YAZARLAR

Doğulu

Çözüm sürecinde, doğularına soldan bakarak “Kürdistan” diyen solcular ile bulundukları “Doğuyu” Kürdistan olarak tanımlayan Kürt siyasetçiler bile artık bu coğrafyayı 1990’ların meşhur isimleriyle anıyor: “Bölge”, “bölge illeri,” “Doğu illeri”. Bu durumda Kürtler de “Doğu halkı”, “bölge halkı” oluyor tabii.

Yıl ya 1994 veya 95 olmalı. İki-üç metreyi bulan karları yarıp köyden ilçeye varıyor, “Batılı” hocaların birer polis amiri gibi “eğitim” verdiği, karakolu aratmayan Yüksekova Lisesi’nde okumaya çalışıyoruz. Sınıflar belli aralıklarla hocalar tarafından basbayağı operasyona tabi tutuluyor, tüm öğrenciler tahtaya çıkarılıp ayakkabı içlerine kadar aramadan geçiriliyor, masalar, sıra altları, kitaplar, defterler, çantalar, montlar, eldivenlerin içine kadar didik didik aranıyordu. Baskınlar bittikten sonra okul müdürü tek tek sınıfları geziyor, bize yaptıkları bu muamelenin “güvenliğimiz için” olduğunu söylüyor, aba altından sopa niyetine kalem gösterip “eğitimimize” ne kadar önem verdiklerine dair nutuklar çekiyordu.

Rutin baskınlardan birinden sonra yine sınıfa gelen müdüre, sınıf arkadaşlarımızdan birinin gösterdiği tepki hepimizi şaşırtmıştı. Arkadaşımız ayağa kalkıp mealen “Hocam, ben Batı’dan yeni geldim. Oradaki okullarda böyle bir şey olmuyor. Biz düşman değil, suçlu değil, öğrenciyiz. Batı’da okumak yerine kendi memleketimde okuyayım diye buraya geldim ama vallahi pişman oldum. Keşke Batı’da kalsaydım” demişti.

Arkadaşımızın bu çıkışını şaşkınlıkla izleyen müdür, ikinci bir nutuk çekecekken vazgeçip sordu: “Oğlum sen nereden geldin?” “Batıdan geldim hocam.” “Anladım da, neresinden?” “Bitlis-Ahlat’tan!”

İyi gülmüştük ama arkadaş haklıydı. Ahlat, Yüksekova’ya göre Batı’da kalıyordu sonuçta.

Günün ilk yarısında gölgenizin düştüğü her yer batı, ikinci yarısında da doğudur.

O halde hangimiz, kime, neye göre Doğulu veya Batılıyız?

Türkiye sınırlarını merkeze aldığınızda, Hakkâri’ye göre Van da, Şırnak da, Bitlis-Ahlat da, Ankara veya İstanbul da Batı.

Peki buna rağmen her doğunun batısında kalanlar niye Batılı olmuyor?

Çünkü “Doğululuk” coğrafyayla sınırlı değil. Onu yanınızda taşıyorsunuz da. Örneğin İstanbul’da yaşayan Malatyalı Türk “Batılı”, İstanbul’da yaşayan Malatyalı Kürt ise “Doğulu” “Doğu kökenli” veya “aslen doğulu.”

Bu ülkenin doğusunda doğup büyümüş olsa da her Türk Batılı; ülkenin batısında doğup büyümüş olsa da her Kürt, Doğuludur.

Yazının konusu, devasa bir külliyata yayılmış ve önemli ölçüde nihayetlendirilmiş Doğu-Batı tartışması değil, Türkiye’deki dil “fethi” dolayısıyla Kürtlerin ve coğrafyaları olan Kürdistan’ın, “Doğunun”’ altına saklanmaya veya “Doğululuğa” sabitlenmeye çalışılması.

Çözüm sürecinde, doğularına soldan bakarak “Kürdistan” diyen solcular ile bulundukları “Doğuyu” Kürdistan olarak tanımlayan Kürt siyasetçiler bile artık bu coğrafyayı 1990’ların meşhur isimleriyle anıyor: “Bölge”, “bölge illeri,” “Doğu illeri”. Bu durumda Kürtler de “Doğu halkı”, “bölge halkı” oluyor tabii.

Türkiye sosyalistlerini geçtim, Kürt siyasetçileri bile “Kürdistan” sözcüğünden, hatta “Kürt illeri” tabirinden imtina ediyor artık. Bu da doğal olarak Kürtleri sadece “Doğulu” yapıyor.

Kürtler “Doğulu” oldukları andan itibaren de karşılarına sadece uçsuz-bucaksız bir “Batı” çıkmıyor, aynı zamanda “Batılı bakışın” yeniden tahakkümünü ve “Doğulu” tabirine atfedilen tüm negatif anlamları buluyorlar: Baskılarla baş edemeyince “ezik Doğulu”, isyan edince “küstah Doğulu.”

Sonuçta size “ezik” kıyafeti giydirildiği anda her isyanınız küstahlıktır.

“Batılılar” ise ne eziği sever ne küstahı.

Ölümünden sonra dizilen methiyelerin ardı arkası kesilmeyen “Mümtaz” bir şahsiyetin katıldığı bir TV programında Kürtler için “kendini Kürt zanneden insanlar” deyişi hâlâ kulaklarımda. “Kendini Kürt hisseden” bile değil, “Kürt zanneden” diyordu beyefendi. Yani Kürtlerin Kürtlük bilinci bile, ancak bir yanılsama olabilirdi.

Şimdi bu “Batılı” dilin sinsice içimize işleyiş operasyonuyla karşı karşıyayız. Baskılar, saldırılar katılaştıkça, yoğunlaştıkça, büyük mücadeleler sonucu kazanılmış kelimeler kafileler halinde egemenlerin kontrolüne geçiyor. Kürdistan demek suç olmadığı halde, Kürdistan dediğiniz anda korkunç bir saldırıyla karşı karşıya kalıyorsunuz.

Kürt sorunu tabirinde artık “Doğu sorunu” ve giderek “Şark meselesi” tanımına kadar geriletilmek, Kürtlerin görünmezliğini kabullenmeye mecbur edilmek isteniyoruz.

Çünkü devlet “sahadaki” kazanımlarını “dilde” taçlandırmak istiyor.

Geçenlerde kendine anarşist diyen başka bir muhterem bile “doğulu” tabirine tepki gösterenlere, “Şu ‘öteki’ söylemi, aşırı hassasiyetler falan fazla oldu artık. İnsanı konuşamaz hale getiriyorsunuz” tepkisi göstermişti.

Oysa yanılıyor. Aşırı hassasiyetlerimizi kaybettikçe konuşamaz hale geliyoruz.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.