YAZARLAR

Van direnişi, demokrasi umudu ve riskler

Eskimiş de olsa Millet İttifakı'nın CHP dışındaki partileri nasıl bir muhalefet kimliğine bürünecek? Majestelerinin sadık muhalefeti mi olacaklar yoksa demokratik muhalefet kanadında mı yer alacaklar? Bu sorunun cevabı çok önemli çünkü bugün geri adım atmış olsa da iktidar, yerel seçim yenilgisini kolay hazmedecek gibi görünmüyor.

31 Mart seçimlerinin üzerinden bir hafta bile geçmediği halde ülke olarak bu kısacık sürede birkaç kez boyut değiştirmiş gibiyiz. Siyasi atmosfer ve elbette duygu durumlarımız kıştan bahara, bahardan kara kışa ve sonra yine baharımsı bir ılınmaya dönüverdi. Günler hatta saatler içinde değişen siyasi ve sosyolojik tablo adeta anlık meteoroloji raporu gibiydi. Sevinç, öfke, umut, direniş, zafer ve şölen… İçiçe geçmiş bu duygular oynak bahar havasının eseri değil ülkeyi koloni valisi gibi yönetenlerin eseri. Yeraltı kaynaklarımızı sömürgeci madenciliğine teslim edenlerin. İnsan haklarına kulak tıkayıp hak arama yollarını kapatanların. Hukuk yerine talimatı üstün sayanların. Çalışan nüfusun büyük bir kısmını asgari ücrete mahkum edip ardından bilinçli politikayla, emekli sayısını düşük tutmak için, emekli maaşlarını asgari ücretin altına çekenlerin eseri. Birikmiş bir öfke var toplumda ama bu öfkenin boyutlarıyla ölçülemeyecek kadar cüzi bir ders vermek istedi iktidara. Fakat milli irade edebiyatını seven iktidar bu küçük ama çok anlamlı dersi dahi ezber edemedi. Edemedi değil etmedi. Kafdağından aşağılara gönül indirmeye hiç yanaşmadı. Neyse ki yine Kürt seçmen Van’daki direnişiyle halkın gücünü hatırlattı. Ülkenin geri kalanından da belki ilk defa hak ettiği ölçüde olmasa bile anlamlı bir destek buldu. İktidar seçilmeyeni mazbata yoluyla kayyım atama politikasından geri adım atmak zorunda bırakıldı. Ve şimdi temkinli iyimserlik halinde kısa bir süredir karar kılmış gibi görünüyoruz. Hava her an bozabilir de iyileşebilir de.

Seçmenin taban ittifakıyla ve yüzde ondan fazlasının oy kullanmayarak iktidara verdiği ders ile birlikte CHP’ye açtığı kredi, yerel ölçekle sınırlı kalmayan bir siyasi ders niteliğindeydi. İktidarın bu dersi doğru okumasından ümit fazla olmadığı için seçimin ardından yapılan sivil toplum değerlendirme toplantılarında kayyım politikası üzerinde durulmuştu. Kürt seçmenin iradesine ipotek koyan, Kürt siyasetinin meşruiyetini yok sayan AKP ve Cumhur İttifakı'nın kayyım politikasını üçüncü bir defa daha uygulamasını önleyecek politika geliştirmek gerekiyordu, bu toplantılardan çıkan sonuçlara göre. Çünkü Van’da seçilmiş başkan yerine seçilemeyen adaya mazbata veriliyordu. Üzerinde çalışılıp kurgulanmış bir senaryo gibi görünen adımlar, biz bilmesek de haftalar öncesinden atılmaya başlanmış meğer. 2016’dan bu yana sür tekrar edilmemesi gereken kayyım politikasının kentlere, halklara verdiği zararı anlamak için Kadir Cesur’un 2019 tarihli röportajını buraya bırakıyorum.

Ayrıca kayyım politikasının hasar raporu niteliğindeki bir yazıya da dikkatinizi çekmek isterim. Kaleme alan Zozan Özgökçe, uzun yıllardır kadın harekinin hemen her örgütü tarafından ‘Van bilirkişisisi’ olarak görülen feminist arkadaşımız. Van Ekspres’de 30 Ocak günü yayınlanan yazısına  Zozan, bir soruyla başlıyor ve sorunun nedenini Erdoğan’ın sözüne bağlıyor: “Van’ı madem uçurabileceğinizi söylüyorsunuz, Neyi bekliyordunuz? Şehrivan Gazetesinin 27.01.2024 tarihli haberinin ara başlığı aynen aşağıdaki gibi: ‘AK Parti Van Büyükşehir Belediye Başkan adayı Abdulahat Arvas’ın halk buluşması programında konuşan AK Parti Van Milletvekili Burhan Kayatürk, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 'Van’ı siz alın, biz Van’ı uçuralım' dediğini ifade etti.‘’

Takdir edilir ki, Zozan Özgökçe’nin yazısındaki bu başlangıç satırları gösteriyor ki demokrasi skandalı olan seçilmeyen adaya mazbata verme kararı, çok önceden kurgulanmış. Çünkü yazı seçimden iki ay önce yayımlanmış ve yayından üç gün önce gerçekleşen ve Erdoğan atıflı bir konuşmaya yer verilmiş. Bu durum iktidar tarafından adım adım kurgulanmış izlenimi veriyor ama gerçeği tam olarak bilmemiz mümkün değil. Ancak Van halkının direnişini, DEM Partinin “pusu” iddialarını anlamayı mümkün kılıyor. Kuşkusuz bağlantısını verdiğim yazı yayımlanmadan önce de Van halkı, AKP adayının ‘halk buluşması’ programında, AKP milletvekili tarafından sarf edilen bu sözlerden haberdardı.

Daha önemlisi yazının tümü okunduğunda kayyım politikasının ve üç senede üç kere değişen kayyımların, Van ekonomisine verdiği zarar, kentin yoksullaş(tırıl)ması süreci kolaylıkla anlaşılacaktır. 2024 yerel seçimleri sonrasında ilk antidemokratik uygulama, seçilemeyen adayın kayyım olarak atanması teşebbüsü oldu. Önceden planlanmış olabileceğinin bir diğer örneği de Abdulahat Arvas’ın yaklaşık seçimden bir ay öncesine rastlayan bir sosyal medya paylaşımıydı. “Kayyım olarak atanmak istemiyorum” mealindeki bu X paylaşımını daha önce görmüştüm ama şimdi bulamadığım için burada yer veremiyorum. Van halkının direniş gücünü yükselten ve tüm ülkeden sınırlı da olsa destek bulmasını sağlayan bu gelişmeleri bilmeden demokrasiye yolculuğun devamı mümkün değil.

Sanırım bir süre her yazımın sonunu muhalefete seslenerek bitirmek zorunda kalacağım. Çünkü “CHP kazanamaz” denildi ama kazanabildiği görüldü. “Kılıçdaroğlu ile olmaz” denildi ama onun açtığı “helalleşme” ile yakınlaşma ve uzlaşı yolunun sonunda yerel seçim başarısına ulaşıldığı da unutulmaması gereken gerçeklerden. Bir diğer gerçek de yeni genel başkan Özgür Özel ve CHP mensuplarının, yönetim değişikliğine rağmen uzlaşı politikasını sürdürdükleri için bu başarıya ulaştıkları. Hal böyle olunca Millet İttifakı mimarlarından İYİ Parti ve milletvekillerine, şimdi hangi çizgide durduklarını sormak gerekiyor. Ya da şöyle söyleyeyim benim zihnimde bu soru hiç susmadan çınlıyor. İttifak ortakları DEVA, GELECEK, SAADET partilerine ve milletvekillerine -belki daha büyük bir ısrarla- sormak gerekir. Sormadan önce hemen belirteyim ki “diyet ödeme” gibi bir yoruma girişmesin kimse. Çünkü bu bir diyet sorusu değil sorumluluk düzeyi meselesi. Soru şu:

Eskimiş de olsa Millet İttifakı'nın CHP dışındaki partileri nasıl bir muhalefet kimliğine bürünecek? Majestelerinin sadık muhalefeti mi olacaklar yoksa demokratik muhalefet kanadında mı yer alacaklar? Bu sorunun cevabı çok önemli çünkü bugün geri adım atmış olsa da iktidar, yerel seçim yenilgisini kolay hazmedecek gibi görünmüyor. Belki sadece parlamentodaki üstünlüğüyle yetinip yasal deformasyonla yoluna devam etmeyi seçebilir. Belki de 7 Haziran sonrasını hatırlatan senaryolar hazırlayabilir. Birbirinden kötü bu iki ihtimal karşısında Millet İttifakı eski ortaklarının takınacağı tutum önemli. Topluma ve seçmene bu sorunun cevabını vermelerinin üstlendikleri siyasi sorumluluğun gereği olduğunu hatırlatarak bekleyelim.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.