YAZARLAR

Barış değil kış geliyor

Kendi söküğümüzü dikme uğraşısına geri dönersek, demokrasi, hak ve özgürlükler için kış gelmiyor, geldi bile. Bölgemizde sıcak çatışma olasılığı da, Türkiye’nin yeni belalara bulaşma, yeni askeri maceralara atılma olasılığıyla birlikte yükseliyor.

ABD’nin Suriye’deki stratejik önceliği, IŞİD’in durdurulup, yok edilmesinden, İran’ın karşılanıp, çevrelenmesine kaydı. Söz konusu yaklaşımın sahadaki yansıması, Fırat’ın doğusu için İran’ın alan dışında tutulması demek. Omurgasını YPG/YPJ’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) IŞİD’le mücadelede ABD (CENTCOM) desteğiyle başarılı oldu. İran’ın alan dışı tutulması için ise ABD, TSK’yi daha uygun bir ortak olarak görecektir.

Neredeyse eş zamanlı olarak ABD, Türkiye’yi İran’a yönelik ve özellikle petrol-doğal gaz alımını kısıtlayacak yeni İran yaptırımları dizisinden muafiyet tanıdığı sekiz ülke arasına aldı. Ayrıca, Brunson’un serbest bırakılmasının ardından, geçen yazımda sıraladığım üzere, Trump ile Erdoğan iki kere telefonda görüştü. Şimdi 10-11 Kasım’da da Fransa’da yüz yüze görüşecekler.

Bunlar iyi hoş da, malum bizde “almadan, vermek Allah’a mahsus” derler. ABD’nin de ağabeylik rolünü yeniden tesis ederken, bölgede yeniden kavuştuğu kardeşinden kimi beklentileri olacaktır kuşkusuz. Herhalde bu beklentilerin başında da “İran’a karşı düz durmak” gelecektir. İran’a karşı düz durmak ise, Erdoğan’ın içeride “Avrasyacılar” denilenlerle yaptığı ittifakı çatlatacaktır herhalde.

Öte yandan, Hakan Atilla ile Rıza Sarraf’ı içeri alan New York Güney Bölgesi Savcılığı’nın yeni iddianamesi bekleniyor. İddianame kapsamının Erdoğan ve yakın çevresini de içerebileceği ihtimaline dikkat çekenler var. Elimde herhangi bir bilgi olduğundan söylemiyorum ama ben o görüşte değilim. Halkbank’a çıkacak cezanın da asgari düzeyde kalacağını sanıyorum. Pentagon’un Senato’ya Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasını önermesi pek muhtemel değil.

Avrasyacılık deyince akla Astana Süreci’nde Rusya ve İran’la işbirliği ile keza Rusya’dan S-400 alımı geliyor. Onun karşısında da AB’ciler denilebilecekler. Hangi AB? Her fırsatta, artık Türkiye’nin üyelik perspektifi bulunmadığını yineleyen, hatta Gümrük Birliği’nin dahi güncellenmeyeceğini belirten vizyon fakiri, esnaf AB. Kendi içinde türeyen, kimlikçiliğini, yerliciliğini, mülteci karşıtlığıyla dışa vuran ve tabanını istikrarlı biçimde genişleten yeni aşırı sağla nasıl başa çıkacağını bilemeyen AB.

Hollanda İstihbarat Örgütü AIVD yakın tarihli konuya dair bir raporunu kamuoyuyla paylaştı. AIVD, yeni aşırı sağın daha ziyade İslam karşıtı bir çizgiye oturduğunu ve eskiye nazaran çok daha geniş bir kitleye hitap ettiğini teyit ediyor. Bu durumda, Türkiye’nin AB’nin de basiretsizliğiyle tam üyelik perspektifini yitirmesi, ancak Erdoğan’ın Berlin, Paris, Londra gibi belli başlı başkentlerle arayı düzeltmesi ve Avrupa’da İslam'ın sancaktarlığını üstlenme siyaseti başka bir anlam kazanıyor.

Kaşıkçı cinayeti ve bunun sonucunda Suudi Arabistan’da (SA) Muhammet bin Salman’ın (MbS) veliaht prenslik makamından el çektirilmesi konuları da Türkiye ile ABD arasında bir diğer zoraki iletişim hattını açtı. Oysa Arap Baharı karşıtı tahakkümcü SA-BAE ve onların sponsor olduğu Mısır ekseniyle Türkiye-Katar ters düşmüştü. MbS’nin, İsrail ve BAE organizasyonuyla ABD’nin Ortadoğu’daki pivotu olması da Erdoğan’ın kaşlarını kaldırmıştı.

Bölgenin yozlaşmış monarşiler ve diktatörlükleri, Arap Baharı'yla hafiften bir demokrasi meltemi esmesini dahi kendi otoriter rejimlerinin bekasına yaşamsal bir tehdit olarak algıladı. Mesele, ABD için İran’ı çevreleme, AB için ise mülteci akımını durdurmaya indirgendi. Hem ABD, hem AB istikrar kavramıyla efsunlandı, olabilecek olanın, olandan çok daha korkunç olacağına iman etti. Verili ortam da, tarihin haklı tarafındaymış gibi gözükmeyi beceren Erdoğan’a diplomatik manevra alanı açtı.

Vizyon, uzun vade, ahlaki yüksek zemin bir tarafa, diplomatik oyunda Erdoğan’ın geri dönmeyi bildiği teslim edilmeli. Ancak, bundan sonra, bölgede Rusya ve İran’la birlikte ABD’ye karşı, NATO’da ABD önderliğinde Rusya ve İran’a karşı yürüme ikilemi nasıl aşılacak belli değil. İsrail’in de Başbakan Netanyahu’nun Oman ziyaretiyle açığa çıkan Arap açılımı ve o açılımın ardında Filistin Barış Süreci’nin canlandırılması değil İran’dan tehdit algısında ortaklaşmalarının bulunması Ankara’nın diplomatik manevra alanını daraltacak bir diğer başat etmen.

Kendi söküğümüzü dikme uğraşısına geri dönersek, demokrasi, hak ve özgürlükler için kış gelmiyor, geldi bile. Bölgemizde sıcak çatışma olasılığı da, Türkiye’nin yeni belalara bulaşma, yeni askeri maceralara atılma olasılığıyla birlikte yükseliyor. ABD’nin araya girmesi, sıkleti Türkiye’de olduğundan fazla abartılan yeni Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Jeffrey gibi isimlerin kişisel yaklaşım ve girişimleriyle barış sürecine geri dönülmesi seçeneği de bana gerçekçi gözükmüyor.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.