı demeli?…

‘Yeniden kurmak’; var olan ‘irade’leri yatay kesen, ortak kümede toplanacak hedefler; üzerinde anlaşılan maddeler/başlıklar doğrultusunda/çerçevesinde mücadelenin birliğinin koordinasyonu, eylemli varoluşun eşgüdümü, senkronizasyonu…  

Kastedilen bu, devrimci iradenin örgütlenmesinden…

Ama kesmediyse, merakını yenemeyen okura, yaklaşımın mantığını biraz daha anlama babında, evvelce burada, Gazete Duvar’da son seçim sürecinde yazılan, FSLN, tecrübesine referans yapan metnimize bakmasını önereceğim… (Şimdilik…)

Nokta değil, noktalı virgül:

Başlık ve spotlara şöyle bir göz atıp geçerken, girizgâha da bir arkadaşa bakıp çıkma merakıyla bakıp yol alacak okuru da bekleriz devamına…

Spoiler sayın…

Şimdi burada okuduklarınız dahil, birkaç parça olarak planladığım bu yazı serisi, devrimci öznenin “harmanlanarak teorik ve pratik olarak kendini yeniden kurması/oluşturması” tartışması ekseninde devam edecek…

Elbette Saray rejiminin muradını/stratejisini, önceliklerini anlama bağlamında konuşacağız…

Tartışacağız…

Halleşeceğiz…

Başımızdaki belayı savmak için yapmalıyız bunu… 

Zira yine vurulduk…

YİNE YENİLDİK BE EY HALKIM UNUTMAM SİZİ

Sahi; Kim kimi neden ve nasıl yendi?

Hesaplaşacağız…

Geldiysek buraya kadar, harman yerindeyiz, demektir...

Harman?..

Harman yeri?..

Ne bunlar?

Eyvallah, haklısın cefakâr okur…

Çayın harman edilmişini, içkinin, tütünün harmanlanmasını  sevsek de...

Ver bir fırt alayım da kendime geleyim, hasretiyle dumansızlıktan harman olsak da…

Kitap formalarını sayfa numaralarına göre harmanlayan çoğu matbaa işçisi için mesela, ‘harman’ budur işte, dahası ne ola ki?!

Bilhassa gençlerin ekseriyeti bilmez ‘harman’ın esasını, türlü iş ve eyleyiş tariflerine ilham veren orijinal manasını, saf köken ve etimolojisini…

Sadece şehirliler değil, köylüler de unuttu ‘harman’ı – ya da sadece adı kaldı yadigâr…

Zira…

Evvela…

Traktör ve patoz, öküz ile atı sürdü harman yerinden…

Derken…

Biçerdöver ve arkasına bağladığı saman/balya makinaları hepten ıskartaya çıkardı, sildi gündelik hayat lisanından, harman yerini...

Tarihe… bir de pastoral edebiyata bıraktı, romantik tasvirlerin, nostaljik anlatının nesnesi olarak…

Tabii bir de bize…

Şimdi olduğu gibi sosyo-politik süreci anlama ve anlatmada kullandığımız teşbih ve metafor olarak kaldı, ‘harman’…       

Halbuki öyle mi idi?!

Derin ve derunî anlam ve hatıraları vardır harmanın, insan ve (tabii bir vakitler, Nazım’ın dizeleriyle sofrasındaki yeri “kadınları”ndan önce gelen) öküzün tarihinde

Yandığı yakıldığı, öldüğü dirildiği, uğruna kan döktüğü harman yeri (Nail Çakırhan’ı yâd edelim), kimi zaman da döne döne, “dokuz zilli köçek gibi” “avrat” oynattığı mekândır, harman yeri…

Emeğinin mahsulünü, yıllık geçimliğini, rızkını çuvalladığı, göğe bakan avuçlarıyla bereket aradığı yerdir, harman yeri…

İcabında Tarlada izi olmayanın harmanda gözü sözü olmaz ağam, diye yabaların kalktığı isyan mahallidir, tahıl demetlerinin iri iri öbek edildiği satıhlar, çayır çimenler…

Borç senetleri, “harman sonu ödemek üzere inşallah”, temennisiyle imzalanır… (idi).

“Nasipse harman sonu düğünümüz var” okuntusu (davetiye) haber edilir (idi), konu komşuya….

Vesselam, kırda zamanın miladı, umudun mabedi (idi) harman

Hoca Nasreddin gibi ağlayan / Bayburtlu Zihni gibi gülenlerin harmanı da harman yeri de olur olmaza, çalakalem anmaya, benzetmeye gelmez…

Hürmet bekler…

İzahat ister:

Velhasıl, harman, ekilen tahılın biçilerek/hasat edilerek rızka, ürüne dönüştürmek üzere yığılması…

Harman yeri, sapla samanın, saman ile denenin ayrıştırıldığı saha, demek…

Harman zamanı, hülasa edilen sürecin zaman zarfını, sürecini kapsar…

Sosyalist devrimci siyasetin harmanı ‘devrim’; harman yeri eski düzenin/kapitalizmin teslim alındığı/yıkıldığı hayat alan(lar)ıdır… (son tahlilde).

Ama devrimimiz daha bugünden geleceğin filizlerini yaratmak, alternatif hayatın prototiplerini oluşturmak; politik iktidarı burjuvaziden söke söke alacak sosyalist toplumun yeni insanı da mayalandıracak iktidar organlarını/yaşam alanlarını şimdiden yaratmaksa, komünistlerin harman zamanı tüm zamanlara yayılır… da denilebilir… (son tahlilde).

Düzen içi siyasetin/siyasi mücadelenin harmanı ‘seçim’, harman yeri ‘sandık’tır… (son tahlilde).

İktidarıyla (düzen içi-dışı, sağ-sol, sosyalist komünist) muhalefetiyle tüm politik, sosyal güçler ektiğini biçmedi mi?

Biçti…

O halde?

14 ve 28 Mayıs sonuçları, harmanın kalktığını söylemez mi?..

Söyleyemiyor, kanımca…

Harman zamanı berdevam memlekette…

Harman yeri toz duman…

‘Harman yeri’ teşbihini, içinden geçtiğimiz tarihi tarif edici bulduğum için kullanıyorum…

TÜRKİYE HARMAN YERİ

İleride açacağım; konjonktürel değil yapısal sebepleri olduğunu sanıyorum bunun…

Zaten yaşadığı derin yol ayrımında son sapağa gelmiş bir ülkede konjonktürel olanla yapısal arasındaki sınır silikleşiyor, iç içe geçiyor… 

Kaldı ki ‘an’a dair görüntü, seçim ve seçim sonrası konjonktür de ‘harman’ kalkmadı, hasat mevsimi sürüyor, diyor…

Erdoğan’ın ikinci tur sonuçlarının dumanı tüterken, evinin önünde toplanan müntesiplerine (bağlıları) “Üsküdar’ı da alacağız, İstanbul’u da alacağız” hedefi gösterme mecburiyeti hissetmesi de bunu göstermiyor mu?

Son seçimde Üsküdar’da da (bir kez daha toplamda) İstanbul’da da, kadim ajandanın sembolik gözbebeği İstanbul’da “kaybetti”, Erdoğan zira… 

İstanbul bir yana, (yine) Orta Anadolu ve İç ve Doğu Karadeniz trombolinde sıçrayan oylarla kazanılan ‘zafer’ bir yana, sözü ağzından dökülmüş mü Reis’in, bilemeyeceğiz…

Ama Erdoğan’ın 28 Mayıs (2023) akşamı konuşmasına ‘bıçak sırtı’ (1) zaferinin tedirginliği sinmişti…

‘Bıçak sırtı’ saymamın sebebi, AKP’nin “zafer”ini küçümsemek değil…

Hayır, yaklaşık 4 puanlık farkı sayısal olarak dudak bükerek azımsamıyorum da…

Bilakis…

“Ekonomik olarak biten Türkiye”de, ulaşılan oy seviyesi (yüzde 52) Saray adına çok kıymetli ve bize çok şey söylüyor olmalı; kulak vermeli, gözleri açmalı, buraya odaklanmalı…

Zira esas ürkütücü olan da bu ve bunun üzerinde uzun uzun durmak gerekiyor…

Zira tüm mülahazaların, seçim sonuçlarını anlama çabalarının odağında olması icap eden soru şu:

Pandemi… Ekonomik yıkım/ekonomik terör… Deprem…

Tüm bu kritik eşiklerde yediden yetmişe herkesin şahitliğinde, neredeyse tel tel dökülen iktidar (koalisyonu) nasıl oldu da Meclis’te çoğunluğu, bir numarası, CB adayı yüzde 52 oy alabildi?

Adalet, madalet olmuşken; parti devleti uygulamaları “hayatın olağan akışı” hâline gelmişken…

Yolsuzluk, kayırmacılık… falanı filanı ile tüm rezaletler ayyuka çıkmış, saklanamayacak raddeye gelmişken- ve sahiden çok ama çok daha mühimi tüm melanetler çoğu Erdoğan destekçisi tarafından, hatta kimi usulsüz pratikler tabiatıyla en çok onlarca görünüyor ve biliniyorken…

Saray Rejimi’nin zaferini neye yormalı, nasıl izah etmeli?

Normalde…

Normal partileri ve koalisyonunu DSP ve MHP’yi yüzde 1’lerde baraj altına çakan o ekonomik krizin daha ağırı yaşanırken, İslamcılığın kadim ‘kalesi’ Konya’da dahi esnafa masa sandalye yaktıran kriz, 2023’te Erdoğan liderliğini neden “götürmedi” de yüzde 52 ile ‘tacı’ yeniden başına taktı?..   

Soluklanma suali:

Bunun Türkiye’nin harmanlanmasıyla, ülkenin harman yeri olmasıyla ilgisi ne?

Tam da burada aramalı denilebilir mi?

Sorular muhakemenize emanet; devam ediyorum:

Evet, vaki ve asla unutulmamalı:

‘İthal seçmen’; küresel İslamcı network Türkiye’ye nüfus kaydırması mı yapıyor, sualini akla getirecek denli artan, sınır ötesinden nüfus intikali

Uluslararası gözlemci raporlarına da yansıyan adaletsiz seçim ortamı, sandık yolsuzlukları… falan filan…

Hepsinin sonucu etkileyen faktörler olarak gündeme gelmesi, seçim tartışmalarının girdisi sayılması meşru ve gerekli...

Ama fakat tüm bunlar..

Eve tüm bunlar normalde (2001’de DSP ve MHP’nin yaşadığı gibi) baraj altı kalması beklenebilecek AKP/MHP omurgalı koalisyonun parlamentoda çoğunluğu sağlamasını, çoklu sağ koalisyonun adayı Erdoğan’ın yüzde 52’sini izah etmiyor…

Kritik soru:

‘NORMAL’İ DEĞİŞTİREN NE VE BU YENİ ‘NORMAL’DE NE/NASIL YAPMALI?

Bu yazı başlangıç…

Takip edecek yazıların (da) ana problematiği bu soru(n) ve nasıl aşılacağı/baş edileceği olacak:

Erdoğan onca olumsuz şartlara rağmen yine ve yeniden nasıl/neden kazanabildi?..

Kadim İslamcı (muhafazakâr/milliyetçi mukaddesatçı tezahürleriyle/simbiyozuyla) birikimi devralan Erdoğan/AKP, kendi suretinde insan ve toplumu yaratmış olabilir mi?..

İddiam bu; cevabım evet olacak:

28 Mayıs ‘Zaferi’nin membaını burada aramak gerekiyor kanısındayım…

Keza tuhaf bulunabilir ama…

Rejimin kazandığı “zafer”in paradoksunu, neden “bıçak sırt”ında bir zafer olduğunu da pasif/örgütsüz “sivil direniş” kutbuyla süren bu tarihsellik çerçevesinde açıklayabileceğimizi düşünüyorum…

Uzun 12 Eylülün toplumsal transformasyonu bağlamında ele alıp tartışmaya, olan biteni anlamaya ve göstermeye çalışacağım, önümüzdeki yazı(lar)da…

Faili Uzun 12 Eylül olan, Sosyalist solun soğurulup modifiye edilmesinden söz edilebilir mi? – hangi nispette?

Bu tartışmanın, AKP’ye/Erdoğan’a seçim kazandıran istikrarlı sosyalliğin inşa edilmesi ile hangi bağlamda, nasıl ve ne ilgisi var?

Muhasebeyi buralardan, kitabın ortasından yapmak lazım diye düşünüyorum…

Bendenizin niyeti bunu denemek olacak…

Döne döne bunu yapmaya çalışacağım – dilerim davetkâr da olur…

Zira (seçim ve sonuçları bahsinde de) yanlış sorularla doğru sonuçlara / çözümlere ulaşmak mümkün olmuyor…

En bariz misalini de seçim sonrasında CHP’de olan bitende görüyoruz kanımca...

CHP’siz düğün olmaz; ucundan gireceğiz bu bahse de...

Devam edeceğiz…

Hadi bakalım…

Gün ola harman ola…

------

(1) Yüzde 52 oranının yanı sıra ‘zafer’ haritasının Orta Anadolu ve Doğu Karadeniz gibi “gideni”/köylülüğü temsil eden bölgelerden alması, “geleceği”/kentleri/kentlerin geleceği temsil eden kesimlerinde kaybetmeye devam etmesi, rejim açından hedeflenen ‘menzil’ düşünülürse, elde edilen ‘zafer’i bıçak sırtında kılıyor… Diğer ifadesiyle de izah edebilirim: Erdoğan’a, İslamcı ecdat yadigarı menzile ulaştıracak son virajı aldıracak, Saray rejimine devleti fethin koydurulmayan son taşlarını koyduracak motivasyonu gazlayacak çapta olmamasından ötürü ‘bıçak sırtı’ sayıyorum…

Belki de bunun kadar mühimi şu soruda: Saray ve maiyetinin “bıçak sırtı” tedirginliği tatminsizlik yaşıyor olmasında- bu hissiyatta, erişilen sonucun ne pahasına olduğunun ve (iddialara konu olmayı alt perdeden de olsa sürdüren) hangi hile hurda ile zafere ulaşıldığının bilinmesinin payı nedir?

Adil bir seçim olsaydı sonuç nasıl olurdu, bunu en iyi Rejim güçleri biliyor kuşkusuz ve işaret ettiğim kaygı ve endişeler bundan da besleniyor olabilir, tabii...

Nitekim…

Saray’ın maiyetindeki gazetecilerden Ardan Zentürk’ün, seçim gecesi, “Tüm bunlara rağmen yüzde 52 mi? mealindeki memnuniyetsizlik ifadesi tweet'i de zaferin boğazda takılması olarak da okunabilir…