YAZARLAR

Dış Politikada Kadınlar: Kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği artık dünyadaki fay hatlarından biri

Şirazesinden çıkmış dünya çılgınlar gibi eşitlik karşıtlığına koşarken onu tekrar cinsiyet eşitliği yörüngesine oturtmak da kadınların payına düşen sorumluluk. Savaş ve çatışma iklimine karşı, faşizan yönetimlere karşı ortak mücadeleyi sürdüreceğiz başka yolu yok. Sonunda kazanacağız eşitlik mücadelesini ama öyle görünüyor ki sadece biraz zaman alacak gibi.

Bayram günlerini bile sosyal medya şiddeti doldurdu. Yine ırkçı ve cinsiyetçi saldırı. Yine Başak Demirtaş hedef. Güçlü kadınlar görmeye tahammül edemeyen acizler, cinsel saldırı tehdidi politikasına sarıldı yine. 11 Nisan tarihli Bianet, “Başak Demirtaş’a cinsiyetçi saldırıya tepki: Kınıyoruz” başlıklı haberinde tepkilere yer verdi. “Sosyal medyada, A.T. isimli bir erkek, Başak Demirtaş’ı hedef aldı cinsiyetçi paylaşım* yaptı.” ifadesine yer vererek pek çok tanınmış kadının ve kadın örgütlerinin Başak Demirtaş’a destek mesajlarını haberine aldı. En önemlisi saldırıya uğrayan kadınlara destek sunarken ve olayları haberleştirirken gözetilmesi gereken ilkeli tutum dersi vermesiydi. Bu nedenle haberi özellikle medya mensuplarının, yazar, çizer, muhabir arkadaşların dikkatine sunmakta fayda var. Cinsiyetçi söylemi ve görseli paylaşmaktan kaçınmak gibi basit ama insani yaklaşım yaygınlaşmalı.

Evet Başak Demirtaş yalnız değil. İki anlamda yalnız değil. Hem onu destekleyerek yanında yer alanlar pek çok. Hem de ne yazık ki tüm dünyada kadınlara yönelik saldırıların benzerliği ve yaygınlığı nedeniyle yalnız değil. Otoriterlik ve dincilik yükseliyor dünya genelinde. Irkçılık ve cinsiyetçilik ise ikiz kardeş olarak hemen bu rejimlerle ittifaka girişti. Militarizmle beslenerek kadın karşıtı bir dünya kurmaya yöneldiler. Şiddet, bildikleri tek politika ve cinsiyet temelli şiddet ise ellerindeki en önemli politik araç. Konuyu uzmanlarından izleyelim çünkü onlar bizim için tüm dünyayı izliyor ve akademik makalelelerde kayda geçiriyorlar. Her yıl olduğu gibi bu yıl da 18 Mart'ta Dış Politikada Kadınlar Derneği tarafından 2023 Almanak yayınlandı.

Zeynep Alemdar’ın kaleme aldığı önsöz, dünyanın gidişatının cinsiyetçiliğe doğru olduğunu gösteriyor: “Çok zor geçen 2023 yılının ardından daha zorlayıcı olacakmış gibi hissettiren 2024’e hızlı bir giriş yaptık. Kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği artık dünyadaki fay hatlarından biri. İç ve dış çatışmalarda -ki bunları da birbirlerinden ayırmak pek mümkün değil- kadın ve kız çocuklarının ve marjinalleştirilmiş tüm grupların haklarının korunması artık genel kabul gören bir norm değil. Tam tersine otoriter, popülist ve muhafazakar yönetimler kadın hakları üzerinden ayrımcılıkları derinleştirmeyi bir politika olarak benimsiyorlar. ABD’deki kürtaj yasakları, Avrupa Birliği üyesi kimi ülkeler ve Rusya’daki LGBTİ karşıtlığı, bir dezenformasyon kampanyası ile yalnız Türkiye’de değil yine Avrupa Konseyi ve AB üyesi kimi ülkelerde de tartışmaya açılan İstanbul Sözleşmesi bu toplumsal cinsiyet karşıtlığı trendinin en bariz göstergeleri.” 

Hayatın içinden gördüğümüz bu gerçeklerin yanı sıra yeni gelişmelerden, çalışmalardan haberdar olmak mücadele umudunu güçlendirmeyi mümkün kılıyor. Örneğin Tuba Bayar’ın Almanak’ta yer alan "Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Toplumsal Cinsiyet Temelli Suçlara Dair Politikası" adlı makalesinde önemli bir gelişme yer alıyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi cinsiyet temelli şiddet suçlarıyla ilgilenmezdi ancak artık bu tutum değişti. Kadınların ve kız çocuklarının sırf cinsiyetleri nedeniyle ve cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı şiddete maruz bırakılması artık Mahkemenin ilgi alanına girdi. Kadınlar ve kız çocuklarının yanı sıra elbette ataerkil cinsiyet rolleriyle kurulmuş dar kalıpların dışına çıkan tüm toplumsal kesimlerin marjinalleştirilmiş grupların, LGBTİ+ların uğradığı şiddetle mücadelede yeni bir uluslararası mekanizmaya sahip olduğumuz söylenebilir. Tuba Bayar’ın makalesinden bir teknik detay aktararak konuya devam edelim: Roma Statüsü (1998) önsözünün 25. Maddesinde açıklandığı üzere Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) ana rolü, cezasızlıkla mücadele etmek ve bireysel ceza sorumluluğunu tesis etmektir. Madde 54(b)’de başsavcının görev ve yetkisi “suçun doğasını, özellikle cinsel şiddet, toplumsal cinsiyete yönelik şiddet veya çocuklara yönelik şiddet içermesi durumunda” göz önünde bulundurmaktır. Roma Statüsü Kısım 2’de adı geçen dört uluslararası suçun tanımı altında, cinsiyet temelli suçlar çeşitli şekillerde belirtilmiştir. Örneğin, insanlığa karşı suçlar tanımı, toplumsal cinsiyet dahil herhangi bir belirgin grup veya topluluk aleyhine zulmü kapsar (Madde 7b). Hem savaş suçları hem de insanlığa karşı işlenen suçlar tanımları altında cinsel kölelik, zorla fuhuş, zorla gebelik, zorla kısırlaştırma (sterilizasyon) gibi cinsel suçlar kapsanır (Madde 7.1(g), Madde 8.2 (b.xxii), Madde 8.2 (e.vi)

Yazar makalesinde yukarıda alıntıladığım hukuki altyapısına rağmen Mahkeme’nin (UCM) 2014 tarihli ve hatalı Katanga kararından sonra, böylesi bir hatanın tekrar etmesini önlemek için cinsel ve toplumsal cinsiyet temelli suçlara yönelik politika geliştirme yönünde adım attığını belirtiyor. Başsavcı Kharim Khan’ın hazırlanan politika belgesini Aralık 2023’te paylaşmasıyla birlikte toplumsal cinsiyet temelli suçlar konusunda Mahkemenin dünyaya taahhüt ettiği cezasızlığın önlenmesi ve hesap verebilirlik işlevi güçlenmiş oldu denilebilir. Cinsel suçlar ve cinsiyet temelli suçlar hakkındaki ulusal yasaların ve uluslararası sözleşmelerin uygulanmasındaki zorlukları, uygulayıcıların isteksizliğini dikkate aldığımızda UCM taahhüdünün gerçekleşmesi için önümüzde daha uzun bir yol olduğu bilinmeli elbette. Ancak şekillenmiş bir mekanizmanın varlığına paha biçilemez. Uluslararası adın mücadelesiyle şekillenen bu mekanizmayı iyi işleyen bir sisteme dönüştürmek de yine kadın mücadelesiyle mümkün olacaktır.

Şirazesinden çıkmış dünya çılgınlar gibi eşitlik karşıtlığına koşarken onu tekrar cinsiyet eşitliği yörüngesine oturtmak da kadınların payına düşen sorumluluk. Dünyanın son üç yüz yılı gözden geçirilirse dünyayı tekrar şekillendirme gücünün kadın mücadelesinde içkin olduğu görülecektir. Feminizmin tarihi son üç yüz yıl. Ve Batı’ya özgülenerek anlaşılsa da her kültürde ve her çağda var olduklarını, yok ediliş hikayelerinden bildiğimiz ‘cadı’ ninelerimizden aldığımız güçle başaracağımıza kuşkum yok. Ama bugün ama yarın ama illa ki bir gün mutlaka… Dünya tekrar eşitlik yörüngesine oturtulur feminist politikalarla, mücadeleyle. Cinsiyet eşitliği sağlanamazsa esasen ne insan haklarından ne işçi haklarından ne çocuk haklarından bir şey kalır geriye. Bu nedenle örgütlü kadın eşitlik mücadelesi verenlerin özellikle anti feminist girişimleri deşifre etmesi, ifşalaması gerekiyor. Yeni ataerki, bildiğimiz geleneksel ataerkiden farklı olarak feminizm karşıtlığına odaklanmış halde. Dümdüz bir kadın karşıtlığı değil bugün yükselen cinsiyetçilik. Feminist politika üreten, feminist ilkelere bağlı kadınlar ve örgütler saldırı altında. Yeni ataerkiye karşı feminist mücadele veren kadınların, örgütlerin birbiriyle rekabet etme lüksü yok. Feminizmin tarihi boyunca deneyimlerle ortaya konulmuş olan ilkelerimize daha sıkı bağlanarak ve kesişimsel ağlar örerek bu karşı devrimi durdurmak mümkün ve zorunlu.

Gerek Başak Demirtaş’a yapılan cinsiyetçi saldırı, gerek yine Mart ayında gerçekleştirilen BM Kadının Statüsü Komisyonu (UN-CSW) toplantılarındaki Kadın, Barış, Güvenlik Gündeminde dünya genelindeki kadın örgütlerinin sunumları ve gerekse bağlantısını paylaştığım, içeriğinden örnekler vermeye çalıştığım 2023 Almanak’la böyle çağrışımlar oluştu bende. Şunu da belirtmeden geçmeyelim Dış Politikada Kadınlar, en az yüz yıldır feminist mücadeleyi diplomasi alanına taşıyan kadınların deneyimleriyle güçlenmiş yeni nesil feministlerin örgütü. Kuşaktan kuşağa aktarılarak büyütülen bu deneyim, ulus üstü yapıları dönüştürürken aslında evimizde, köyümüzde her birimizin gündelik yaşamına dokunuyor. Her dinden, her dilden, her kültürden, her siyasetten, her ırktan ve soydan kadınlar, savaş ve çatışma iklimine karşı, faşizan yönetimlere karşı ortak mücadeleyi sürdüreceğiz başka yolu yok. Sonunda kazanacağız eşitlik mücadelesini ama öyle görünüyor ki sadece biraz zaman alacak gibi.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.