YAZARLAR

Gezi, rap, siyaset

Bu süreçte özellikle gençliğin kulağında çalan bu ezgiler ve sözler burjuva bir yaşamı özendiren cinsten. Tarih sanki tekerrür ediyor; bir tarafta gecekonduların, sokakların gerçek sahibi ezilenlerin müziğini yapanlar, diğer tarafta elleri büyük şirketler tarafından tutulmuş eğlence ve dans için rap yapanlar.

Kültür endüstrisi, sistemin en önemli ideolojik aygıtlarından biri. Günümüz sosyal medya çağında da yeni biçimler alarak sürüyor ve yabancılaştırıcı gücünü koruyor. Rap ve bilhassa trap de kültür endüstrisinin popüler metalarından biri haline geldi. Çıkışı, doğası ve hareketi sistemin yarattığı yıkıma karşı olan rap müziğin bugün sağ popülizmin araçlarından biri haline gelmiş olması hiphop kültürünün üstünde yıkıcı etkilere sahip. Son dönemlerde yaygınlaşan 'İnflucer'lık' ile birlikte şunu görüyoruz; bu kişiler tek bir alanda değil bir çok alanda etkili olmaya çalışıyorlar. Bilgisayar oyunu yayıncılığı yaparken bir anda bir trap parçası yapıp hit olabiliyorlar ya da aynı anda sinema filmi çekebiliyorlar. Bu etkiyi sanatçılar görmezden gelemeyip bu kişilerle ortak projelere imza atabiliyorlar. Peki bu sadece bir kültürel saldırı mıdır? Son gündemle birlikte biz artık sosyal medyada ün salmış kişilerin kirli bağlantıları olduğunu, kara para aklama, vergi kaçırma gibi işleri yaptıklarını biliyoruz. Bu çember ne kadar geniş? Benzer suçlamalar müzik piyasasındaki kimi hit müzisyenler için de pek çok yerde yapıldı. Sistemin kültürel saldırısına eklemlenmek, peşinden bu tür işler ile mi ödüllendirildi? Bu soruların cevabını aslında benim alanım olan hiphop kültürünün geçmişine ve bugününe bakarak bulabiliyorum. Hiphop nasıl doğdu, bizde nasıl bir etkisi oldu ve bugün nerede?

İbrahim Hocam merhaba. Bir yandan öğretmenlik, bir yandan rap müzik yaptığını, hem de muhalif bir siyasal tavrının olduğunu biliyorum. Hocam biraz kendinden bahseder misin, bu kadar karpuz nasıl sığıyor bir koltuğa?

Tabii bahsedeyim Mete Hocam. Ben İbrahim Ateş. Derbaş mahlasıyla müzik yapıyorum. 1999 yılında İstanbul’da doğdum ve 12 yaşına kadar orada yaşadım. Hiphop ve müzikle tanışmam da orada oldu diyebilirim. Sürekli şiir ezberler, şiir okurdum hatta küçük çaplı bir şiir dergisi bile hazırlamıştım babamın yardımı ile. Sonrasında üniversiteye kadar Antalya’da kaldım. Burada gitar çalmayı öğrendim. Ben liseye gideceğim vakitlerde Gezi İsyanı çıktı. Beni siyasete ilgili yapan buydu. Siyaset ve müzik lise hayatımın büyük iki parçasıydı. Ya siyaset yapacaktım ya da müzik diye düşünürdüm hep. Sonrasında müziğin toplumlar için aslında ne kadar itici bir güç olduğunu gördüm. Emekçilerin, ezilenlerin müziğini yapmayı tercih eden birçok müzisyen vardı. Bu görüş ile üniversite için müzik öğretmenliği yetenek sınavına girmek istedim ve başarıp Ankara’ya taşındım. 

Derbaş (İbrahim Ateş)

Yazmaya devam ediyordum ama bunları yayınlamak bana epey uzak geliyordu. Buna artık sınıfsal bir kin mi denir ne denir bilmiyorum ama bir gün ana akım bir şeyler dinlerken “yeter, deneyeceğim” diyerek rap türünde parçalarımı çıkarma kararı aldım. Def-Ol parçasını kendimi denemek için yayınladım, peşine iktidarların öldürdüğü, istismar ettiği çocuklara yazdığım Hatırla parçasını yayınladım. Son olarak da Aydın’da asansör cinayetinde kaybettiğimiz sıra arkadaşımız Zeren’in ölümü üzerine ana akım rap piyasasının derin sessizliğine Ultimatom isimli parçam ile çıkış yaptım. Ben bir müzik öğretmeniyim ve şu an hayattaki en yüce amacım, öğrencilerim diyebilirim. Derslerimde müziğin -spesifik olarak da rap müziğin- sadece bir eğlence aracı olmadığını öğretmeye çalışıyorum.

İbrahim Hocam nedir bu “rap müzik” nereden, hangi ülkeden çıkıyor. Neden rapçiler bu kadar “kızgın” ve “hızlı” şarkı söylüyorlar. Rap’in derdi ne?

Rap müzik bugün olduğu konumunun aksine bir eleştiri müziği. Daha gerisindeki blues ve caz müziği siyahîlerin acılarının birer dışa vurumu olarak ortaya çıkmıştı. Rap ile müzik, hüzün ve acının ifadesinden çıkıp başkaldırı, boykot ve direnişin merkezi haline geldi. 1970’ler New York’unda belirli mahalleler gettolaşmış -Bronx bunların başında gelir- siyahîlerindi, ancak sadece onların değil latinlerin, Karayip kökenlilerin de yoğunluk olduğu yerlerdi. Bu gettolar uyuşturucu, fuhuş, cinayet gibi birçok suçun merkezi olmuşlardı. Tüm bunların yanında beyazların ağırlıklı olduğu bölgelerde ise disko kültürü adeta çılgınlık derecesinde büyümüştü. Pahalı arabalarıyla, abartılı kıyafetleriyle burjuvazi, eğlenceyi doruklarında yaşıyordu. Eş zamanlı olarak bahsettiğimiz gettolarda polisin işlediği cinayetler, Bronx’ta çıkan yangınlar mahalleleri savaş alanına çevirmişti. Ne kadar ironiktir ki dönemin pop müziği denilen funk ezgileri de bir dönem siyahîlerin acılarını duyurma aracıyken, beyazların elinde bir eğlence müziğine dönüşmüştü. Zenginler bu müzikle eğlenirken, Bronx’lu çocuklar yerel bir DJ olan Kool Herc’ün verdiği partide yeni bir kültür yaratacaklardı: Hiphop. Kool Herc bu partide hiç duyulmamış, popülerleşmemiş funk ezgilerini kendi break yorumu ile çalıyordu ve kültürün dansı olan break dance bu yoruma eşlik eden gençlerin dansıydı.

Çok uzatmadan şunu söylemek isterim, ilk rap plağı Rappers Delight rap’in plak şirketlerinin radarına takılması sonucu çıkan ve kültürü sistemin çarkına dahil etmek için atılmış ilk adımdı. Rap hit olmuştu ancak bir eğlence aracı olarak... Bu işi başlatan insanlardan Grandmaster Flash ve diğerleri mahallelerden şehir merkezlerine gelince işler değişti. Bu gecekondulu rap farklıydı. The Message parçası hiphop’ın partilemekten öte bir şey olduğunu, mesaj kaygısı taşıdığını, kavga verdiğini bilen bilmeyen herkese öğretti.

Bunları biraz uzun da olsa anlatmak önemliydi çünkü geçmiş bize ezilenlerin başkaldırı amacıyla ürettiği sanatın ve kültürün, egemenlerin müdahalesi ile nasıl basitleştirildiğini, eğlence aracı haline geldiğini gösteriyor. Bugün de durum bundan farksız değildir.

70’lerde Anadolu-rock neyse, 90’larda pop müzik neyse, sanırım günümüzde de rap müzik o. Rap için Z kuşağının “hâkim dili” diyebilir miyiz? Senin rap’le ilgin nereden kaynaklanıyor

Derbaş (İbrahim Ateş) 

İlgim doğduğum ve 12 yaşına kadar yaşadığım İstanbul’da başladı aslında. Yaşadığım mahallenin duvarlarında grafitti, gittiğim internet kafede rap müzik eksik olmazdı. Grafitti yapan abilerimiz yüzlerini kaparlardı, polisten kaçarlardı ve ben onlara çok özenirdim; çünkü onlar asi ve başkaldıran insanlardı. Sonra benim için bir kırılma zamanı olan Gezi İsyanı patlak verdi. Sürekli müziğini dinlediğim Fuat (Engin) Abi, Gezi Parkı’nda beşlik su bidonundan nasıl gaz maskesi yaptığını anlatıyordu. O dönem Gezi İsyanı’na selam duran onlarca, belki yüzlerce protest rap parça yapıldı. Gecekonduların rapçileri isyanda hem eylemsel hem de sanatsal olarak direniyor, savaşıyordu. Sadece onlar değil tabii ki, o dönem isyanın simgesi haline gelmiş diğer sanat alanlarından insanlar toplumla iç içe direnişin her alanda var olduğunu egemenlere gösteriyordu. Sonrasındaki politik atmosfer sol siyaseti hapsetmek üzerine kuruldu. KHK’lar ile üniversiteler boşaltıldı. Siyasî soykırımlar ile siyasî partiler, sendikalar, STK üzerinde ağır baskılar, tutuklamalar gerçekleşti. Gezi’nin toplumdaki meşruiyeti de Gezi Parkı Davası ile saldırı altındaydı.

Peki Gezi’den sonra rap’te ne oldu?

Bu sorunun cevabını her ne kadar bir rastlantı olarak görsem de ben bunu Gezi sonrası süreçte sosyal medya kullanımının büyük ölçüde artmasıyla da bağlantılı olarak görüyorum. Sosyal medyanın Gezi’deki kullanımını fark etmiş olacaklar ki bu kullanım artışına bağlı olarak orada da baskı arttı. Topluma salınan korku da sosyal medyayı yine bir eğlence, vakit öldürme aracına çevirdi. Son zamanlarda ise bu basit eğlence aracını kendi siyasî ve toplumsal çıkarları için kullanmaya başladılar. Sosyal medya yayıncıları seçimlerde sözleri ile gündeme geliyorlardı. Rap parçaları siyasî liderlerin alaycı danslarının parçaları oluyorlardı. Çok uzaklaşmadan tekrar rap’e dönecek olursak, bu atmosferde büyüyen sosyal medyada akım olma bir görünürlük ve maddi kazanç kapısı haline geldi. O kadar ki sanatçılar için halkla ilişkiler hizmeti veren şirketler artık envanterlerine “Şarkınızı tiktok’ta akım yapalım.” gibi hizmetler sunmaya başladılar. Rap ise bu akım müziğinin en çok tutulanıydı. Geçmişte disko müziğine atılan kurşunu diskoya hapsetmeye çalışanlar, bugün yine o kurşunu bu kez basit sosyal medya akımlarına hapsetmişti. Gecekondulu olduğunu iddia eden rap listelerinin başındaki isimler, akımların parçası olmak için pervaneydi.

Ultimatom -Derbaş

İbrahim Hocam, sen rap müziğin şimdiki biçimine de muhalifsin. Popüler rap’i muhalif olamamakla eleştiriyorsun. Şu anda Türkiye’de hâkim olan rap nedir ona eleştirin nedir, senin rap anlayışın nedir, rap müzik muhalif olmak zorunda mıdır?

Bu süreçte özellikle gençliğin kulağında çalan bu ezgiler ve sözler burjuva bir yaşamı özendiren cinsten. Asgari ücretten daha az bir maaş ile geçinmeye ve okumaya çalışan gençlerin kulaklarında rolex, prada gibi büyük markaların isimleri yankılanıyor, üç gün yemek yemese anca alabileceği duble viskilerin sözleri çarpıyor. Bir masal anlatılıyordu onlara, kapitalizmin masalını anlatma görevi ana akım rap’e verilmişti, ironik biçimde. Bu masala karşın, birkaç isim dışında kimse gençlere nasıl daha iyi bir hayat elde edebileceklerini anlatmıyordu. Tarih sanki tekerrür ediyordu; bir tarafta gecekonduların, sokakların gerçek sahibi ezilenlerin müziğini yapanlar, diğer tarafta elleri büyük şirketler tarafından tutulmuş eğlence ve dans için rap yapanlar.

İbrahim Hocam teşekkür ederim, sağ ol. Siyasetin kısır pazarlıklara, yolsuzluklara, sosyal medya fenomenlerinin kitsch, pespaye tüketim kültürüne kilitlendiği günümüz Türkiye’sinde seninle müzik üzerine sohbet etmek ufkumu açtı; öğrencilerinin de çok şanslı olduklarını söylemek isterim. Müziği bir çerez, salt bir eğlence; müzik dersini de bir fazlalık olarak gören hâkim zihniyetin yarattığı politik iklimde senin gibi hocaların varlığını bilmek bile ülke için hâlâ umut beslemek için bir nedenimiz olduğunu hatırlatıyor bize.

Rap’i ve onun tarihini, politik tutumunu özetlememe izin verdiğiniz için asıl ben teşekkür ederim Mete Hocam.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.