YAZARLAR

Komşu Irak'ta seçim yapıldı, her şey yine aynı kaldı

Son Bond’da, bıkkın ifadeli bir “M” (Mallory rolünde Ralph Fiennes) önce “hayatımı bu ülkeyi savunmaya adadım” diyor, sonra şöyle yarım geriye dönüp, “bunu…” (“this…”) diye ekleyerek arkasında akıp giden trafiği, koşuşturan insanları, plazaları vs. işaret ediyor. Bence o gösterilen “bu” önemli. Bizde de henüz olamayan o “bu”, Irak’ta hiç olmadı ve yine yok.

Irak’ta seçim olunca 2003’ten bu yana Ankara’nın tutumu önceden kestirilebilir: Türkmenleri tek listede toplayıp, “bu sefer oldu inşallah” diye dua etmek ve Hamis Hançer gibi miyadını çoktan doldurmuş çantacılar aracılığıyla Sünni Arap listelerin hazırlanmasına müdahil olup, destek çıkmak.

Sonuçlar da bellidir. Ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Şii Arap partiler en yüksek sayıda sandalyeyi, doğal olarak seçmen çokluklarına oranla alır. Türkmenler de kendi nüfusları oranında alır. Irak’a tarihsel gelişimi içinde Türkmen milliyetçiliğini getiren Şii Türkmenler olsa da, hem can derdi hem Ankara’nın kendi kendini yineleyen, ezbere dayalı tutarsız politikaları uyarınca onların büyük kısmı da Şii kimliği temelinde oylarını kullanır.

Ankara’nın özellikle Erdoğan döneminde ve son on yılda Irak Kürdistan Bölgesi (IKB) içinde KDP’yle ilişkileri yakındır. Ancak seçim gelince, küresel Kürt nüfusun yarısının cumhuriyetimizin yurttaşları olduğu unutulur. Hani madem “Sünnicilik” yapılacak, Irak Kürtlerinin neredeyse tamamının Sünni oldukları da. Irak’taki Kürt nüfusun neredeyse tamamının federe Kürdistan Bölgesi’nde yaşadıkları ve IKB nüfusunun neredeyse tamamının Kürt olduğu da.

Hatta aksine Müslüman Kardeşler artığı islâmcı partiler üzerinden KDP’ye de KYB’ye de taş konulmaya çalışılır. Bu da islâmcı kafalardaki klasik “vataniye-kavmiye” ayrımına dayandırılır. Oysa konunun düşünsel yamukluk boyutu bir yana, Irak’ta 2003’ten bu yana seçmen yalnızca kimliği doğrultusunda oy kullanır. Örnekse, Basra’da yaşayan bir Şii Arap, kabine girdiğinde oyunu “şu rahmetli Mam Celâl çok vizyoner adamdı, iyi de cumhurbaşkanlığı yaptı, öyleyse KYB’ye basayım mührü, bir de onları deneyelim” demez. Tersi de geçerli, her bölge için de geçerli.

Bir başka bakımdan, bu durum kalıcılaştıkça bildiğimiz Irak denilen devletin sonunu yahut olmadığını da gösterir. Ülkeyi bir arada tutan ilmek ise Bağdat’ın paylaşılamaması ve Bağdat’ın simgelediği (hele güncel piyasalarla) olağanüstü petrol geliridir. IŞİD’e karşı ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon desteğiyle kazanılan zafer bile Irak ülkesine gerçek bir devlet, bir ulus, bir kamu armağan edememiştir. 

Gelelim güncel duruma. Haftasonu yapılan genel seçimlerde Irak’ın gepgenç nüfusuna rağmen katılım yüzde 40'ı ancak buldu. Arap Baharı’nı Irak meydanlarına getiren Hirak hareketinden, çoğunluğu güvenlik güçlerince değil İran destekli Haşd-ı Şabi milislerince olmak üzere, altıyüzü aşkın kişinin öldürülüp, yirmibini bulan sayıda kişinin de yaralanması herhalde bu sonucu doğuran başat etmen. Gelecekten umutsuzluk, kendi yaşamının değil çocuklarının yaşamının da kendinden iyi olmayacağı kanısı topluma egemen.

Açıklanan ilk resmi olmayan sonuçlara göre gelecek mecliste önde gelen hareketlerden Sadr 77, Halbusi (Sünni) 33-35, Dava-Maliki, 21-24, Fetih: 20-21, Azim (Hamis Hançer-Sünni) 18-20, El Hakim- El Abadi 11-14 sandalye kazanmış. IKB’den de KDP 32, KYB-Goran 15, Yeni Nesil 9, Kürdistan İslami Birliği-Yekgirtu 4 sandalye kazanmış. IKB’de de Irak’ın genelinde olduğu gibi katılım çok düşük hatta sahadan gelen kimi bilgilere göre seçmen sandığa gitmeyi pek umursamamışa benziyor.

Şimdi, her sefer olduğu üzere, bitmez tükenmez pazarlıklar paylaşılacak, çeşitli olası ittifaklarda kimin hangi bakanlığı kapacağı belirlenecek. Ayrıca sözkonusu “tahsis” düzeni uyarınca ikiyüzü bulan sayıda üst düzey bürokratik yönetici koltuğu da paylaşılacak. Bunların hepsi yağlı kuyruk. Bir petrol denizi üzerinde oturan Irak gibi ülkede elektrik en temel hizmetler dahi ya eksik ya aksak.

Böylece Irak, adeta devcileyin bir Lübnan’a dönüşmüş durumda. Akdeniz güzeli levanten Lübnan topu topu iki Hatay iriliğinde bir yüzölçümüne sahip. Irak ise Arap dünyasının nüfus, büyüklük ve konum olarak kilit taşlarından ve olağanüstü bir petrol zenginliği var.

Meclisteki sandalye dağılımı en az 2/3 çoğunluk oyuyla seçilen cumhurbaşkanının belirlenmesinde de doğal olarak önemli. Her çiçekten bal alıp, herkese mavi boncuk dağıtan Kazımi’nin başbakanlığı koruması olası. Bağdat’tan sıkletinin üzerinde arabulucu diplomasi başarıları yaratan Dr. Barham Salih’in dışarıdan ve özellikle batıdan gördüğü teveccühü içeriden ve bu defa özellikle KDP’den görmesi ise zor.

KDP, KYB’nin Talabani kardeşlerinin yeğen Talabani’den kurtulma harekâtından hoşnut. Belki o bakımdan yine Dr. Fuat Hüseyin’i yerinde yani Dışişleri’nde tutup, Dr. Barham Salih’in cumhurbaşkanlığında devamına destek verebilir. Ancak, Dr. Barham Salih her şeyden önce kendi partisinden ve onu yöneten biraderlerden aradığı desteği alabilecek mi, orası belirsiz.   

Bu sözde ön değerlendirmeyi Kerkük vs. diye sıkıcı ama okunması zorunlu bir kitabın sayfalarını çevirir gibi uzatmak mümkün. Sizler de buraya dek esnemekten neredeyse ağızlarınız yırtılarak erişebildiyseniz belki bir politika önerisi beklediğinizden. Zira “biz resmi çekip önlerine koyalım kardeşim, Ankara değerlendirsin” diyerek aradan sıyrılmak biraz hariciye işi kaçacak. 

Çok mu sıradışı olacak bilemiyorum, bu denli gözüpeklik ve kol bükme iddiası olan bir dış politikada bir kere de soğukkanlılık, sabır ve akılla ulaşılacak ve doğası gereği mükemmel olamayacak bir siyasal çözüme destek olmak? Son Bond’da, bıkkın ifadeli bir “M” (Mallory rolünde Ralph Fiennes) önce “hayatımı bu ülkeyi savunmaya adadım” diyor, sonra şöyle yarım geriye dönüp, “bunu…” (“this…”) diye ekleyerek arkasında akıp giden trafiği, koşuşturan insanları, plazaları vs. işaret ediyor.

Bence o gösterilen “bu” önemli. Bizde de henüz olamayan o “bu”, Irak’ta hiç olmadı ve yine yok. Cumhurbaşkanı Kürtlerden, meclis başkanı Sünni Araplardan ve yürütmenin başı başbakan da Şii Araplardan diye devam ederken insanın içi geçiyor. Olmadı, olamıyor, böyle giderse olacağı da yok gibi gözüküyor. Ankara, Kürtlerle arasını düzeltse, alışverişi öne çıkarsa, yeniden imar furyasında ihale kapsa, özetle bıraksa dağınık kalsa şimdikinden daha iyi olur. Yoksa Kurtlar Vadisi, ver mehteri.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.