YAZARLAR

Korona günlerinde dünyanın sokakları-New York

Evdeyiz yani şimdilik. Garanti olsun diye evdeki havalandırma deliklerini kapattık. Pencereden bakıyoruz sessiz NY’ye ve ambulanslara. Ve çeşitli yemek, sebze, kutu taşıyanlara. Saat 7 gibi çıldırıyoruz. Pencerelerde çığlık atıyoruz, gürültü yapıyoruz. Sağlık çalışanları için diyoruz ama kurtlarımızı döküyoruz.

Dünyanın Sokaklarında NY’deyiz. Sokak dediğime bakmayın, Manhattan’da bir gökdelende…

‘Bezelye bitti önce. Donmuş bezelye. Sonra donmuş herşey. Süpermarkette uzun kuyruklar belirdi. Sosyetik market bizimkisi. Deli gibi alışveriş yapan, istifleyen görmedim. Herkes organik yemeklerini birer ikişer attı sepetine. Ama çikolata yoktu mesela. Siyah çikolata bitti. Aslında tam bitmemişti son bir tane kalmıştı. Uzanamadım yaşlı bir teyze (uzundu benden boyu) o uzandı ve son çikolatayı gülerek bana verdi. Gülüyorduk hepimiz zaten biraz tedirgin. Güleriz biz Amerikalıyız malum, gülümseriz göz göze gelince. Sonra ekmek ve çay bitti. Almak hemen hemen imkansız hale geldi. Yani ilk belirtiler bunlardı; donmuş bezelye, ekmek, çay, çikolata.

Sonra maskeli insanlar belirdi. Önce tek tük ve sokakların kuytu köşelerinde. Onlar uzaktan, yandan yandan yürüdüler. Şapka, maske, eldiven, gözlük, büyük mont (soğuktu hâlâ hava o zaman- önceki zaman- daha bir ay öncesinde). Parklar hâlâ cıvıl cıvıl insan kaynıyordu. Ben de mi alsam diye araştırdım. Gwyneth Paltrow’un maskesi varmış mesela. Çok pahalı ve şık. Ama bitmiş. Alamadım baktım sadece. Ama o maskeden sonra öbürleri gözümde sönük kaldı almadım. Hem maske almazsam evden kesin çıkmam o yüzden almayayım dedim kendime.

Sonra marketlerde sıralar uzadı -birden herşey bitti ve markete gitmenin anlamı kalmadı. İnternetten ısmarlayabilirdim mesela, ben hastalanma riski almak istemiyorsam. Bu riski ekmek parası icin almak zorunda olan bir insanı kiralayabilirim. O gidip alıp getirir ben de ona bir bahşiş verirdim. Ama o insanları bile kiralamak mümkün olmadı. Sistem çöktü çünkü. Simdi zaten greve girdi o insanlar ya da grev bitti mi bilmiyorum, vazgeçtim araştırmaktan…

Önceden  hazırlanmıştım tabii biraz mercimek, fasulye, kinoa, pirinç alıp koymuştum bir köşeye ama sebze ve meyve bitmeye başladı ve en sonunda bezelyeler. Bezelyeler biterken korkmaya başladım. Ya aç kalırsak? Ama  çıkmadım evden ve zaten evde de oturmuyorum, uzun bir gökdelenin en üst katlarında birisinde yani asansörde ya da merdivende risk alma olasılığım var ve maskem yok, eldivenim de yok. Sonra evde kalan plastik torbalardan eldiven yapmayı öğrendim. Genelde sosyete evliliği yapanlara gelinlik diken modacı komşum da maske dikti benim için. Kapıma  bırakmış. Kocamın ateşi var, kaynar suda yıka, dedi. Tabii yıkadım saatlerce. Artık eldivenim ve maskem var.

Sonra  tanıdığımız, sevdiğimiz, beraber çalıştığımız insanlar hastalanmaya basladı. Bazıları öldüler. Sokaklar birden sessizleşti. Kuş cıvıltıları duymaya başladık mesela. Manhattan’da kuş varmış demek ki. Uzaktan havlayan köpekler. Kilisenin çan sesleri. Daha önce bu hiç uyumayan şehrin hengamesinde asla  duymadığımız sesler. İnşaatlar durdu. Yanıbaşımızdaki ilkokul tatil oldu. Sessizlik. Tam da değil aslında. O NY’nin çok meşhur ambulansları hâlâ ciyak ciyak hasta taşımaya devam etti. Simdi, karantinanın birinci ayında ki biz herkesten önce başladık karantinaya, tek duydugumuz kuşlar, çanlar ve ambulans sesleri. Sürekli, ama sürekli, bomboş yollarda sirenlerini son volümde açan ambulanslar. Sonra Central Park’ta çadır kurdular mesela, hastalara hastanede yer kalmayınca. Onu da gay’liği kabul etmeyen dindar bir grup kurmuş. Bunu duyunca NY'liler protesto etti ama gay ya da değil herkes tedavi olabilir denince protestolar azaldı. İhtiyacımız var o çadırlara. Aslında Afrika’da yokluk bölgelerinde kurmak için tasarlanmış. Şimdi NY’lilere hizmet veriyorlar.

Başta en çok zamanımı nasıl ve nereden yemek bulabilirime çevirdim. Kiralık  alışveriş yapıcılardan ümit kesilince internette başka bir şirket buldum. Haftada bir sebze meyve kapıma gelecek. Süper, hemen yazıldım. Ama servis günü gelince kutum gelmedi. Birkaç gün gecikecek dediler. Bekledik. Sonra tamamen iptal oldu. Üzgünüz paranızı iade ediyoruz dediler. O parayı fırında yiyebilir miyim dedim? Çok  üzgünüz dediler. Üzerine bezelye koysam mikrodalgada pişer mi diye  düşündüm aslında ama para dijital, bankada yani. Pablo Escobar gibi şöminede de yakamam ve ayrıca şöminem de yok.

Sonra bir yakınıma durumumuzu anlattım. Papaya işinde o ve size bir güzellik yapacağım dedi. Heyecanla bekledik tabii bezelyelerimizi tane tane yerken ve birden elinde bir kasa papaya olan genç bir Koreli belirdi kapımızda. Bahşiş verdim almadı; şirketin sahibi imiş meğer. Biz bu maskeli gence uzaktan teşekkür ettik. Sonra her papayayı sabunlu suda beklettikten sonra köpüklü köpüklü yıkadık. Sebze-meyvesiz haftamızı papaya yiyerek gecirdik. İçinde sakinleştirici huzur verici bir madde varmış. Bilmiyorduk ama çok huzurlu geçti o hafta. Sonra papayalar da bitti.

Pirinç vardı biraz hâlâ ve konserve balık koymuştuk bir köşeye ama evden çıkmayı istemedim. Oysa yemek ısmarlayabiliyordum ve içki satan işletmeler de temel gereksinim olduğu icin açıktı. Maske ve eldiven de alabiliyordum bazılarından, şarabın yanında ama korktum bütün bu işletmelerden, virüsten. Ben kendi sebze meyvemi istiyordum ve hepsini yıkamak  köpüklemek bol bol.

Dolabın dibinde tarhana çorbası buldum sonra sevindik baya buna.

İnternette başka bir şirkete birkaç gün sonrasına son bir sipariş aralığı bulup, hemen sipariş verdim. Malum internet siparişleri de artık dolu ama birden buldum bir tane şans eseri. Sonra kutularımın hepsi geldi. Hem önceki şirketin bu haftaki kutusu, hem yeni şirket. Ev sebze meyve doldu ve dondurduk bir kısmını. Kutuları da kendim almıyorum, kapıcı kapının önüne bırakıp zili çalıp kaçıyor. Ve benim binmeye korktuğum asansöre eldivensiz ve maskesiz biniyor kapıcı ve daha önce de metroya biniyor mesela işine gelmek icin Manhattan  dışındaki semtlerden -Queens mesela ki o bölgelerde hastalık ve ölüm oranları fırlamış durumda. Çünkü kutu taşıyor, alışveriş yapıyorlar. Basta bahşiş veriyordum sonra evdeki nakit para bitti veremiyorum artık ve o dijital paralar kapıcıya bahşiş vermek icin bir işe yaramıyor.

Sonra bize papaya getiren çocuğun koronaya  yakalandığı haberini aldık. Korkardık belki ama çok güzel sabunlamıştım onları.

Evdeyiz yani şimdilik. Garanti olsun diye evdeki havalandırma deliklerini kapattık. Pencereden bakıyoruz sessiz NY’ye ve ambulanslara. Ve çeşitli yemek, sebze, kutu taşıyanlara. Saat 7 gibi çıldırıyoruz. Pencerelerde çığlık atıyoruz, gürültü yapıyoruz. Sağlık çalışanları için diyoruz ama kurtlarımızı döküyoruz. Göremiyorum tabii komşuları ve diğer binalardaki insanları. Bizim ev çok yukarda ama her gün saat 7’de sektirmeden balkonunda dans eden bir kız var mesela ona el sallıyoruz. Onun da bize salladığını düşünüyoruz ama kız bir nokta gibi ve biz de onun icin herhalde öyleyiz yine de böyle düşünmek daha güzel.

Diğer zamanlarda da biz evde dans ediyoruz, balkonumuz yok çünkü ve volta atmak da bir yere kadar. Ölülerin artık toplu mezarlara gömüldüklerini okuyoruz ve mahkumların bu mezarları kazdığını.

Ve ambulans sirenleri sürekli artık ve yine dans ediyoruz…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...