YAZARLAR

Aslında çok güzel bir tatil yapabilir miydiniz?

Yaz sıcağında asgari ücretin yetmezliğini, emekliye verilen üç kuruşluk zammın kurtarmazlığını, ısrarla çaldırılıp duran ‘savaş tamtamları’nın tehlikelerini, muhalefet adına kimin/kimlerin aday olacağını konuşuyoruz ya sürekli. Tüm bunlar olurken aslında “hep birlikte” –burada kastımız elbette hayatını zaten uzun bir tatil olarak geçirebilecek maddi güce sahip olanlar değil- güzel bir yaz tatili yapabileceğimiz ihtimalini göz göre göre ıskalamakta olduğumuzu unutmayalım!

Önünüzde masmavi deniz uzanıyor, sırtınızı vermişsiniz ağaçlara, akşama doğru ufukta alçalan yaz güneşini izliyorsunuz… Hafif de bir esinti mi çıktı ne, sıcak esiyor ama gene de bir rahatlatıyor insanı… Karavanınızın girişinde kurulan portatif masanın kıyısında serin bir şeyler yudumlayıp azıcık işin gücün, hayat gailesinin uzağına düşüvermişsiniz işte… Şanslısınız! Enflasyon canavarının kadim kitap sayfalarından fırlayıp gelen bir ejderha gibi ateş saçtığı bir dünyada ince ince hesap kitap yapıp birkaç gün çalıvermişsiniz işte, ne güzel…

Ama birden ağaçlar arasından bir görevli aracı çıkıp geliveriyor: Bu bölgede karavan park etmek yasak! Neden? Çünkü korona salgını ile birlikte katlanarak rağbet gören bu –diğer seçeneklere göre- hesaplı tatil seçeneği, sorumsuzca çevreyi kirleten kimi tatilcilerin yarattığı tahribat yüzünden tepki çeker olmuş. Oralarda yaşayanlar buna karşı çıkmış, yerel yönetimler de kararlar almaya başlamış, işte o yüzden yasak. Serpil Kurtay, karavanların hikayesini anlattığı yazısında aktardı ayrıntıları...

Keşke 1970’lerin sonundan bu yana bir turizm ülkesi olma gayreti içindeki Türkiye’de şimdiye kadar çevreye, insana, tarihe duyarlı bir tatil kültürü de yerleştirilebilmiş olsaydı...

***

Bu konudaki bir diğer örnek de Fırat Bulut’un Bingöl Solhan’daki yüzen adalarla ilgili haberinde vardı. Turna Gölü üzerinde serbest şekilde dolaşan üç adacık, 20 yıl önce ‘tabiat anıtı’ ilan edilerek koruma altına alınmıştı. Zeminleri yumuşak olduğu için üzerlerine basıldığında parçalanma riski ortaya çıkan adaların ‘korunması’ ise yine lafta kalmıştı…

Bölgedeki tesisleri işleten ve adaların güvenliğini de sağlamaya çalışan köylüler, “Devlet dedi ki ‘Burası yasaktır!’ Ama millet inanmıyor, ‘Yok, ben 5 kilometreden gelmişim açacaksınız’ diyor...” diye dert yanıyordu. Ziyaretçilerse çifte standarttan yakınıyordu: “Geçen yıl Bingöl Valisi beraberinde 30 kişilik bir heyetle yüzen adalara geldi. Valilik koruması kilitli alanın kapısını yerinden sökerek heyete yol açtı. Eğer yasaktan bahsedeceksek yasak herkes için uygulanmalı. Siyasetçilere ve yöneticilere serbest ama vatandaşlara yasak olur mu? Eğer üzerine çıkılması adalara zarar veriyorsa valinin çıkması da zarar veriyor. İlk önce böylesi kalabalık heyetlerin adaların üzerine çıkmasına engel olunmalı.”

***

Doğaya, insana, tarihe duyarlı tatil, eğlence, dinlenme ihtimalinden uzaklaşmayı mı seviyoruz? Ankapark? İnsanlarının dini, siyasi, etnik ayrımlara saplanılmadan bir arada yaşayabileceği bir ülke değil sadece Türkiye, aynı zamanda iyi dinlenebilmeleri, iyi tatil yapabilmeleri, kendilerini yenileyebilmeleri için de büyük olanaklara sahip. Ancak böyle bir ülkenin ‘istifa ettirildiğini’ bildiğimiz eski belediye başkanı, görevde olduğu dönemde ‘dinozorlarla’ dolu bir eğlence parkını uygun görmüştü başkente. Ve işte bugün artık 800 milyon doları aşan yapım maliyetinin çok ötesine geçmiş bir fatura ile karşımızda o gerçek anlamıyla ‘çılgın’ proje!

Şimdiki belediye yönetiminin durumu anlatmak için gazetecilere yaptırdığı gezinin ardından eski başkandan gelen savunma şu: “Onlar benim dinozorlar değil, Atatürk Orman Çiftliği depolarındaki eski dinozorları gösteriyorlar…” Daha kısa süre önce, Türkiye’de 6 milyar dolarlık ‘jelibon rezervi’ bulunduğunu açıklayıp sonra ‘solcular beni trolledi’ diye de savunma yapmıştı kendisi...

***

Tatili, turizmi, çevreyi, kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığını konuştuk madem, Gazete Duvar’da Cömert Uygar Erdem’in, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği’nde yapılan son değişikliklerle ilgili yazısıyla bitirelim. ‘Yeşil kalkınma’ adı altında yönetmelikte yapılan yeni düzenlemelerle halkın, çevrecilerin, meslek kuruluşları ve sendikaların tamamen devre dışı bırakılıp sadece bakanlık ve işveren örgütlerinin ‘mutabakatı’ ile yatırım yapılacak bir düzenin önünün açıldığını anlatıyordu Erdem. Değerlendirme toplantıları artık ‘online’ ve halkın ulaşamadığı şekliyle düzenlenecek, çok gürültü çıkarılmasına izin verilmeyecekti! Verilecek raporun kapsamını belirleyecek toplantı ise tamamen kaldırılmıştı. Bu değişiklikler Çanakkale’de Cengiz Holding’in altın ve bakır madeni işletmesi ile ilgili dava gibi yargı gündemindeki kararları da etkileyebilecekti. Yürürlükte olduğu son 30 yılda 6 kere tamamen, 16 kere kısmen değişen yönetmelik, sonunda tümden kolu bacağı kesilerek etkisiz hale getirilmişti!  

Hem de doğal güzelliğiyle bilinen Dikili’nin Bademli ve Karagöl bölgelerinde madenciliğin ve yapılaşmanın önü zaten mevcut yönetmelikle de açılıvermişken mesela… Ya da Cengiz Holding yargı kararlarının kendi işlerini ‘bağlamadığını’ açıklayabiliyorken zaten...

***

Yaz sıcağında asgari ücretin yetmezliğini, emekliye verilen üç kuruşluk zammın kurtarmazlığını, ısrarla çaldırılıp duran ‘savaş tamtamları’nın tehlikelerini, muhalefet adına kimin/kimlerin aday olacağını konuşuyoruz ya sürekli. Yarın bunlara okulların açılışı ile ortaya çıkacak sıkıntıları, salgındaki yeni yükselişleri, seçim ekonomisini de ekleyeceğiz ya hani…

Tüm bunlar olurken aslında “hep birlikte” –burada kastımız elbette hayatını zaten uzun bir tatil olarak geçirebilecek maddi güce sahip olanlar değil- güzel bir yaz tatili yapabileceğimiz ihtimalini göz göre göre ıskalamakta olduğumuzu unutmayalım! Vatandaşlarını türlü çeşit usullerle bölerek yönetmeyi sürdüregelen devlet aklının devre dışı bırakılabildiği, halkının akıllıca tercihleri ve tepkileri ile dünyada saygınlık kazanmış, bunun hakkını verecek bir yeni yönetimi kurabilecek şekilde siyasetini işletebilen bir ülke olma ihtimalini de ıskalamazsak belki sonraki yazlarda diyelim…