YAZARLAR

Toplumun demokratik refleksi: Medya ve sosyal medyada adalet arayışı

Kolluk, yargı güven vermediği için insanların medya ve sosyal medya yoluyla kamuoyu baskısına ihtiyaç duyuşu, toplumun hala demokratik teamüllere sığındığını da gösteriyor bir bakıma. Medya demokratik denge denetleme unsurlarından birisi olduğundan toplum, ataerkil şiddet başta olmak üzere çeşitli suçlarda kamuoyu baskısıyla kamu görevlilerini harekete geçirebildiğinin farkında. Yani bir açıdan hala demokrasiden ümit var olabiliriz.

Palu ailesini hatırlıyoruz hepimiz. Müge Anlı’nın programına katılarak kayıp kızlarını ve torunlarını arayan aile, ülkeyi dehşete sürükleyen ilişkiler yumağını göz önüne sermişti. Çeteleşen aile tipinin uç örneklerinde birisi çıkmıştı karşımıza. Gıda teröründen ataerkil şiddete, cinayetten dolandırıcılığa, üfürükçülük, şantaj ve tehdit gibi pek çok suçun bir arada ortaya döküldüğü aile öyküsü, hukukun gereği gibi işletilmediğini ve adaletin yasal yollarla bulunamadığını da gün ışığına çıkarmıştı. 2008 yılında kaybolan Meryem ve ondan bir yıl sonra kaybolan kızı Melike için ailenin, 2011 yılında cinayet şüphesiyle ihbarda bulunup polise ifade verdikleri ama sonra ifadelerin değiştirildiğini; iddia ettikleri bölgede ceset bulunamadığını; dosyanın sürüncemede kaldığını yıllar sonra programda öğrenmiştik. 2009 yılında açılan iki çocuğa yönelik cinsel istismar dosyasında da 2011 yılında ihbar ile başlatılıp sürüncemede bırakılan cinayet suçlamasında da aynı kişinin, Tuncer Ustael’in adı geçiyordu. Üstelik cinsel istismarı tespit edilen iki çocuktan birisi Tuncer’in oğlu diğeri kayıp Meryem’in oğluydu. Buna rağmen Kocaeli emniyetinin ve savcılığın bu iki dosyayı birleştirmediğini de yine televizyon programından öğrenmiştik.

Müge Anlı’nın Tatlı Sert isimli programında ortaya atılan iddialar üzerine Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı, dosyaları birleştirip soruşturma başlatmıştı. 2008 Meryem’in kaybolduğu yıl. 2018 ailenin programa başvurma tarihi. 2019 yılı boyunca ülkece bu aileyi konuştuk. Ve 2020 Şubatında yargılama tamamlanıp, hüküm kuruldu. Öldürüldüğünü bildikleri kayıp kızlarının bulunması için neden programa başvurdukları hala tam olarak açığa çıkmamış olan aile üyeleri de Tuncer Ustael de ceza aldılar. Ancak ceza aldıkları suçlar arasında yazık ki çocuğun cinsel istismarı suçu sayılmadı. Evet Tuncer Ustael ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı ama mahkeme kararına çocuk cinsel istismarı girmedi. Aile üyeleri de Meryem’in öldürülmesi suçuna yardım ve yataklıktan hapis cezalarına çarptırıldılar ama kadına yönelik şiddet ve çocuk cinsel istismarı suçuna yardım ve yataklık yer almadı ceza gerekçelerinde. Yani ataerkil şiddet yargılanmadı bu davada.

Şimdi Müge Anlı ve programı yine gündemde çünkü Sema Esen (Aleyna Çakır) için adalet arayışını ailesi, televizyon programı aracılığıyla sürdürmekten başka çare bulamamış halde. Bornoz kuşağıyla intihar ettiği iddiasına dayanılarak kapatılmak istenen Aleyna Çakır’ın ölümünün de yeterince soruşturulmadığını ülke geneli yine aynı programdan öğreniyor. Otopsi raporunu, bulgulara dayanılarak ölüm nedenine ve şekline Ankara Adli Tıp Kurumu karar veremediği için dosyanın İstanbul’a gönderildiğine dair bilgiler de televizyon programı sayesinde kamuoyunun malumu oldu. Tıpkı Palu ailesinde olduğu gibi Sema Esen’e yönelik erkek şiddeti dosyasıyla şüpheli ölüm dosyası da programın etkisi üzerine savcılık tarafından birleştirilme yoluna gidildi. Sadece savcılıklar tarafından verilen dosya birleştirme kararları bile yeterli Müge Anlı tarafından sunulan programın, bu ülkede adalet arayışının etkili bir parçası haline geldiğini görmek için.

Medya ve sosyal medyanın adalet arama mecrası haline dönüşmesinden çok kişi şikayetçi ama yine de insanların bir çıkış arayışı içinde olduğunun göstergesi sayılır. Kolluk ve yargıya yönelik güven kaybının ne denli yükseldiğinin de göstergesi sayılmalı. Korkarım medya ve sosyal medya süreci, yasal rutin işleyişle adalete erişemeyenlerin, kendi adaletini gerçekleştirme yoluna sapmasından önceki son çıkış arayışı olabilir. Aleyna müstear adını kullanan Sema’nın şüpheli ölümü etkin kovuşturulmayıp birkaç ay önceki ataerkil şiddet bağlamında verilen tedbir kararı dosyasıyla birleştirilmeyerek çaresiz bırakıldı ailesi. Ve programda ortaya atılan iddialar, ataerkil şiddetin münferit olmayabileceği, fuhşa sürüklenme iddialarıyla kadına yönelik cinsel sömürü suçuyla çeteleşmiş yeni bir aileyle yüzleşmek zorunda kalacağımızı düşündürmeye başladı.

6284 sayılı şiddet yasası gerektiği gibi uygulansa Aleyna’ya yönelik şiddet nedeniyle Ümitcan Uygun’a verilen uzaklaştırma kararı sadece bir ay ile sınırlı tutulmazdı. O bir aylık uzaklaştırma tedbir kararı da Aleyna şikayetini geri aldığı için kaldırılmazdı. Bu çerçevede şiddetini görüntülerini sosyal medya hesabında canlı yayınlayan failin, Aleyna dışında başkalarını da tehdit etmekte olduğu görülürdü. Ve Aleyna/Sema öl(dürül)meden önce iddialar doğruysa gerçekten bir fuhuş çetesi varsa ortaya çıkarılmış olabilirdi. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı şiddet yasası gerektiği gibi uygulanmadığı için Aleyna Çakır/Sema Esen önlenebilir bir ölümle, intihar süsü verilen bir cinayetle gencecik yaşta hayatını kaybetti, iddialara göre. Ama yetmedi bir başka kadın daha şüpheli Ümitcan Uygun’un annesi Gülay Uygun da yine intihar adı verilen şüpheli bir ölümle hayatını kaybetti. Yasalar uygulanmadığı için bir kadın daha göz göre göre öldü ve bu intihar/şüpheli ölümden bir başka kadın suçlanıyor. Gülay Uygun’un adı Müge Anlı’nın programında katılımcılarca dile getirildiği için ailesi ve ailenin avukatı tarafından gazeteci açık hedef haline getirilmekte.

Kolluk, yargı güven vermediği için insanların medya ve sosyal medya yoluyla kamuoyu baskısına ihtiyaç duyuşu, toplumun hala demokratik teamüllere sığındığını da gösteriyor bir bakıma. Medya demokratik denge denetleme unsurlarından birisi olduğundan toplum, ataerkil şiddet başta olmak üzere çeşitli suçlarda kamuoyu baskısıyla kamu görevlilerini harekete geçirebildiğinin farkında. Yani bir açıdan hala demokrasiden ümit var olabiliriz. Toplumun demokratik teamülleri, bilerek veya bilmeyerek işlettiğini gösteriyor çünkü bu programlar ve sosyal medya çağrıları. Tekrar etmekte fayda var Müge Anlı ve benzer programlar yapan gazetecilere, televizyon programlarına başvuranlar, sosyal medyadan çağrı yapanların varlığı demokrasi için bir umut. Medya ve sosyal medyanın demokratik baskı unsuru işlevinden toplum umudunu keserse işte o zaman korkalım. O zaman insanlar devletten umudunu kesmiş kendi adaletini kendisi gerçekleştirmeye yönelmiş olur.

Tabanda, halk nezdinde demokratik tavır sayılması gereken arayışlar, devletin tepesinde karşılık bulacak mı şüpheli. Kolluk birimlerinin başında olup kolluk birimlerine yönelik toplumsal güven kaybını tamir etmesi beklenen İçişleri Bakanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı'na sokak ağzıyla gözdağı verirken şüpheli demek hayli naif kaçsa da…


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.