YAZARLAR

‘Varlığımız’ iktidara armağan olsun!

Boğaziçi Başkanlığı ile Türkiye’nin en değerli alanında yıkma ve yapma yetkisi doğrudan Erdoğan’a bağlanıyor. Ama bir de Değerli Konut Vergisi geliyor ki, mülklerin değerini belirleme yetkisi de yine tek elde toplanıyor. İşte bu ikisi bir araya geldiğinde iktidarın elinde nasıl bir tahrip gücüne sahip silaha dönüşeceğini kestirmek güç.

İktidar çifte bir silah daha kuşanmak üzere. Görünürde birbiriyle ilgisi olmayan, ama beraber kullanıldığında tahrip gücü yüksek iki silah. Sınırlarını hukukun değil, kullanacak olanın niyetinin belirleyeceği iki yasal güç…

Boğaziçi Başkanlığı ve Değerli Konut Vergisi’nden bahsediyoruz. İlki, yoğun biçimde tartışılıyor zaten. İkincisinin ise vergi uzmanları dışında pek rağbet gördüğü söylenemez. Bunda tasarının, sadece müreffeh bir zümrenin başını ağrıtacağının düşünülmesinin payı var elbette. Ne var ki, AKP pratiğinin defalarca kanıtladığı gibi; tutkulu biçimde yeni yasa hazırlanıyorsa eğer, görünenin ardından başka hesapların çıkması da sürpriz olmaz.

Peki ne olabilir o hesap?

Dijital Hizmet Kanunu adıyla yeni bir torba tasarı hazırlandı. İktidarın iddiası vergi adaletini sağlamak. Gelir Vergisi’nde üst dilim değiştiriliyor, internet üzerinden hizmetlere vergi salınıyor, turizmde konaklama vergisi getiriliyor. Lakin alt vergi dilimlerinde değişiklik yapılmaması, dünyada yerel yönetimlerce toplanan konaklama vergisinin merkezi bütçeye bağlanması, maksadı biraz olsun ele veren şeyler.

Niyetin adalet olmadığını görmek için 2020 bütçesine bakmak da yeterli aslında. Halkın sırtlandığı ÖTV ve KDV gelirinde yüzde 20’leri bulan artış beklenirken, çeşitli muafiyetlerle sermaye lehine vazgeçilen vergi geliri 195.6 miyar lirayı bulacak.

İşte bir torbaya tıkıştırılmış bu karmaşık düzenlemelerin içine yerleştirilen Değerli Konut Vergisi de, servet vergisi olmanın ötesine geçip, farklı sonuçlar doğurabilecek esnekliğe sahip görünüyor. Hele yeni Boğaziçi Başkanlığı ile beraber düşünüldüğünde şüpheler iyice artıyor. Nasıl mı?

Gelin öne Boğaz’ın serencamında kısa bir siyasi tura çıkalım…

Osmanlı’da saray aristokrasisinin kümelendiği Boğaz’da ilk köklü değişim; 2. Abdülhamit’in etrafına aşiretleri, tarikatları, okuma yazma bilmeyen alaylı askerlerden devşirdiği paşaları doldurmasıyla başlıyordu. 1908 sonrası İttihatçı nüfuzu göze çarpıyor, iaşe sisteminin ürünü ‘vagon zenginleri’, Boğaziçi’nin yeni efendileri olarak yükseliyordu. Erken Cumhuriyet döneminde yüksek bürokrasi kendine yer edinirken, Demokrat Parti’nin tercihli kredilerinin yarattığı milli sermayedarların ilk işi de Boğaz’a inmekti. Peşi sıra onların ihtiyacını karşılayacak iş gücü göçü, berideki yamaçlarda gecekondu çağını açıyordu.

12 Eylül darbecilerinin çıkardığı Boğaziçi Yasası ise inşaatı yasakladı fakat, 1970’lerde holdingleşen sermaye gruplarına satın aldıkları mülkleri değerlendirmek için de bir yol sundu: Restorasyon. Eski eser tescili furyası, üzerinde bina dahi bulunmayan parsellerde eski eser bulunduğu belgelerle kanıtlanmaya çalışılarak, yeniden inşa izinleri almaya kadar vardı.

Özallı yıllara imar değişiklikleri damgasını vuruyordu. Gecekondu arsalarını toplayanlara verilen izinlerle dönemin tekstil kralları, ithalat vurguncuları ve hayali ihracatçılar mantar gibi türeyen villalar sayesinde Boğaz’dan payını alıyordu.

AKP döneminin simgesi, kendiliğinden tutuşan köşklerdi. 17 yıllık bilanço feciydi: Tuhaf restorasyonlar; betonun, ahşabın, fayansın grotesk harmonisi; ticari işletmelere, kafelere, otellere verilen izinler; Sevda Tepesi gibi Arap sermayesine peşkeş çekilen yerler; ormanlara kondurulan lüks konutlar…

Kısaca Boğaz’ın iki yakasının hikayesi, siyasi ve iktisadi değişimlerin yarattığı aktörlerin kimliğine paralel şekillendi hep. Doğal olarak mülkiyet haritasını da bu sürecin bir kolajı oluşturdu. Ön görünümde Koç ve Sabancı bir yanda, Rıza Zarrab ve Ali Ağaoğlu diğer yanda. Manzarayı, yalı meraklısı Katarlılar ile lüks otel zincirleri tamamlıyor. Az içerilerde yoğun müstakil evler, daireler; tepelerde villalar ve rezidansların yanı başında hala gecekondu olanlar ve gecekondudan evrimleşmiş apartmanlar; tepenin ardındaki ormanlarda durmak bilmeyen lüks siteler. Ve iştah kabartan rantıyla henüz el değmemiş yeşil alanlar, araziler, korular…

Bu devasa değerli mekanın tamamen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bağlanması gündemde şimdi. Yıkmak da yapmak da onun tek bir sözüne bakacak.

Peki, 5 milyon liranın üzerinde değere sahip arsa, bina ve konutları kapsayan Değerli Konut Vergisi’nin bunlarla ne ilgisi olabilir? TÜRMOB’un hazırladığı rapordan yararlanarak bu sorunun yanıtını madde madde aramaya çalışalım. (Raporun tamamı burada)

* Şu anda 150 bini aşkın mülkün 5 milyon lira üzeri değerde olduğu söyleniyor. Bunun 130 bine yakını İstanbul’da. Onların çoğunluğunun nerede yoğunlaştığını da az çok tahmin edebilirsiniz. Sayı az mı geldi? İlk gariplik burada başlıyor zaten. Yeni vergiye, ticari vasfa sahip binalar ile altı ticari üstü konut hibritler dahil değil.

* Bir diğer dikkat çekici düzenleme de, konutunun değeri sınırın 1 lira dahi üzerinde olan kişi vergiye tabiyken, tek tek 4 milyon 999 bin lira değere sahip 100 konutu olanın muaf tutulması. Bu nasıl bir servet vergisi, anlamak güç. Sorun bir başka garipliğin ürünü esasında. Zira değerin belirlenme şekli, yasanın nerelere kadar esneyebileceğini gösteriyor.

* Normalde değer, Emlak Vergisi rayici üzerinden tespit ediliyor. Oysa yeni vergide bu görev Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ne bırakılıyor. Karara 15 gün içinde itiraz hakkı olsa da, son söz yine Tapu ve Kadastro’da. Yani yargı yolu kapatılıyor.

* Değer artışının nasıl olacağı ise tam bir muamma. Emlak Vergisi’nde rayici belirleme usulleri gayet açıkken, yeni vergide bu iş de iktidarın inisiyatifine kalmış görünüyor. Üstelik her yıl enflasyon vb. dikkate alındığında kapsama girecek mülk sayısı da artacaktır. Yani 5 milyon lira, bugün için yüksek bir sınır. Üstelik mülkünüz bu damgayı yedikten sonra isterseniz yarı fiyatına alıcı bulun, vergisi baki.

* Burada çifte vergilendirmeyi de unutmamak lazım. Çünkü belediyelere her yıl Emlak Vergisi ödeniyor zaten. Aynı konuda bir vergi daha olmasının adalete uygun olup olmadığını hukukçular daha iyi bilir ancak, her verginin bir kanuna dayanması gerektiği açık bir kuraldır. Yeni bir yasa çıkarmak yerine, Emlak Vergisi Kanunu’na ek yapılıyor ki, bu da yasalara dayanması gereken hususların keyfiyete kalması demek.

Vergi uzmanlarının daha pek çok eleştirisi ve uyarısı olduğunu ekleyelim. Ve gelelim işin sonunun nerelere kadar esneyebileceğine…

Benzetmek gibi olmasın ama, bu verginin 1942’de uygulanan Varlık Vergisi’nin bir örneği daha olmamasının önündeki engel nedir? Bir azınlık nüfusun kalmaması veya bir Aşkale kampı kurulmaması mı? İçkiyi sigarayı haram, gelirini helal sayan bir iktidarın elinde kimi hedef alır böyle bir düzenleme? Bebek’te, Sarıyer’de, Beyoğlu’nda, Balat’ta, Kadıköy’de, Beşiktaş’ta atadan dededen kalma tek konuta sahip birini mi; 62 dairesi, oteli, fabrika arazisi olan Zarrab’ı, Boğaz’daki otelleri için gün sayan Ağaoğlu’nu, Cengiz İnşaat’a satıldıktan sonra şaibeli şekilde yanan Hüseyin Avni Paşa Köşkü’nün yerine dikilecek ticari şeyi mi?

‘Hadi canım sen de abartma’ diyenlere, AKP’nin elindeki yasaları nasıl abartarak kullandığını hatırlatalım. Hele mesele mal mülkse ve onun değerini belirleme, yıkma ve yapma kararı tek kişiye bırakılıyorsa…