YAZARLAR

Gurabahane-i Laklakan’dan Kaz Dağları’na: Bir kuş uçuşu ‘muhafazakar’ tarih

Bu topraklarda bir zamanlar, kırılmış leylek bacaklarının muhtemel bir nevi protez takılarak tedavi edilmeleri ve göçlerine devam ettirilmelerinin sağlanmış olması size Kafkavari, en hafif tanımlamayla, çılgın bir şey olarak gelmiyor mu?

Bursa’da Irgandı Köprüsü’nü geçince, çarşı içinde çıktı karşıma; Gurabahane-i Laklakan. 19'uncu yüzyıl sonunda kurulmuş bir hayvan hastanesi. Söylendiğine göre, insanların kullandığı at, eşek ya da köpek gibi hayvanlar için de değil, iyileştireyim ki beni sırtında taşısın, hırlımı hırsızımı uzak tutsun çıkarı da yok. Burası başta ‘laklakan’ yani leylekler olmak üzere bütün göçmen kuşlar için bir hastaneymiş. Bacakları kırılan leylekler, kanatlarından yaralanmış göçmen kuşlar ya da Ahmet Haşim’in tanımıyla, ‘kör veya sağır baykuşlar’ ve 'bunamış kargalar' için.

Dalga geçer gibi bir şey değil mi? Kaz Dağları’nda, iktidar sayılarına göre bile binlerce ağacın kurban edildiği, altın madeni sunağına tereddütsüz yatırılmış doğanın yeni çekilmiş fotoğraflarından kaçmak isterken tarihin içinden sıyrılmış böyle bir ‘nezaket’?

Göçmen kuşların yüzyıllardır kullandıkları göç yollarına işçi kanlarıyla kutsanmış, beton ucube, dünyanın en büyük, ‘İstanbul’ havaalanı kompleksi -psikoanalitik manada!- inşa edilmiş, bu topraklarda bir zamanlar, kırılmış leylek bacaklarının muhtemel bir nevi protez takılarak tedavi edilmeleri ve göçlerine devam ettirilmelerinin sağlanmış olması size Kafkavari, en hafif tanımlamayla, çılgın bir şey olarak gelmiyor mu?

Şimdi duyguların naifliğinden -maalesef- sıyrılıp, ideolojiye dönelim. İktidarın politikası, kendilerinin savunduğu gibi hiçbir zaman ‘muhafazakar’ olmadı. Tipik bir neoliberal iktidar var Türkiye’de. Dünyanın her tarafındaki benzerleri gibi bir yandan bu toprakların bütün kaynaklarını ulus ötesi tekellerin emrine sunarken öte yandan neoliberalizmin temel düsturu ‘yeni kent’ inşasıyla bütün yerleşik mahalleleri yıkıp Fransız balkonla simgelenecek mimarisiyle (!), komşuluk ilişkilerini de yıktı bu iktidar. İçine bir komşu bile sığamayacak aralıklı parmaklıklarla çevrili Frenk, sigara içme localarını kondurdu mahalle kültürü yerine.

Ülkenin bütün şehirlerinde bir tane kent ormanı, korusu ve hatta parkı bırakmadı geçmişten kalan, dokunulmamış. Bütün köyleri, ihtiyar heyetlerinden tutarak, büyük şehirlere bağladı. Geçmişten içinde ‘birlikte bir şey yapma’ kırıntısı kalmış hiçbir şey bırakmadı.

Aslında geçmiş bırakmadı…

Patent yasasıyla bu toprakların ‘yerli’ tohumunu yok etti. GDO’lu mısır glikoz müsaadesi ile şeker fabrikalarını kapattı, pancar köylülerinin çocuklarını işsiz koydu. ‘Güvenlik görevlisi’ gibi, insanların paranoyasının başında bekleyen, yeni, uyduruk bir iş dışında her türlü mesleği sahipsiz bıraktı. Her zaman muhafazakarlığın ana kitlesi olan küçük esnafı bile büyük marketlerin aç karnına terk etti. Yüzyıllık tütün köylüsünü, sigara fabrikalarını, çayı, fındığı, zeytini piyasa bahçelerine bıraktı.

Neyi muhafaza etti AKP?

Çamlıca Camisi gibi koca bir beton yığını ile, Süleymaniye Camisi'nin estetiğini kirletti. Çamlıca Camisi'nden ruhsal olarak etkilenmiş bir fani var mı hiç çevrenizde? Mesela Bursa Yeşil Cami’nin çinilerindeki özenli işçilik, yeni camilerin copy-paste standartları karşısında ne kadar acı çekse yeridir.

Bütün bunlar tesadüf değil tabii ki ve bu, bir ekonomi yazısı aslında. Teoliberal iktidar, bütün bunları cahilliğinden ya da sadece ‘ihale tutan parmağını yalar’ ilkesine göre yapmıyor. Çok temel bir ekonomik tercih bu ve bu yüzden, bu iktidar, iktidar bu kadar yıldır. Bütün yapılanlar, kuşların göç yollarına havaalanı kompleksleri, kıtaları birkaç kez, uzun uzun birbirine bağlayan köprüler, dağları ortasından bölen viyadükler, karınlarını yaran tüneller filan hepsi sadece iki tarafı birbirine bağlamıyor, bu iktidar ile dünya sermayesini birbirine teyelliyor. S-400 ile Rusya’nın Suriye’de sempatisini satın almak isteyenler, F 35 ile ABD’nin ağzına bal sürmek, maden arama izinleriyle Kanada’ya hoş görünmek, THY uçak alımıyla Fransa’ya pay vermek aklıyla hareket ediyor.

Son günlerde çevreyi dehşetli bir şekilde imha eden yatırımlara, daha fazla kucak açması da tesadüfi değil. Ekonomide sınıfta çakan iktidar, muhtaç olduğu kudreti artık daha da kötü çocuklarla arkadaşlık ederek bulabilir ancak. Bunun manası Kaz Dağları’nda, Munzur’da altın arama faaliyetlerine hiçbir şey umursamadan başlanılması, Hasankeyf’in bir an önce sular altına gömülmesi, son ve tek büyük çare ‘Kanal İstanbul’a başlanması, İngiltere’den daha fazla katı atık adı altında çöp ihraç edilmesi, nükleer santral yapımcılarının dünyada son istasyonu olması gibi ‘ekonomik yatırımlar’, bildiğiniz müteahhit işleri yani.

‘Aç bir çocuk gibi besleyin sobayı’ ekonomisi bu…

Mesela İngiliz muhafazakarları, sonbaharda ağaçların yapraklarının dökülmesi sonucu hızlı trenin yavaşlaması üzerine ağaçların kesilmesi teklif edildiğinde buna karşı çıkıyorlardı. ‘O orman, ağaçlar, orada yüzyıllardır var, tren biraz yavaş geçiversin canım’ diyorlardı.

Böyle bir ‘muhafazakarlığını’ hiç gördünüz mü siz bu muhafazakar (!) iktidarın ?

Muhafazakarlarmış, hah buna Gurabahane-i Laklakan’da bunamış kargalar bile güler


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...