YAZARLAR

Erbaş’ın sözü İlahî hükümmüş! Pes!

Hadi canım sen de! Gerçekten hadi canım sende! İlahî hükümmüş, gerçekten İlahî hükümse göster kitaptaki yerini! “Eşcinsellik ve zina salgın hastalıkların sebebi” sözü, Kur’an’ın neresinde geçer, Başkan ya da Kalın göstersin bir zahmet. Ama gösteremezler çünkü bu iddia “bâtıl itikat”lardan.

Korona günlerine denk gelişine sevinmiştim ramazanın. Oruç zira içe dönmeyi, özben ile hemhal olmayı mümkün kılan ibadetlerden olduğu için karantinaya pek yakışacaktı bence. Son beş altı yıldır mümkün mertebe kapanırdım da içime. İftar daveti vermez, ziyafetlere gitmez, dünyevi işlere de zorunlu olanlar haricinde tatil ilan ederdim kendimce. Sadece okumalarımı hem dini hem dünyevi olanlara dair ayrımsız sürdürür ve yazmaya çalışırdım. Bu yıl herkesin ister istemez böyle kendi içine kapanma mecburiyeti, reddetmek zorunda kaldığım iftar davetleriyle karşılaşmayacağım için sevindirmişti. Ne büyük yanılgı!

Tiksindirici provokasyonlarla oruca, oruçluya saygısızlık ithamlarını duymak ihtimali karantina günlerinde mümkün değil şükür. Ancak tabiat boşluk kabul etmez misali “kendine Müslüman” olan dindarların, ibadetlerine saldırı hissetmeden ibadet edemeyenlerin, kışkırtılma açlığını doyurma işini üstlendi Diyanet İşleri Başkanı. Başkan zan ve ithamlarını toplumun en kırılgan kesimlerini hedef gösterecek şekilde hutbesine yerleştirince artık ne ramazanın huzuru ne orucun sekineti söz konusu. Yeme içmeyi kesince çatışmadan beslenmeyi seçenlere gün doğdu böylece. Özben, muhasebe filan hak getire…

Devlet memuru başkan ve memuriyet görevini yerine getirerek iktidarın beden ve nüfus politikalarını destekleyecek bir nefer kıldı dini. İslam tarihinde ilk örnek değil tabii tersine son derece sık rastlanan sıradanlaşmış din-devlet ilişkisi örneklerinden birisi. Laik devlet desek yok öyle bir dayanak. Hukuk devleti desek yine elimiz boş. Öyleyse Ali Erbaş’ın iddialarına dinden itiraz yükseltmeye devam. İşin tuhafı çok yüksek bir bütçeyi yöneten, Diyanet ve Başkanı devletin en güçlü kurumlarından birisi olduğu halde hayli de alıngan. Hedef gösterme yoluyla fiilî linç çağrısı sayılacak sözlere yükseltilen itiraz, başkanın, sosyal medyada sözlü olarak linç edilmesi sayılıyor. Gerçeğin bu denli ters yüz edilişine şaşırdık mı? Hayır.

Her gün şiddetle burun buruna yaşayıp çoğu zaman seçtiği yaşamın bedelini canıyla ödediği halde devletin şiddetten koruma görevini yerinde getirmediği, basının dahi haberleştirmediği cinayetler nedeniyle LGBTİ+ bireyler, toplumun en kırılgan kesimlerinden. Ancak en kudretli devlet memuru onlar kadar dayanıklı değil anlaşılan ki koruma kampanyası başlayıverdi. Köprülerin altından çok sular aktığı için şimdi vatandaş başkanı koruma yarışında halkın hak savunusunu engelliyor. Devletlüler boş durur mu hemen davranmışlar klavyeye. Örneğin devletin sözcüsü İbrahim Kalın başkanın, “İlahî hükmü” dile getirdiğini söyleyivermiş. Hadi canım sende! Gerçekten hadi canım sen de! İlahî hükümmüş, gerçekten İlahî hükümse göster kitaptaki yerini! “Eşcinsellik ve zina salgın hastalıkların sebebi” sözü, Kur’an’ın neresinde geçer, Başkan ya da Kalın göstersin bir zahmet. Ama gösteremezler çünkü bu iddia “bâtıl itikat”lardan.

Korona karantinasında artan cinsiyet temelli şiddet karşısında kılını kıpırdattığına dair, somut ve acil önlemler almayan, bu konuda tek kelam etmeyen ve işin garibi eşcinselleri şiddetten koruma görevini de üstlenmiş olan AÇSH Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk da geri durmamış. Tabii ki eşcinsellerin değil Başkan'ın yardımına koşup “yanlız” değildir diyenler kervanına katılmış. Şiddetle mücadele görevini ihmal eden bakan, şiddete açık hedef göstereni destekliyor. Dinler tarihi açısından vakayı âdiyeden olsa da ülke siyaseti açısından ibretlik olaylar yaşıyoruz şu ramazanda. Yetmiyor devletin yargısı giriyor devreye ve halkı kin ve düşmanlığa sevk ederek toplumun bir kısmını diğerine karşı şiddete açık hedef haline getirecek sözleri sarf eden başkana değil ona itiraz eden baronun açıklamasına yönelik “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılama” suçundan soruşturma başlatıyor. Her şey tepe taklak.

Diyanet İşleri Başkanı'nın sözü, İlahî hüküm sayılıyor! İmam-ı Âzam Ebu Hanife, Kur’an ve Peygamber dışında sahabe dahil herkesin ve akıl yürütme yoluyla tespit ederek mütevatır hadis kabul ettiği 17, yazıyla tekrar edeyim on yedi hadis dışındaki her sözü, eleştiri ve sorgulamaya açık görürken Hanefî mezhebine tabi olduğu söylenen Diyanet İşleri Başkanı'nın sözü İlahî hüküm sayılıp, tartışılmaz kılınmaya çalışılıyor. İktidar gücüyle, zoruyla, baskıyla, İslam’ı devlet dinine dönüştürme çabası bu. Hakikati ters yüz etme yöntemiyle yapılan böylesi baskılar tarihteki ilk örnek değil maalesef. Bizzat İmam-ı Âzam’a, zamanın devleti sırf bu nedenle ne eziyetler etmiş, zindanda öldürmüştü. Tıpkı Katolik Kilisesi'nin engizisyonu gibi tövbe etmeye zorlamışlardı, Ebu Hanife’yi. Devletten tövbe etmeyi kabul etmemiş olacak ki zindanda öldü.

Devlet dinine itirazları, dinin muktedirin emrine girmesini kabul etmeyişi, öldürülme nedenlerinden sadece birisi olan İmam, içtihatlarıyla yaşadı. Muhalif yorumlarına son vermek isteyen Hanife'nin Bağdat Kadılığı görevini kabul etmeyişi, susturmak için öldürmek yoluna gidildiği yorumlarına yol açmıştı. İslam’ın erken dönemlerinde, Hicretin 150’inci ve Miladın 767’inci yılında onu öldürenlerin yolundan gidenler, bugün onun içtihadını içten çürüterek bir kez daha öldürmeye çalışıyor. “Eşcinsellik ve zina salgın hastalık sebebi” gibi gösterilmek yoluyla kanırtılan ataerkil zihniyet göreve çağrılıyor. Kitapta yeri olmayan bu bâtıl iddia karşısında Müslüman teologlardan ses çıktı mı bilmiyorum. Bildiğim şu ki İmam-ı Âzam’ın bile içtihatları tartışılabilir, onun yöntemi gereği tartışılmalıdır ama onun iktidar karşısındaki dirayetli duruşu taklid edilmelidir. Hanefi olduğunu söyleyenin yapması gereken budur. Kısacası eşcinsellere nefret yüklü söyleme en çok itiraz etmesi gerekenler dindarlardır. Başka bir söyleyişle bugün eşcinsellere ve nikahsız birlikteliklere dair Kitabın dışından edilen sözlere Kitabın ortasından itiraz, dindarın dinini ve aklını, akıl sağlığını koruma görevi kabul edilmeli. Hem insan hakları savunuculuğunun hem Allah’ın ipine sarılarak, ataların dinine itirazın gereğini ve yöntemini de bin iki yüz yıl önce Ebu Hanife göstermiş.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.