YAZARLAR

Harman yeri tartışmaları 2: Erdoğan’ın kendi suretinde toplum yaratma dinamiği/ekonomi politiği

12 Eylül’den bu yana hemen her düzlemde yaşanan kökten değişim ve dönüşümün, bir nevi Z raporunu verdiğini düşünüyorum, ilk iki turlu seçimimizin… Erdoğan’ın iktidarının, zirvesinden eteklerine, İslamcı camianın hatır sayılır kesimlerini, cemaat ve tarikatlarını iliştirdiği/koalisyonu temsil ettiği sır değil. Bu karakteriyle (de) Erdoğan/AKP aşağı yukarı yüz elli yıllık İslamcı birikimin üstünde oturuyor…

“Din, kadim savaşlar için başta gelen bir bayraktır. Ama, sade bir bayrak…”
Hikmet Kıvılcımlı

Yazı serimizin ilkinde…

Geçen hafta burada, tartışmaya açtığımız eksenin ana sorularından biri şu idi:

Başbakanlık kapısında Ecevit’in önüne yazarkasa attıran 2001 krizi, 2002 seçiminde koalisyon bileşenlerini (DSP-ANAP- MHP) baraj altı bırakırken…

Devrin Başbakanı Ecevit’in partisini yüzde 1’e çakarken [1] …

İslâmcı/muhafazakâr birikimin kalesi Konya’da dahi salgın sırasında esnafa, meydana yığdığı masa ve sandalyeleri yaktıran [2] şartların daha ağırı ve çok boyutlu krizleri …

Yeni zam taarruzuyla rekora koşan ekonomik kriz son seçimde neden aynı sonucu yaratmadı, AKP’yi baraj altına düşüremedi?..

Bilakis…

(Büyük ölçüde MHP’ye kaydığı anlaşılan yüzde 7’lik kayba rağmen, yüzde 35.58 ile) AKP yine birinci parti oldu, çoklu koalisyonun reisi Erdoğan (İkinci turda da olsa) yüzde 52 (ile de olsa) Saray’ında kaldı…

Neden?...

Benim buna, geçen haftaki yazıda cevabımın hülasası şu idi:

Kadim İslamcı birikimi (büyük ölçüde) devralan Erdoğan/AKP, kendi suretinde insan ve toplumu yarattı… 28 Mayıs ‘Zaferi’nin membaını burada aramak gerekiyor…

Demiştim…

İddiamı da ilave etmiştim:

“Uzun 12 Eylülün toplumsal transformasyonu bağlamında ele alıp tartışmaya, olan biteni anlamaya ve göstermeye çalışacağım, önümüzdeki yazı(lar)da…”

O yazılardan birindesiniz ve devam ediyorum…

Burada mühimsediğim iki kavram dikkat ister – zira izahatım bunlara dayandırılacak; İsviçre çakım olacaklar bir bakıma…

‘Uzun 12 Eylül’ ve bu süreçte tedricen kotarılan ve süren toplumsal transformasyon

Soğurma/emme, asimile etme; 12 Eylül’ün insan ve toplumu hedefi doğrultusunda şekillendirmesi manasında kullanıyorum, toplumsal transformasyonu…

Esasında meseleyi böyle kavradığımı söyleyerek (ve önererek), yahu seçim biteli neredeyse iki ay olmuş, atı alan Üsküdar’ı geçmiş, bu seçim yazısı neyin nesi oluyor, itirazına da cevap vermiş sayıyorum [3]

Zira bu son seçim daha çok tartışma kaldırır, kanısındayım…

28 MAYIS: TOPLUMSAL ZİHNİYETİN Z RAPORU

12 Eylül’den bu yana hemen her düzlemde yaşanan kökten değişim ve dönüşümün, bir nevi Z raporunu verdiğini düşünüyorum, ilk iki turlu seçimimizin…

Peki hâkim yaklaşım ne?

Popüler mecralardaki ele alışlar/değerlendirmeler pek böyle düşünülmediğini, yukarıdaki fikirle aynı kanıda olunmadığını söylüyor doğrusu…

Tuhaf bir şekilde Kılıçdaroğlu tartışmasına yöneltildi, “neden yenildik?” sorgusu…

 “Yenilgi”nin sebepleri çoğu teknik/pratik zaaflara indirgenerek açıklanmaya çalışıldı…

Elbette farklı kavrayışlar da yok değil…

Benzer hatta düşünüyoruz galiba zannı doğuran değerlendirmelerin birini anacağım sadece…

Melih Pekdemir’in Birgün’de, ilk turun hemen ardından yazdıkları, biraz o tonda olsa da öyle sadece öfkeye bağlanmayacak derinliklere işaret ediyordu, nazarımda…

Pekdemir, “İlk seçim sonuçlarının kısa ve öz anlamı”nı çarpıcı bir tespite bağlıyor:

- Herkes sandıkta kendisini seçti.

Ne demek bu?..

Pekdemir izah etsin: 

“Hadi bu sözü bir tık daha açalım: HERKES SANDIKTA KENDİSİ GİBİ OLANI SEÇTİ. Hadi bu sözü de bir tık daha açalım: Herkes sandıkta kendisinin olmak istediği gibi olanını seçti.”

- Kendisini…

- Kendisi gibi olanı…

- Kendisinin olmak istediğini

Pekdemir’in müsaadesiyle, elbette onun tespitlerinden azade olarak (o buralara vardırır mı bilmiyorum), ben tam da bu kritik hâlleri, Erdoğan seçmeninin oldukları ve olmak istedikleri, hayal ettikleri hâlleri, kendi cümleme, iddiama bağlayacağım:

Erdoğan’ın/AKP’nin kendi suretinde yarattığı insan ve toplum bahsine.

Erdoğan/AKP, kendisi gibi olma hayali kurduracak denli, kendisi gibileri hangi ara, ne zaman, nasıl yarattı?..

‘Yaratım’ hiç değilse burada kullanageldiğim ‘yaratım’ (yarattı) oluşumdur ve süreç ve ilişkinin konusu olarak düşünülmeli…

Süreçten bahsedince de nerelere/ne zamanlara uzanmamız gerektiğini, Erdoğan’ın “ecdat” tiratları söyler aslında…

İdeo-politik devamlık bahsinde İslamcılık deyince…

Abdülhamit’ten başlayan, Cumhuriyet Türkiyesi’nde türlü hâllere bürünerek devam eden “dava”nın iniş çıkışlı serüveni, İslamcı/muhafazakâr/milliyetçi mukaddesatçı insan ve toplum birikimini resmeder…

Günümüz İslamcılığı şüphesiz bu birikime yaslanır - ilişkilenir bir şekilde, işine geldiği yerde kullanır, filan...

Ve tabiatıyla bugün Erdoğan’ın insan ve toplumundan bahsedeceksek, bu tarihsel birikimi gözardı edemeyiz, etmemeliyiz…

Erdoğan’ın İktidarının, zirvesinden eteklerine, İslamcı camianın hatır sayılır kesimlerini, cemaat ve tarikatlarını iliştirdiği/koalisyonu temsil ettiği sır değil[4] …  

İktidarının bu karakteriyle (de) Erdoğan/AKP aşağı yukarı yüz elli yıllık İslamcı birikimin üstünde oturuyor…

O tarihi birikim önemli ölçüde Saray rejiminde temsil ediliyor ve meşruiyet aracı olarak kullanılıyor…

Ezcümle:

İşaret ettiğimiz birikim, bahsettiğimiz Erdoğan suretinde insan ve toplumun oluşumunun şüphesiz tarihsel dayanaklarını oluşturur…

Ancak, biz buralara böylece işaret ederek geçeceğiz…

12 Eylül’e dikkat kesileceğiz…

Neden?

O birikimin, sosyal siyasal/devlet iktidarı menziline (adeta) koşulmasında dönüm noktası/sıçramanın miladı, çokça kabul gören değerlendirmeyle, 12 Eylül askeri darbesi çünkü…

Milat; sadece İslamcılar açısından mı?

Hayır; Sol-devrimci hareketler başta, tüm toplum açsından; tepeden tırnağa, insan ve toplumuyla a’dan z’ye yeni bir Türkiye inşa etme hedefiyle tüm kuvvetlerin tarihinde bir milat…

Bir bakıma Cumhuriyet Türkiyesi’nde, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra bu toprakların belki de en sahici ikinci miladı, 12 Eylül…

Tabii 12 Eylül’ü, ‘83 seçimleriyle biten bir darbe olarak görmüyorsak…

Böyle görenler…

Bilhassa zamane liberaller(in ekseriyeti) böyle değerlendirdiği için darbeye karşı Özalcı kesildiler ve çoğu öyle kaldı - hep sağda, en son, yakın zamana kadar AKP’de idiler; biliyoruz…

Aksi kanaatte olanlar için 12 Eylül, alışıldık, “on yıla bir olan askeri darbeler”in ötesi idi…

Belli zaman dilimlerine sığmayan, devamlılıktı...

SÜREÇTİR, 12 EYLÜL; YAYGIN KABULÜN AKSİNE BİTMEDİ, 80’DE YARATILAN TİPOLOJİ YENİ FORMLARLA SÜRÜYOR...

Uzun 12 Eylül, dememin sebebi bu…

Uzun 12 Eylül, çağrıştırıyor olmalı, Hobsbawm’ın Kısa 20. Yüzyılı’na [5] nazire yapıyor… 

Hobsbawm da “Kısa 20. Yüzyıl kavramını Macar Bilimler Akademisi eski Başkanı Calvocoressi’ye borçluyum” adresini verir [6]...           

Üstât, geçen asra mührünü vuran, ikincisini, ilkinin devamı saydığı, iki dünya savaşı ve “Sovyet Çağı”nın bitişi nedeniyle, 1914-1991 arasını Kısa 20. Yüzyıl kavramıyla tanımlar/anlatır…

Ben tarihçimizden esinle, Uzun 12 Eylül’ü, toplumsal ve siyasal transformasyon (soğurma-değiştirme) sürecini tarif etmek için kullanıyorum [7]…  

‘Süreç’ demek, lafın gelişi değil, kritik:

O kanlı miladın damgasını taşıyan bugünün farklı formlarla sürdürdüğü dayanıklılığını ima ederek, süren 12 Eylül’ü ima ediyor…

Diğer deyişle:

12 Eylül, tohumu serptiği/kalıpladığı insan ve toplumu büyüterek, Erdoğan rejimi altında, Saray rejiminin ruhu ve rengiyle hayatımıza hükmeden iktidar olarak kendini üretmeye devam ediyor…  

Erdoğan’ın Turgut Özal’ı sık anmasını esasen burada aramıştık...

Çünkü Özal, ona evvela, siyasal iktidarın kapısını açan sosyal iktidarın zeminini döşedi…

Nasıl?

12 Eylül’ün ‘zor’unu asker, rıza üretme kapasitesini Özal temsil ediyordu… 

Darbeye değil, hayır, darbenin hedefine razı etmekti:

Kapitalist emperyalizmin büyük dönüşümüne, neoliberal kapitalizme uyum sağlayacak Türkiye’yi yaratacak/yürütecek yol ve yordamlara rıza üretimi…

Ve Özal Türkiye insanının zihniyeti, bir bakıma tarihinin genetiği değiştirilerek, o rızayı, insan ve toplumuyla birlikte yarattı… 

Nitekim…

Turgut Özal’ın, “Başardığın en önemli şey ne oldu?” sorusuna, cevabı ne olmuştu?

“Zihniyet değişimi… Türkiye’nin zihniyetini değiştirdim…”

Değiştirdi: Pratiği örgütleyen lider olarak…

Programı hazırlayan ise elbette 12 Eylül’ün asıl sahibi ABD idi…

ABD ne yaptı?

“Soğuk Savaş” birikim tecrübesini zamana uyarladı…

Şöyle:

Sol kırım ile ‘an’ın sorununu “çözerken”, geleceği ihmal etmedi, plânladı…

Plânın özü:

Hasmına yapmak istediklerinin bir kısmını, hasmına yaptırmak...

Hasım güç içinde -hizaya gelmeyeni vururken, diğerine dokunmayıp yol vererek- destekleyeceğin kuvvetler yaratmak!  

Soğuk Savaş birikimi bu tecrübelerden oluşur…

Ve muhtemelen Soğuk Savaş dersleri devreye sokuldu:

Bolşevik komünizme karşı demokratik sosyalizm akımı yaratmış, sola karşı solu kullanma becerisi kazanmış bir tarihin ahvadlarıydı neticede…

Ve “hadi yapalım onu” dediler:

Düşman/tüm sol aynı kaba konmadı; derecelendirmeye girişildi…

Diğer bir deyişle, sistem açısından kabul edilebilir/meşru sol yaratılmaya çalışıldı…

Uzatmayacağım, ayrı bahis, sadece şu kadar:

12 Eylül sonrasından başlayarak devrimci/sol/ sosyalist hareketler “Yeni Gündem”ler etrafında modifiye edildi…

“Devrimci”lik başta, her düzeyde "silahsızlandırıldı" sol…

Bunları anlatmamın sebebi:

12 EYLÜL’ÜN SOL KIRIMI YAŞANMASA VE FORMATLANMIŞ SOL İLE DEVRİMCİ ENERJİ EMİLİP “İÇE” DÖNDÜRÜLMESİYDİ, ERDOĞAN’IN SURETİNDE İNSAN/TOPLUM YARATMASI KOLAY OLMAZDI.

Çünkü…

60-80 arası kitleleri siyasi özne olarak devreye sokan…

Ekmek ve haysiyeti birbirine yeğlenebilir mefhumlar olarak görmeyen…  

Sosyalizmin “yeni insan”ını yaratan sol akımlar, itaat ve biat eksenli bir sosyal iktidarın tesisine müsaade etmezdi/etmedi…

Ancak solun devreden çıkarıldığı şartlarda...

İç-dış sebeplerle “yürü ya kulum” denilerek öne çıkarılan İslamcılık, 12 Eylül tipi insan ve toplumun kendi versiyonunu oluşturmaya başladı…

12 Eylül tipolojisinden farkı:

Din diyanet işlerinin tutkal olması, motivasyonunu İslamcı motiflerle sağlaması idi…

Ama İslamcı örgütlenmelerin de İslam’ın doğuş yıllarından İhvan’a, tarihle beslenen derin hafızları var…

O hafızalardaki tecrübe onlara şunu söylüyordu:

Salt retorikle; din imanla yığınlar/hayat örgütlenmez…

Bu dünyada yarasına merhem olacak sosyal ve ekonomik kazanım/dayanışma şart!..

Bunu öyle derinden bellemeselerdi, bir hırka bir ekmekle yetinir, hanlar hamamlar peşine düşmezlerdi...

Cemaat ve tarikatlar holdingleri/paraları kadar kuvvet sahibi olmazlardı…

Aynı mekanizma AKP/Erdoğan rejim için de geçerli…

Bugün Erdoğan’ın kendi suretinde yarattığı insan ve toplumdan bahsediyorsak, bunu sadece din iman sayesinde başardığını düşünmek, muarızın gücünü hafife almak ve kaynağını anlamamak olur….

Din iman, İslamcı retorik iktidar çarkını döndüren ideolojik makine yağı sadece…

Esas çarkı döndüren ise üzüm salkımı misali “her mahallede bir Erdoğan” yaratarak ülke sathında kurulan, toplumu saran çıkar ağıdır…

Erdoğan’ın yaratığı insan ve toplumun esasta maneviyatın, din diyanetin değil, ekonomi politiğin tartışma ve inceleme konusu olduğu idrak edilmeli…

İlham kaynakları arasında İktidar hafızasının tarihsel tecrübeleri olduğunu da sanıyorum…

İslam ve ecdat pratiklerine…

Cihat ve fetih derslerine uğrayarak…

Erdoğan tipi insan ve toplum tipolojisi yaratmanın ekonomi politiği üzerinde bir miktar daha durmaya devam edeceğim…

NOTLAR:

[1] DSP yüzde 1,22, MHP yüzde 8,5, ANAP 5,13

[2] (18 Mart 2021, Konya’da esnaf masa ve sandalye yaktı: Kongreler lebaleb doluyken virüs sadece bize mi var? (gazeteduvar.com.tr)

[3] Böyle bir itirazı ileten olmadı, doğrusu… Ama (Beyhan editörümden aldım havadisi) esirgenen ilgiden, sadece buna değil genellikle aktüel politikaya/politika tartışmalarına karşı, belki mevsim tesirinden de söz edilebilir, kayda değer bir kayıtsızlık olduğu hissediliyor… Bir kendimden de biliyorum… Sahi en son tv'de ne zaman “tartışma programı”nı izledim baştan sona, hatta Halk TV/SZCTV’de filan ‘haberler’i?  

[4] İktidar’ın vaktiyle taşıyıcı kolonlarından “FETÖ”, 15 Temmuz 2015 İslamcı iç savaşının kaybedeni olarak devre dışı kaldı; malûm…

[5] Eric Hobsbawm, Kısa Yirminci Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Everest Yayınları, 2006

[6] a.g.k., önsöz, s. xi

[7] Tanıl Bora da yakınlarda çıkan bir derlemede (Cumhuriyet: Asırlık Bir Muhasebe, İletişim Yayınları, 2023) yer alan makalesinde [Yüzyılda İdeolojik Akışlar] aynı kavramı kullanıyor: Uzun 12 Eylül 1980-2002).