YAZARLAR

Başörtüsü özgürlüğünden başörtüsünden özgürlüğe dindar kadınların 'Challenge'ı

Yüzlerce sosyal medya kullanıcısı kadın #1YearChallange etiketiyle yan yana getirdikleri başörtülü fotoğrafları ile başörtüsünü çıkardıktan sonraki fotoğraflarını, “okuduk, özgürleştik”, “büyüdük, güzelleştik, özgürleştik” açıklamalarıyla paylaşmaya başladı. Muhafazakâr cenah için, bir zamanlar başörtüsü uğruna mücadeleler verilen, büyük mağduriyetler yaşanan bir simge iken, şimdi özellikle de genç kadınlar başörtüsünden soyunduktan sonra “özgürleştiklerini” iddia ediyorlar.

Sosyal medya bu hafta iki ayrı meydan okuma ile adeta sallandı. Birincisi 2009 yılında çekilmiş fotoğrafları ile 2019 fotoğraflarını yan yana koyarak yıllara meydan okuduklarını ilan eden kadın ve erkeklere aitti. Bunun üzerine epeyce konuşuldu, bir veri madenciliği projesi olduğunu, tüketicilerin bilgilerini pazarlayarak gelir elde eden şirketlerin insanların yıllar içinde geçirdiği değişime dair verileri elde etmesi için bir tuzak olduğunu ileri sürenler çoğunluktaydı. Diğer yandan, pek çok sosyal medya kullanıcısı yıllar içinde geçirdikleri değişimin reklamcılara ya da ürün geliştirme ve pazarlama uzmanlarına hizmet edecek bir veri olarak işlenmesinden pek de rahatsız değildi ki, birkaç gün içinde yalnızca 10 yıl değil, kullanıcı profili biraz daha orta yaşlıca olan facebook’ta 20 yıl, 40 yıl hatta 50 yıl "çelincları" dahi dolaşmaya başladı.

İkinci meydan okuma ise beklenmedik bir yerden geldi. Gerçi KONDA araştırma şirketi geçenlerde kendi #10YearChallange’ının sonuçlarını açıklamıştı. 2008 -2018 yılları arasında insanların hayat tarzlarının nasıl değişim gösterdiğine dair yapılan araştırma, kendilerini “geleneksel muhafazakâr” olarak tanımlayanların oranının %37’den %45’e çıktığını gösteriyordu. Bu, elbette şaşırtıcı bir sonuç olarak kabul edilemez. 2002’den bu yana önce kendisine “muhafazakâr demokrat” diyen, daha sonra ise geçen yıllar içinde dünyanın en ileri demokrasisine artık erişmiş olmanın verdiği özgüvenle “demokrat”ı bir kenara bırakarak sadece “muhafazakâra tutunan bir iktidarın yönettiği ülkede, muhafazakârlığın yükselen bir değer olmasından daha olağan ne olabilirdi ki? Üstelik bu iktidar toplumu kutuplaştıran her türlü uygulamasını geçmişte “muhafazakârların” nice zulümler gördüğü, kadınları aşağılayan her türlü icraatını “dinimizde ve geleneklerimizde böyle olduğu” argümanı ile meşrulaştırır ve “tek dişi kalmış canavar” olarak her fırsatta “bizi kıskanmakla” suçladığı batı medeniyetini düşmanlar sıralamasının en başına yazarken muhafazakârlık belki de hem bu iktidardan nemalanmak isteyenler, hem onun gölgesinde huzur içinde yaşayabileceğini düşünenler, hem de onun şerrinden korkanlar için en güvenli liman olarak görünüyordu. Hal böyle olunca, KONDA’nın araştırmasına göre kendisini “modern” olarak adlandıranların da 10 yıl içinde iki puanlık bir azalmayla %31’den 29’a düştüğü görülüyordu. Araştırmanın bulguları içinde şaşırtıcı olan ise, özellikle son yıllarda AKP’nin toplumsal yaşamı düzenleyen bir kurum olarak dini giderek daha fazla ön plana çıkarma çabasına rağmen, kendisini “dindar muhafazakâr” olarak adlandıranların %32’den 25’e, kendini “dindar” olarak adlandıranların ise %55’ten 51’e düşmesiydi. Bu düşüş bize neyi gösteriyor? Memleketin dört bir yanını İmam Hatip Okulları ile donatıp eğitim sisteminde yaptığı değişikliklerle birçok yerde okul çağındaki çocukları bu okullara mecbur bırakan, televizyon ekranlarında öpüşme sahnelerini dahi yasaklarken din sohbetleriyle şöhret kazanan Nihat Hatipoğlu’nu ismine son dakikada İslam eklenen Gaziantep Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’ne rektör atayan iktidara rağmen, muhafazakâr kimliğin “dindar”ı neden böyle düşüyor?

Eski televizyon yıldızı yeni rektör, bir zamanlar başörtüsü takan kadınlar için “sahte topuz yapmak caiz değildir” fetvasını veren Hatipoğlu daha geçenlerde “sosyal medyada DM’den yürümek (biriyle yazışıp üstü kapalı flört etmenin) haramdır”, “ahirette layklarınızın da hesabını vereceksiniz¹”; “Çocuğunuzun fotoğraflarını paylaşmanız onlara nazar değdirebilir” açıklamalarında bulunmuşken, sosyal medyada yeni bir "çelınc" patlak vermesin mi? Yüzlerce sosyal medya kullanıcısı kadın #1YearChallange etiketiyle yan yana getirdikleri başörtülü fotoğrafları ile başörtüsünü çıkardıktan sonraki fotoğraflarını, “okuduk, özgürleştik”, “büyüdük, güzelleştik, özgürleştik” açıklamalarıyla paylaşmaya başladı. Muhafazakâr cenah için, bir zamanlar başörtüsü uğruna mücadeleler verilen, büyük mağduriyetler yaşanan bir simge iken, şimdi özellikle de genç kadınlar başörtüsünden soyunduktan sonra “özgürleştiklerini” iddia ediyorlar. Bu kadınların sayısının çokluğu, paylaşımlarının altına yaptıkları yorumlar, mahalle baskısından ya da çevreden gelecek tepkilerden korkmadıklarını gösteriyor. Zamanında genç muhafazakâr kadınlar, benim de şimdilerde muhafazakâr cenahla pek iyi geçinen rektör İbiş’in yönetim kademelerinde bulunduğu Ankara Üniversitesi kampüsünün girişinde tanık olduğum aşağılamalarla baş etmek zorunda kalmış, bazıları üniversite okumanın tek yolunu kampüs girişinde çıkardıkları başörtülerini çıkışta yeniden takmakta, bazıları ise başörtüsünün üzerine taktıkları peruklarda bulmuşlardı. O dönem, başörtüsü bu kadınların pek çoğunun evden dışarı çıkıp üniversite okuyabilmesinin, dolayısıyla özgürleşmelerinin anahtarıydı. Gelgelelim, artık başörtüsünü takmakta özgürleşen bu kadınlar, daha fazla özgürlük talep ediyorlardı. Tabii, bu paylaşımların altına “başını açmakla ya da kapamakla özgür olunmaz” gibi çoğu erkek sosyal medya kullanıcıların kaleminden çıkma yorumlar da geldi; bunların ardında illa ki bir bityeniği arayanlar da. Kadınlar ise, kendilerine yöneltilen eleştirilere rağmen bunu “özgürleşme” olarak adlandırmakta ısrar ediyor, kurdukları “yalnız yürümeyeceksin” adlı web sitesinde “başımdaki örtüyü üniversiteden mezun olunca kep atan öğrenciler gibi çıkarıp atacağım”, “bırakın da kadınlar nasıl yaşayacaklarına kendileri karar versin”, “bana öğretilen yobazlığı reddediyorum” diye sesleniyorlardı.

KONDA’nın hayat tarzları araştırmasına geri dönecek olursak, son on yılda gençler arasında (görücü usulüyle değil) karşılıklı anlaşarak evlenenlerin oranının %52’den 64’e yükseldiğini, çalışmayan kadınların (ev kadınlarının) oranının %33’ten 26’ya düştüğünü, “kadın çalışmak için eşinden izin almalıdır” diyenlerin oranının %69’dan 55’e, “bir erkekle kadının beraber yaşamaları için dini nikâh şarttır” diyenlerin ise e %79’dan 74’e düştüğünü gösteriyor. Dahası, araştırmaya göre kadınların dış görünüşü değişiyor. Makyaj yapan, kolsuz bluz giyip dışarı çıkan, hatta mayo giyen kadınların oranında dikkate değer bir artış var. Son üç yılda ise estetik ameliyatla görünüşünü değiştirmeyi olağan bulanların oranı %20’den %48’e çıkmış. 10 yıllık süre içinde başını örtmeyenlerin oranının da %34’ten 37’ye çıktığını görüyoruz. Bütün bu olup bitenler, bir kez daha dünyayı kadınların değiştireceği ümidini canlandırıyor. İçine düştüğümüz bu kadın düşmanı, eril, muhafazakâr döngüden belki de yeniden kadınların özgürleşme mücadelesi ile çıkacağız.


1) Bkz. Sabah Gazetesi’nden Pınar Yıldız Yüksel’in Nihat Hatipoğlu ile yaptığı 6 Ocak tarihli röportaj.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.