YAZARLAR

Terk edilmiş haziran

“Hızla Gelişecek Kalbimiz” dedirten, yeni bir yürüyüş başlatan yeni bir haziran gerek bize. “Ellerimiz ayaklarımız arasında / Ve kimsenin bölemediği şarkıyı / Güllerin, buğdayların ve acının şarkısını” söyletecek yeni bir haziran.

Şimdi ıssız, terk edilmiş gibi sanki, oysa bir zamanlar “şanlı” sıfatıyla anılıyordu Haziran.

Kitabı var: Kurtarılmış Haziran.

Hulki Aktunç, haziranı şanlı, kurtarılmış kılan o büyük işçi eyleminin neredeyse hemen tümüyle dışında duran yerden açar sözü, Beyoğlu’nun Kirli Tarihi’nden başlar. 15 Haziran 1970’de İstanbul’un dört bir yanından yola düşmüştür işçiler. Beyoğlu – Taksim tarafına çıkışı önlemek için Haliç Köprüsü açılır. Ertesi gün tüm şehir ayaktadır, İzmit’ten Gebze’den katılımlarla yürüyenler çığ gibi büyür.

Onlar hiç soru sormamışlardır. Çünkü ne dünyadan korktular, ne kendilerinden. Çünkü sorma aklı, boktan ve kepaze de olsa, ışıltılı ve ölümcül de olsa caddelerin aklıdır. Ey okur, ancak en namussuzlar ve en haklılar büyük soruyu sorar.

O gün, Kurtarılmış Haziran’da öyküleştirileceği üzere durmaksızın yinelenen, 11 dilde dudaklardan dökülen, kiminin korkuyla, kiminin heyecanlı bekleyişle, merakla, kiminin fısıltıyla, kiminin sessizce sorduğu soru aynıdır: Buraya kadar gelebilecekler mi?

Eğer sorarlarsa gelip geçenler, orada yaşanan her şeyin bir oyuncusu olmaktan, böyle pislik kuyusu bir dere yatağı içinde akıp gitmekten kurtulurlardı. Belki bir şeylere egemen olmaya başlarlardı. Ve önlerine ve arkalarına ve gövdelerindeki tüm deliklere en azından. Ki orayla dolmaktaydı ve oranın adını almaktaydı.

Gövdesinden korkanların, tek bir gövdeye dönüşmüş kocaman kalabalığın görüntüsünden ürkenlerin korkulu sorusu o tek gövdenin yürüyüşünü de, onların yolunu merakla, heyecanla bekleyenlerin sorusunu da bastırdı. Yarım kaldı her şey. Haziran yürüyüşünden geriye birkaç ceset, çokça heybet, hüzün ve ilk paniği atlatan devletlilerin sıkı yönetimleri kaldı…

Dönemin genelkurmay başkanı durumu saptamıştı: “Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı.” Yürüyüşün aslı, durdurulması, önüne geçilmesi gereken buydu. 12 Mart darbesiyle yapılan da bu oldu.

Sonrası büyük kırım. Sonrası büyük ıssızlık.

HAZİRAN SANCILI BİR ÜLKEDİR KALBİMİZDE 

Haziran yürüyüşünü hazırlayan 1968 baharında yayımlamıştı Turgut Uyar Her Pazartesi’yi. Hızla Gelişecek Kalbimiz diyerek bağlıyordu kitabı:

Ve kimsenin bölemediği şarkıyı
Güllerin, buğdayların ve acının şarkısını
Bir haziran uygulayacak sesimize.

….

Ve yeni uyanışların ve yeni doğmuşların
ve herkesin ve herkesin
Sesleriyle birlikte
Bir haziran uygulayacak
Kimse bölemeyecek ve kalbimiz
Hızla gelişecek.

Oysa kalplerimiz hep daralıyor. Neden?

Cevap yine Uyar’dan gelsin. Bir Haziran Tüketimi Üstüne de yazmıştı aynı kitapta. “Haziran sancılı bir ülkedir kalbimize” diyordu “kısa öğle vakitlerinde yaşadığımız/ Bir kırmızı diye kullandığımız/ ve ara sıra/ öyle sandığımız.”

***

Edip Cansever’den kalacak olan da hazirandır: 

On Kalır benden geriye dokuzdan önceki on
Dokuz değil on kalır
On çiçek, on güneş, on haziran
On eylül, on haziran
On adam kalır benden, onu da
Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan
On adam kalır.

Zaten sözü hazirana bırakır Yaz Mutluluğu’nda: “Demiştim, evet/ Söz haziranın”

Hasan Hüseyin’i, şarkılara dönüşen, sloganlaşan Haziranda Ölmek Zor’u anmadan olmaz. 1963 haziranından başlayıp on yılların içinden geçerek seslenir: “yıllar var ki ter içinde/ taşıdım ben bu yükü / bıraktım acının alkışlarına/ 3 haziran ’63’ü/ bir kırmızı gül dalı/ şimdi uzakta/ bir kırmızı gül dalı”

'Büyük Usta' dediği Nazım’a armağan. Ve yine bir haziranda son nefesini veren Orhan Kemal’e.

BAŞKA, YENİ BİR HAZİRAN 

Cahit Külebi’den İlhan Berk’e, Sabahattin Kudret Aksal’dan Necati Cumalı’ya, Attila İlhan’a erken cumhuriyet dönemi şairlerinden yolu hazirana uğramayan yok gibi. İlginç olan 1927 doğumlu Turgut Uyar, Hasan Hüseyin ve 1928 doğumlu Edip Cansever sonrasında bu kesintiye uğruyor ta ki Haydar Ergülen’e dek. O da Cansever’e selamla yazar Haziran’ı:

Aşktır, yırtıldı yırtılacak bir anı gibi
eski sesli haziranın tam ortasından,
tam duyuldu duyulacak derken yalnızlığın
sesi aşktır, açılır bir şiirin her yerinde:
– Yalnızlık kokuyorsun demiş miydi Edip Bey,
öyleyse haziran kokuyorsun demiştir bir de

şunu: Bir anıya bir başka anıdan ne
kalır, elbet aşkın ortasında haziran kalır!

1960’lılardan Yılmaz Odabaşı hep aşkla ve yazla anılan haziranı tam karşıt bir iklime çevirir 1990’larda: “dışarıda üşüyen bir haziran / dışarıda aşksız aşk, aids, hepatit b / dışarıda hormonlu sevinçler, kokmayan güller /viagra cinsellikler, çıldırtan günler!”

Göründüğü kadarıyla hazirana son yol uğratanlardan sonuncusu, “ömrümüzden bir haziran daha düşüyor sevgilim” diyen Alper Gencer.

“Hızla Gelişecek Kalbimiz” dedirten, yeni bir yürüyüş başlatan yeni bir haziran gerek bize. “Ellerimiz ayaklarımız arasında / Ve kimsenin bölemediği şarkıyı / Güllerin, buğdayların ve acının şarkısını” söyletecek yeni bir haziran.

Terk edilişi, ıssızlığı silecek başka bir haziran.