YAZARLAR

Umudu geri almak

Geçmişin anları, direnenler açısından bir gün alıntılanacak olandır. Onların mücadelelerinin boşa çıkmadığını göstermek, bir bakıma değiştirmeye dair umudun devam ettiğinin göstergesi olur.

Dünya ve umut kelimelerini aynı cümlede kullanmanın gittikçe zorlaştığı bir dönemde yaşıyoruz. Yaşadığımız zamana dair kurduğumuz cümlelerin önümüze çıkardığı tablo bizi daha da çıkmaza ve boşluğa itiyor. Kapitalizmin beslediği her türlü felaketin eşiğinde yaşıyoruz. Bu da bizi pek çok olumsuz duygunun pençesine düşürüyor çünkü umutsuzluğun hak olarak görülebileceği yaşamların içine, bir çuvala doldurulmuş çöpe gidecek kullanılmayan eşya gibi tıkıştırılmış hissediyoruz. Ancak böyle hissetmemek de anormal olurdu çünkü bu biraz da yaşananların ve yaşanabileceklerin farkında olmakla ilgili.

Peki, umutsuzluğun bir sebebi de olayları sadece şimdide yaşananların perspektifinden değerlendirmekle ilgili olabilir mi? Zamanı dünyanın şu ânının belirlediği bir şeyle ilişkilendirmek bu çıkışsızlığı besler mi? Brian Massumi, “günümüzün umut potansiyeli” hakkında kendisine sorulan soruya şöyle cevap veriyordu: “Benim açımdan, umut gibi bir kavramın kullanışlı olması için bir başarı beklentisiyle ilişkilendirilmemesi -böylece iyimserlikten başka bir şey haline gelmeye başlaması- gerekir, zira şimdi bulunduğumuz noktadan geleceği düşünmeye çalıştığınız anda, umuda mantıken pek de yer kalmayacaktır.”(1) İçinde bulunduğumuz zamanda dünyanın olumsuzlukları, onu değiştirme fikrini taşıyanlar açısından bakıldığında ve Massumi’nin deyimiyle “başarı beklentisi”yle ilişkilendiğinde bir hayal kırıklığı ortaya çıkıyor. Şimdide devamlı kazıyoruz, sonuç alamıyoruz, karşımıza çıkan dünya gerçekliği değiştirmeye çalıştığımız sistemi değil, bununla ilgili umudu ve hayali aşındırıyor. Oysa bulunduğumuz zamanda bir şey için çabalamak, yenilgiyle sonuçlansa da, dünya daha da kötü bir yer haline gelse de kıymetli; olduğumuz yerden düşündüğümüzde yılgınlığa kapılmak yadsınamaz ama başka anlar yaratmak için çabalayanların varlığı şimdiye bir etkisi olmasa bile itaat edilmediğinin de göstergesi. Ve sonraki kuşaklar için bu başka anlar kıymetli olacak çünkü biz nasıl şimdide geçmişin deneyimlerini, devrimci anlarını melankolik bir duyguyla taşıyorsak gelecekte de böyle olabileceği ihtimalini göz ardı etmemek gerekiyor. Herbert Marcuse’un şu cümlelerinde hatırlattığı gibi, “Özgürlüğün, dayanışmanın ve insanlığın devrimci mücadelenin amacı olduğu son dönem İspanya İç Savaşı’ndaki muharebe meydanlarıydı. Bugün bile o mücadele uğruna söylenen şarkılar, genç nesiller açısından olası devrimin direnen tek yansımasıdır.”(2) Bugünde verdiğimiz mücadelenin gelecekte direnen bir yansımasının olup olamayacağını öngöremeyiz ama öyle olmayacağını da bilemeyiz. Bu nedenle zamanın şimdiye yüklenen tüm olumsuzluğunu alıp kabul etmek yerine nasıl yaşadığımızın, neye karşı çıktığımızın da bir gün bir yerlerde umut sebebi olabileceğini akılda tutmak gerekiyor. Sanırım bu da Massumi’nin umut denilen şeyi şimdide bir başarı meselesi hâline getirmemek dediğiyle ilişkilenebilir. Massumi şunu da ekliyor: “Umudu kötümserliğin karşıtı olarak alırsak, o zaman umut etmeye değecek gerçekten çok az şey buluruz. Oysa umut, iyimserlik ve kötümserlik kavramlarından, geleceğe dönük hüsnükuruntulu bir başarı beklentisinden, hatta sonuçların mantıksal bir öngörüsünden koparılabilirse, işte o zaman ilginç olmaya başlayabilir- çünkü böylece umut şimdiye yerleşmeye başlar.” Bu durumda, umudu şimdinin olumsuzluklarıyla birlikte ele almamak, kötümserliği yaşananlar düşünüldüğünde doğal karşılamak ama illaki umudun karşısına konumlamamak gerekiyor. İyimserliğe ise Eagleton bağlamında, muhafazakâr ve değişim arzusu gütmeyenlerin bakış açısı olarak yaklaşmak ve umutla ilgili değerlendirmemek kurtarıcı olabilir. Ayrıca, şimdideki eylemlerimizi o anda olumlu bir değişim yaratsın beklentisiyle yapmamak da hayal kırıklıklarının önüne geçebilir. Sanırım tüm bunlardan bağımsızlaşan bir umut fikri “şimdiye yerleşen” umut olabilir, bugün olmasa da bir zaman gelecek diye düşünmek, dünyanın tüm olumsuzluklarına rağmen umut fikrini canlı tutabilir. Derdimiz bardağın dolu tarafını görmek gibi bir şey değil elbette her şeye rağmen hayatta kalmak için, direnme gücünü bulmak için felaketlerin, yıkımların, olabilecek olanın farkında olarak, başka olanı düşünmeyi bırakmamanın umudunu sürdürmek. Umut hakkında bu söylediklerimizde özellikle beklentiye girmeme meselesi önem kazanıyor bana kalırsa, çünkü olması gerekeni olduğu gibi yapmanın, yaşananlara karşı etik tavır almanın bir karşılığı olması da gerekmez, insani olanın gereğini yerine yetirmek her şeyin çöktüğü bir düzende oldukça önemli.

Peki, yapıp etmelerimizi kesinlikli bir “iyi sonuçlanmalı” fikrine sabitlemezsek nasıl olur? Sadece başarılarımız mı umutla ilişkilenmek zorunda? Umut hakkında düşünürken, bu sorular önem kazanıyor çünkü şimdinin başarısızlıklarının da geleceğe dair bir umut sebebi olabileceğini düşünebiliriz. Şöyle der Benjamin, “Bizden sonra geleceklerden istediğimiz, kazandığımız zaferler için bize şükran duymaları değil, yenilgilerimizi hatırlamalarıdır. Bu bir tesellidir: Artık teselli edilme umudu kalmamış olanlara sunulacak bir teselli.”(3) Geçmişin anları, direnenler açısından bir gün alıntılanacak olandır, yenilgilerden de öğrenilir bu şimdinin geçmişten umut devşirmesi değildir belki ama umutsuzluğu yaşamış olanları şimdide teselli etmenin bir yoludur. Onların yaşantılarının, verdikleri mücadelenin boşa çıkmadığını göstermek, daha yaşanır bir dünya çabasının devam ettiğini anımsamaktır ve bu da bir bakıma değiştirmeye dair umudun devam ettiğinin göstergesi olur. Tarihin ezilenlerinin, acı çekmişlerinin, kaybedenlerinin karşılığının şimdide bir direnme gücüne dönüşebilmesi, sadece yaşadığımız zamanı değil geçmişi ve geleceği içine alacak biçimde bir umut imkânını mümkün kılabilir. Böylece, umudu belirlenmiş, karşıtlıklarla kurulmuş bir kavram olarak değerlendirmediğimizde, ona bir belirsizlik payı bıraktığımızda, sabit kesin bir iyi sonuca odaklamadığımızda, başarıyla düşünmediğimizde, kaybettiğimiz bir şey olmaktan çıkarabilir ve şimdide imkânsız olarak gördüğümüz bu kelimeyi geri alabiliriz.

Eğer bir kelime artık anladığımız anlamıyla bizi daha da olumsuzluğa itiyorsa onu yeniden icat etmek gerekir, dünyaya dair tahayyüllerimizde umut kelimesi bize bugün şimdideki anlamıyla düşündüğümüzde daha da kötü olanı anımsatıyor oysa onu biraz belirsizleştirdiğimizde, zamanın bir ânıyla ilgili olmaktan çıkardığımızda başka şekillerde düşünme imkânı veriyor.

Tüm bunlar, Lyudmila Petruşevskaya’nın, 'Yeni Robinsonlar'(4) adlı öyküsünü anımsattı. Öykünün karakterleri, şehri geride bırakıp, kimsenin yaşamadığı, hayatın solduğu bir köye yerleşiyorlar. Burada devamlı var kalma çabası vermek zorundalar çünkü hayat zor, toprak çorak, yabani otlar dışında yiyecek pek bir şey yok, köyde yaşayan kendileri dışındaki birkaç kişiye varlıklarını kabul ettirmek zorundalar; hiç umut yok ve yeni bir hayat inşa etmeleri gerekiyor. Tam işler biraz yoluna girdiğinde bu sefer köye yağmacıların geldiği haberini alıyorlar ve sığındıkları ormanda -yine hiç umut yokken çünkü yağmacıların burayı da bulma olasılığı devam ediyor- baştan başlamaları gerekiyor. Öykü boyunca umutlu sahneler göremiyoruz. Hep çabaya ve yeniden başlamaya, kaçış çizgisi bulmayı başaran karakterlerin emeğine tanık oluyoruz. İşte bu umudun yeniden icat edilmesi olarak tahayyül edebileceğimiz bir hikâye bana kalırsa, hayatı yeniden bulma, umudu geri çağırma ve tekrar tekrar icat edilebileceğini gösterme… Çünkü bu öyküde sabit bir umut tahayyülü yok, yenilgiler, hep başa sarmalar, devam eden sorunlar var ama her defasında bir çıkış fikrini bırakmamak da var, kısacası yeniden yeniden umudu doğurmak var.

  1. Massumi, B., (2019), “Duygu Politikası”, s. 17-18, (Çev. Hakan Erdoğan), İstanbul: Otonom Yayıncılık.
  2. Marcuse, H., (2020), “Olumsuzlamalar ‘Eleştirel Teori Denemeleri’”, s. 15, (Çev. Akın Karaca, Ayşe Öztürk, F. Betül Tatlı, Ferda Yıldırım, Hatice Turan, Mehmet Çetin, Tufan Karaağaç), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  3. Akt. Eagleton, T., (2017), “İyimser Olmayan Umut”, s., 49, (Çev. Emine Ayhan), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  4. Petruşevskaya, L., (2020), “Evler, Cinler, Perdeler”, (Çev. Ayşe Hacıhasanoğlu), İstanbul: Jaguar Kitap.

Emek Erez Kimdir?

Çeşitli gazete, dergi ve online sitelerde, kültür-sanat alanında on beş yıldır yazılar yazıyor.