YAZARLAR

Cumhuriyetçilerin ve Orwell’ın zafer yolu: La Rambla caddesi

Barselona'nın en meşhur caddesi La Rambla'dır. La Rambla'da herkes kendi hikayesini yazabilir. Cazibesi de buradadır zaten.

Son olarak anlattığım meydana, Catalunya Meydanı’na çıkan bir cadde La Rambla. Herhalde Barselona’nın en popüler caddesi burasıdır. Ve tabii en kalabalık. Amma velâkin bu yüzden anlatmıyorum. Caddenin cazibesi nereden geliyor? Şehrin en merkezi yeri olmasından değil, o ayrı mesele. Merkezilik bir caddeyi önemli yapar; burada ‘cazibeden’ söz ediliyor. Sanırım Rambla’ya her bakan, kendi hikâyesini yazabiliyor. Caddenin neresinden baktığına bağlı ama.

Örneğin Catalunya Meydanı’ndan bakıyorsa biri, denize doğru giden ve meydanın ışığını denize taşıyan çok kalabalık ve aydınlık bir cadde hikâyesi anlatabilir. Ortasından bakıyorsa, ama tam ortasından; tanımlamakta güçlük çeker doğrusu. Öyle bir orta nokta ki bu; çiçekçiler, ayyaşlar, Büyük Tiyatro, sahibi şemsiyeci olduğu için üzerinde devasa bir şemsiye ‘büstü’ olan büyük ve güzel bina, pencerede elinde bohçası delikanlısını bekleyen köylü kız misali zabıta gözleyen seyyar satıcılar, iki sıra dizilmiş lokantalar, meşhur ve ziyaretçisi bol üstü kapalı deniz ürünleri pazarı, turistik eşya satıcıları, “bul karayı al parayı” oynatan düzenbazlar, parasını onlara kaptıran pek uyanıklar, polisler, yankesiciler, bir yere koşturanlar, sağa sola bakanlar, sağa sola bakanlara bakanlar, şunlar, bunlar… Meydan’dan doğru bakıldığında ışıltılı görünen cadde, burada sarı kara, tuhaf ve kasvetli bir renge bürünüyor. Ancak işin asıl ilginç yanı, günün hemen her saatinde aynı renkte oluşu. Gökyüzünün denizi boyaması gibi, caddedeki binaların sarı kara, eski püskü hali de caddeyi boyuyor sanki.

SİGARA PAKETİ ÇIKARMAYA KORKUYOR İNSAN

İşte bu caddenin tam ortası (ki kendileri onlarca dar sokağın açıldığı bir ‘ağır abi’dir aynı zamanda!) tarihi bir ‘duvarın’ çıkıntısına da müsaade etmiş. İyi ki de etmiş çünkü bu çıkıntının açıldığı sokağın tam ortasında eski hastane binası ve içinde Katalan Milli Kütüphanesi var. Anlatılmaz güzellikte bir yapı. Eski hastane binası adı gibi gerçekten, eski. İçinde hasta yok elbette, başka amaçlarla kullanılıyor. Rambla’nın parıltısı içinde garip bir karanlık ve kasvet var ya, hah işte o kasvet bu hastane bahçesinin kasveti bana kalırsa. Zemin toprak, duvarlar eski ve toprak rengi, merdivenler ve ortadaki minik çeşme sarı, toprak rengi ve sıcak. Hepsi birden kucak açmış mahallenin delisine, evsizine, hastasına, dibe vurmuşlarına… Sigara paketi çıkarmaya korkuyor insan. Şehirde genel alışkanlık olan ‘sigara isteme’nin en yoğun olduğu yerlerden biri burası. Bir, iki, tamam ama bir süre sonra tekel bayii muamelesi görmek ve hele ki bu muamele ile sigaranın tuzlu olduğu bir yerde karşılaşmak, bir süre sonra, özellikle üçüncüden sonra insanın içindeki amme hizmeti duygusunu yıpratmaya başlıyor. Garibanı anlarım; hali vakti yerinde olanda da bir ‘sigara isteme’ hali var. Benim kota, üç. Sonrasına, ‘Hadi güzel kardeşim’ deme eğilimindeyim. Benzer bir şeyi Londra’da da yaşamıştım. İlk zamanlar her çalgıcıya bir lira veriyordum ama sonra baktım ki çoğunun durumu benden iyi, vazgeçmiştim!

Her neyse, hastaneye dönelim. Etkileyici bir yer burası. Kasvetini, ama anlamlandırmaya çabaladığım bir huzuru da barındıran kasvetini ve sarı kara rengini gönderiyor, meşhur Rambla’ya. Yedi sekiz bank var bahçesinde, belki de daha fazla. Şehrin banklarını ve kapılarını başka yazıya saklıyorum ama. Şimdi anlatmayacağım. Bir köşesinde küçük bir kahve. Bu topraklı ve sefil bahçede her ne varsa, üfleyip tozunu almak istiyor insan. Pek toz filan yok ama öyle görünüyor işte. Milli Kütüphane binası hakikaten nefis. Bugüne dek gördüğüm en sıcak okuma mekânlarından biri. Yer koyu ceviz; duvarlar ise, ‘duvar.’ Olduğu gibi bırakılmış duvar taşları. Haftada bir kez ziyaret etmeden olmuyor burayı. Giriş için bir kart çıkarıyorsunuz, fotoğraflı, onu okutarak giriyorsunuz vs. İşte bu eski hastane bahçesi ve eklentileri Rambla’ya açıldıkları için, Rambla ne kadar şükretse az.

LA RAMBLA'NIN IŞIKLANDIRMA 'VİZYONU'

Onlarca sokaktan önemlice bir kısmı, tarihi eski şehre açılıyor. Sokakların hepsi birbirine benziyor, haliyle birbirinden güzel. Hemen hepsi, sarı ve loş ışıklı. Bu adamlar ışıklandırma işini iyi biliyor. Mesela ağaçları bizim Cinnah’taki gibi, “Ağaç yeşil bir bitkidir, bu durumda yeşil bir bitkinin geceleri yeşil spotlarla ışıklandırılması gerekir” diyerek, ışıklandırmıyorlar! Doğrusu, Katalanlar’da bir ‘vizyon’ sorunu olduğu açık! Hazır konu açılmışken (!) benim üniversitenin karşısındaki parkta devasa bir ‘popo’ heykeli olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Ayan beyan, hiç öyle modern olma kaygısı taşımadan, bir şeylere gönderme yapmaksızın, üç beş adam boyunda bir popo heykeli yapmış sanatçı. Yalnızca vizyonsuz olsalar neyse, bir de densizler anlayacağınız. İşte yine saptım Rambla’dan!

Caddenin ortasından denize doğru giden son kısım, başka bir yer gibi sanki. Bu açıdan belki İstiklal ile karşılaştırılabilir. Taksim’den Galatasaray’a kadar olan kısmı ile sonraki, hele Odakule’den Tünel’e kadar olan kısmı çok farklıdır ya. İlkinin kalabalığı, çeşitliliği, iş yerlerinin içeriği vs. değişip daha sakin, daha derli toplu bir yere dönüşür. Rambla’nın da diğer yarısı, ilk yarısından başka. Orada kalabalık biraz seyreliyor. Sokak ressamları, kendilerini heykelleştirip kaskatı duran sokak sanatçıları, caddeye açılan tütüncü dükkânları (ki iyi ki varlar, posta pulu da satıyorlar!), kılık kıyafet satıcıları vs. İşte bu kısım yani denize varan kısmın ulaştığı son yer, koca Kaşif’in anıtı. Kim bu Kaşif diye sormazsınız herhalde. Bir meydan, meydanın ortasında Trafalgar’a ya da bizim Dikilitaş’a benzer hayli yüksek bir kaide ve kaidenin tepesine kondurulmuş, Trafalgar’a benzer ama Dikilitaş’a benzemez şekilde, Kaşif’in denize bakan görkemli heykeli. Ya nereye bakacaktı!

Bu arada kaldırımdaki Joan Miro mozaiğini atlamayayım, o da güzel. Kaldırım demişken… Caddenin toplam genişliği tahmin ediyorum elli altmış metredir. Araçlar için yalnızca sekiz on metre (iki yanda, toplam) ayrılmış ve kalanı ‘kaldırım.’ Yolun tam ortasında çok geniş ve anlattığım her şeyin yaşandığı ‘orta kaldırım’ ve kenarlarında, iki ayrı yaya kaldırımı daha. Rambla kalabalığının nedenlerinden biri de bu olsa gerek. Caddenin tam ortasındaki metro durağının adı, Liceu. Çıkışı en kolay durak olduğu için sempati duyuyorum! Çok sıcak, metronun içi, tüneller çok sıcak, cehennem gibi. Eğer uzun yürümeli bir yere denk gelirseniz aman Allah’ım. Bu nedenle, sevgili Liceu Metro Durağı, kendini çok sevdiriyor!

İşte, İspanya İç Savaşını yazmış olan George Orwell’ın, Franco güçlerine karşı toplanan Cumhuriyetçiler’in yürüyüşüyle tasvir ettiği Rambla, böyle bir yer. Ya da belki değil, dedim ya, kimin nereden baktığı önemli. Günün her saati herkesi buyur eden, her saatinde hep aynı renkte olan, kasvetini ve ağırbaşlılığını bence güzelim hastane bahçesinin delilerinden, yoksulluğu ve sefaletinden alan, en az o bahçedeki bitli, kirli, çirkin mi çirkin köpeğiyle kıvrılıp yatmış evsiz ve ayyaşların hali kadar hüzünlü, ağırbaşlı ve neşeli. La Rambla...


Murat Sevinç Kimdir?

İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.