YAZARLAR

Timur Selçuk

Birçok isim gibi Timur Selçuk da 1980’leri “sakıncalı” olarak geçirdi. Ancak ilk dönem şarkılarıyla sahne alabildi. Pasaport yasağını 1989’da Eurovision Yarışması’nda bestesiyle birinci olarak, müziğiyle kırdı. Kendi muhalefetini yarattı.

Hüzünlü romantik ezgilerle başladığı yolculuğu mistik–radikal ahlakçı olarak noktaladı Timur Selçuk.

Onun yolculuğundaki evreler, dönemeçler ve kırılma noktaları, Türkiye’nin 1960’lardan 2000’lere kırk yıllık toplumsal, kültürel panoramasının bir sanatçıdaki izdüşümleri olarak da değerlendirilebilir. Her yönüyle hüzünlü ve üstünde düşünülmesi gereken bir panorama.

Timur Selçuk’un müzik dünyasına profesyonel olarak adım attığı 1960’ların ikinci yarısında dünyada ve Türkiye’de gençlik hareketleri yükselmektedir. O ise farklı rüzgarları yaşamaktadır. Mayıs 1968’de öğrenci hareketinin patladığı sırada Paris’te, Ecolé Normale de Musique’de beste ve orkestra yönetimi öğreniminin üçüncü yılındadır. Mayıs 1967’de ilk plağı dönemin önemli firmalarından Barclay etiketiyle yayımlanmıştır.

Timour adını taşıyan plakta, 22 yaşındaki genç sanatçı dört bestesini Fransızca sözlerle seslendirmektedir. Aynı plaklar 1968’de Türkiye’de iki ayrı 45’lik olarak yayımlanır ve daha önce bazı kulüplerde onu dinleyenler dışındaki geniş kesimlere duyurur Timur Selçuk adını. Ümit Yaşar Oğuzcan şiirini yorumladığı Ayrılanlar İçin, liste başına yerleşir.

Ayrılanlar İçin’i izleyen Sen Neredesin ve 1969’da yayımlanan, Timur Selçuk adıyla özdeşleşecek olan İspanyol Meyhanesi, yeni bir müzik tarzını ortaya koymaktadır. Bir bakıma babasının izinden gitmektedir. Münir Nureddin’in klasik Türk müziğindeki şiir besteciliği ve yorumculuğunu pop üzerinden gerçekleştirmektedir oğlu. İlk adımda “baba dostları” dediği şairlere; Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ümit Yaşar Oğuzcan’a yönelir.

Münir Nureddin, Yahya Kemal başta olmak üzere yaşayan şairlerin dizelerini bestelemenin yanında icraya getirdiği şan tavrıyla, opera–tango esintileriyle, koro eşliğinde solistliğiyle ve nihayet kostümüyle; frakla klasik Türk müziğine yenilik getirdi. Alaturkayı Batı formlarıyla yorumladı. Kendi tarzını yarattı.

Çocukluğundan itibaren piyano ve konservatuar eğitimi alan Timur Selçuk, deyim yerindeyse bu deneyimleri ve tarzı gençleştirmiştir. O dönem; 1960’lar orta-üst sınıf kent gençliği “aranjman” modasını yaşamaktadır. Yabancı popüler şarkılara Türkçe söz yazımıyla başlayan ilk pop girişimleri 1968 gençlik hareketleri eşliğinde yerli folk ezgilerine uzanarak Anadolu pop boyutunu alır. Timur Selçuk şiir-besteleriyle bu girişimlerde ayrı ve yeni bir kulvar açar. Yorumdaysa Fransız şanson tarzından yararlanır. Dönemin deyişiyle “hafif” müziğe bir başka yeni boyut getirerek o da kendi tarzını yaratır.

Asıl dikkat çekici olan, yaşı ve sesi genç olan Timur Selçuk’un şarkıları ve müziği, genç-ötesidir. Durmuş, oturmuş bir “yetişkinlik” taşımaktadır. Her ne kadar şarkı sözleri kırgınlık, yorgunluk taşıyan hüzün yüklü olsa da sözünü ettiğim durum salt güfteden -seçtiği şairlerden, şiirlerden- kaynaklanmaz. (Yine de, Faruk Nafiz’in 1898, Ümit Yaşar’ın 1926 doğumlu olduğunu hatırlatalım!) Müziğin bütününe; beste ve yoruma hakim bir yetişkinlik. Temaya uygun beste ve yorum olarak değerlendirilirse, daha ilk adımda kendisini gösteren bir müzikal yetkinlik çıkar karşımıza.

İlk plakları izleyen Beyaz Güvercin, Böyledir Akşamları İstanbul’un, Bugün Yarın Daima (Ümit Yaşar şiirleri); Çoban Çeşmesi, İnme (Faruk Nafiz) aynı melankoliyi, hüznü taşır.

Timur Selçuk’un 1960’lar ve öğrencilik döneminin verimi olan tüm bu şarkılar, Türkiye müzik ortamı için son derece yenidir ama tekrarlayalım, genç değildir. Dahası, gençlik-ötesidir. Dönemin toplumsal ve kitlesel gençlik hareketleri, onu besleyen toplumsal, düşünsel–kültürel ortam göz önüne alındığında Timur Selçuk müziği popüler ve güncel olanın dışındadır.

KİTLELERLE BULUŞMA

1968, göründüğü kadarıyla dünyanın tabandan gelen son gençleşme, yenilenme atağıydı.

Var olanı sorgulama ve iktidar karşıtlığı üzerinden yükseliyordu bu atak. Siyasalın eşliğinde ekonomik-sınıfsal, ırksal, cinsel her türden iktidarın sorgulanması ve protestosuyla kendi dilini kuran ikinci dünya savaşı sonrası doğumlular, tarih ve toplum sahnesine çıktıkları tarihle anıldılar; 68 kuşağı dendi onlara.

ABD ve Batı dahil tüm iktidarlar değişen ölçeklerde şiddetle, bizde olduğu gibi imha hareketiyle karşılık verdiler gençleşme, yenilenme atağına. Her şeye karşın bu süreçten bir “gençlik” imgesi, kimliği kaldı geriye. Müzikte bugün “protest” diye bir tarzdan söz ediliyorsa, bir yanıyla o imgenin izi sürülüyor demektir.

Türkiye, 68’i hayli şiddetli, kanlı yaşadı… Ve bir o kadar da “uzatmalı” olarak yaşadı. Dönemin genel kurmay başkanının “sosyal inkişaf iktisadi kalkınmamın önüne geçti” sözü, şiddetin ve 12 Mart 1971 darbesinin kaynağını ortaya koyar. Ancak idamlar, imhalar sonrasında 1970’lerin ikinci yarısında gençlik hareketi ve toplumsal muhalefet, darbe öncesinden çok daha büyük kitlesellik kazanarak yaygınlaşacaktır.

68 kuşağından Timur Selçuk 1975’de Türkiye’ye döndüğünde bu ikinci dalganın içinde buldu kendini. İlk dönemin tersine, doğrudan siyasal konumla üretti müziğini. DİSK Korosu’nun eğitmenliğini üstlendi, grevlerde, sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin düzenlediği etkinliklerde, mitinglerde piyanosuyla, müziğiyle yer aldı. 1 Mayıs Marşı'nı seslendirdi.

Öte yandan 1977’de İstanbul Oda Orkestrası’nı kurdu. Açtığı Çağdaş Müzik Merkezi’nde yüzlerce öğrenci yetiştirdi.

Repertuarı bu yeni konumla hemen tümüyle değişmiştir. Attila İlhan, Nazım Hikmet öne çıkar. Orhan Veli’den Hürriyete Doğru’yu, eleştirellik ve yergi taşıyan Pireli Şiir’i, Altındağ’ı besteler.

1978’den itibaren on yıl boyunca Ankara Sanat Tiyatrosu’yla çalışır. Oyun müzikleriyle ilk dönemin yetişkinliğinden tamamen farklı; dinamik–atak bir profil sergiler. Aynı profil konserlerinde daha da baskındır. Şarkı söylemenin ötesinde sesiyle, bedeniyle, mimikleriyle onları canlandırır. Yaşar ve sergiler. Müziği performansa dönüştürür.

Gerek siyasal konum, gerek müzikal tavır bir bakıma Timur Selçuk’un ilk öğretmeni ve yaşam boyu rehberi olan babasından ayrılması olarak yorumlanabilir. Aynı şekilde siyasal–protest müzik alanındaki rehberi/büyüğü Ruhi Su “tarzı”nın da ayrışmaktadır. Münir Nureddin ve Ruhi Su farklı türlerde müzik yapsalar da aynı tavra sahiptir. Ayini andıran törensellik, ağırbaşlılık hakimdir dinletilerine, yorumlarına.

Timur Selçuk, onların tersine müzik ve icrayı “hikaye anlatıcılığı”na dönüştürür. Mizahtan fazlasıyla yararlanır.

BABAYA DÖNÜŞ

Türkiye’nin uzatmalı ve kendini yenileyemeyen, genç ölümleriyle yorgun ve yılgın düşen toplumsal muhalefeti 12 Eylül 1980 darbesiyle noktalandı. Uzunca süre konserler dahil her tür etkinlik durduruldu. Resmen ya da fiilen yasaklandı.

Birçok isim gibi Timur Selçuk da 1980’leri “sakıncalı” olarak geçirdi. Ancak ilk dönem şarkılarıyla sahne alabildi. Pasaport yasağını 1989’da Eurovision Yarışması’nda bestesiyle birinci olarak, müziğiyle kırdı. Kendi muhalefetini yarattı. Oyun müziklerine film müzikleri eklendi. 1990’daki Pop Opera–Bir Uzay Masalı, ısmarlama işler dışındaki son bestesidir.

1990’lar, kutsama derecesinde yücelttiği “Münir Baba”nın müziğini ve mirasını savunmakla geçecektir onun için. “Rehber iki Mustafa” (Muhammed ve Kemal) aşkıyla, söylemiyle kendi ilahiyatını inşa etti.

İktidar karşıtlığında milliyetçilik, ahlakçılık vurgusu öne çıktı. Tek sığınak kalıyordu geriye: İlkeli olmak. Müzik bitmişti çoktan.

“Bütün ahlaklı insanlar kardeştir… üreten, paylaşan, zulme sessiz kalmayan, zalime boyun eğmeyen” sözlerini ve bu anlayışın tarihsel görünümlerini taşıyan şarkılarını miras bırakarak ayrıldı aramızdan.

Hüzün baki.