YAZARLAR

Feyzioğlular, Davutoğlular, anketler, siyasetler

31 Mart’ı, Davutoğlu’nu, Gül’ü, Feyzioğlu’nun beklentilerini ve anketleri düşünmekten sıyrılıp nisana ve sonrasına odaklanmayı ciddiye almalıyız. Aksi takdirde beklemeye devam edeceğiz, çok şükür yaşama lütfuyla…

Sonuçları ne diyor pek bilmesek de anketler var gündemimizde, bir seçim var. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan pek güvenmiyor anketlere, nasıl oluyor bilmiyor; ana muhalefet de şaşırıyor anketlerde önde çıkmasına! Bir yanda kayyumlar, diğer yanda tanzim satışlar, büyük krediler, küçük krediler ve belediye meclis üyelikleri… Olaylar iyice karışırken yine Davutoğlular, yine Güller, yine yeni partiler. Bir de her dönem isimleri değişen Feyzioğlular…

Bir yanda dörtte biri kamusal alandan silinmiş genç nüfus, işçi cinayetlerinde birincilik, yoksulluk, mahkemeye erişme hakkının bile yurttaşlara tanınmadığı bir pazarlık devleti, kürsüsü alınmış hocalar, makam tahsis edilmiş eşler dostlar, intikamcı bir adalet, saraydan taşan korku, yuvasında boğulan umut ve beka. Evet beka, yani her şeyin olduğu gibi devam etmesi. Erdoğan’ın sarayının, Erdoğan’ın havuzunda yüzen sermayenin sultasının, Erdoğan’ın çözdüğü kurumların; adaletten bağımsızlaşan yargının, hakikat arayışından kurtulan üniversitenin, egemenlik yükünü taşımaktan vazgeçen parlamentonun, liyakat yerine referans usulünü icat eden bürokrasinin, vaatten kurtulan siyasetin sürmesi.

Enver Gökçe’nin Gelmeyen Bahar’ının mısra-ı bercestesinde sorduğunu duyumsamıyor muyuz?

Açar mı bugün dört bahardır kanayan çiçek…

BEKLEMEK, BEKLEMEK...

İki yıl önce bu sayfaya tuhaf başlıklı bir yazıyla başlamıştım: “Beklemenin beklentisiz ülkesi”. Klişeler, hele gerçek bir bağlamı varsa derinden yaralar insanı. En acılarından biri de “insan her şeye alışıyor” klişesi. Evet beklentisiz bir ülkede beklemeye alıştık. Yüz bin, aileleri ve yakınlarıyla neredeyse bir milyon kişi OHAL Komisyonu’nu beklentisiz bekliyor örneğin. Binlerce tutuklu aylarca yargıç önüne çıkmayı bekliyor. Milyonlarca yoksul, yarınsız biçimde yarın da hayatta kalmayı bekliyor, on binlerce öğretmen umutsuz biçimde atama bekliyor, milyonlarca seçmen inanmadan değişim bekliyor. Herkes, öngöremediği bir gelecek içinde öngörülebilir, güvenli, nitelikli bir hayatı beklentisizce bekliyor.

Beklentili girişimler de var elbette. Baro Başkanlığı’nı iktidar partisi ziyaretleriyle renklendiren, yetmeyince hamaseti nefrete taşıyan Feyzioğlu’nun beklentileri vardır mutlaka. Davutoğlu’nu köpürtenlerin, Gül’ü takdir edenlerin, seçim öncesinde yine onları gündeme getirme stratejisi izleyenlerin beklentileri vardır. Anketler yoluyla seçime bir rekabet havası katmak isteyenlerin, kamu ihalelerine girenlerin, sağdan sağa taş sektiren sosyal demokratların, bakanlık kapılarında referans arayanların, Cuma namazlarında üstatlarının yanında saf tutan genç müfettişlerin, öğle yemeklerini mutlaka idare mahkemesi başkanlarıyla yemek isteyen üniversite rektörlerinin beklentileri vardır.

Beklentisiz bekleyen insanlar ülkesinde beklentisi olanların rejimi işliyor; kurumsuz, kuralsız, celep pazarlığı ve körleşmiş çıkar ilişkileriyle. Herkesin herkesle ittifak yaparak herkesin hayatına göz dikebileceği bir kara düzen içinde. İhbarcılar ikbal, ihbar edilenler Yargıtay bekliyor.

SİYASETTEN BEKLENTİ

Türkiye’de bildiğimiz anlamda siyaset bitti. Siyasal olma iddiasını taşıyan yapı ve örgütler dar çıkar ilişkileri içinde beklentisi olanlara yanıt veriyorlar. Hem de her düzeyde verebiliyorlar. Bu nedenle tanımı gereği bu örgüt ve yapıların da bildiğimiz anlamda siyasal işlevlerini tamamladıklarını söyleyebiliriz. Peki beklentileri yeniden yaratabilecek, bu kara düzene ilişkin renkli, neşeli, harekete geçirici, öngörülebilir bir gelecek vaat eden, içinde geliştiği düzeni delip geçecek bir siyasal söylem ve buna uygun bir siyasal örgütlenmenin bundan daha uygun koşulları olduğu söylenebilir mi?

Bu koşulları değerlendirebilecek, taşıyabilecek ve siyasetsizliği kırabilecek bir örgütlenmenin temeli, hareketsizleştiren alışmayı, beklentisizliği kırmak olabilir ancak. Elbette Türkiye’deki çürümüş organizasyonel yapıları delip geçecek; katı temsili bir parti olarak değil, sürekli genişlemeye meyyal bir siyasal hareket olarak. Kurma iddiasında olduğu ülkeyi, yaratacağı somut hukuki düzeni kendini örgütlerken düşünen bir örgütsel formu ve siyasal söylemini yaratarak…

31 Mart’ı, Davutoğlu’nu, Gül’ü, Feyzioğlu’nun beklentilerini ve anketleri düşünmekten sıyrılıp nisana ve sonrasına odaklanmayı ciddiye almalıyız. Aksi takdirde beklemeye devam edeceğiz, çok şükür yaşama lütfuyla…


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.