Sınır ötesi kadın buluşması ve yeni eksen
Ulus ötesi feminist buluşmayla belirginliği iyice artan kadın karşıtı eksenle ortak mücadele artık diplomatik çevrelerin de konusu olmalı. İstanbul Sözleşmesi söz konusu olduğunda belirginleşmiş olsa da yeni aks kesinlikle insan hakları hukuku ile ilişkili.
Dış politika uzmanlarının henüz fark etmediği ya da ilgili yorumların henüz görünürlük kazanmadığı sosyal, siyasal, diplomatik yarılma potansiyeli taşıyan yeni bir aks, giderek belirginleşiyor. Avrupa Konseyi (AK) üyesi ülkelerden bazıları adı konmamış bir ortaklaşma sürecinde. Genel değerlendirmeler çoğu zaman bazı sakıncalar içerse de belirleme kolaylığı açısından, insan hakları alanında en sorunlu ülkeler tanımıyla gruplandırmak pek yanlış olmaz. Diplomasi alanında uzman feministlerin yıllardır dile getirip, dikkat çekmeye çalıştığı bu aks aslında Avrupa Konseyi üyesi ülkelerle de sınırlı değil. Bu yazının konusunu dağıtmamak için sadece Duvar Özel yayınında Selma Acuner ile yaptığımız söyleşide, kadın karşıtı politikaların diplomatik mecralarda ortaklaşmasına dikkat çekmeye çalıştığımızı işaret etmekle yetineyim. Bazı AK üyesi ülkelerin sosyal politikalarında benzerlik, söz konusu kadın kazanımlarının aşındırılması olduğunda tam bir ortaklığa dönüşüyor. Fatmagül Berktay’ın patriarkal reformasyon, dindar feministlerin erkeklik sorunu olarak isimlendirdiği kadın karşıtlığının yükselişi, İstanbul Sözleşmesi'ne yönelik saldırılarda billurlaşıyor. Bu çerçevede İstanbul Sözleşmesi hakkında yürütülen kara propagandayı, buzdağının görünen kısmı olduğunu söyleyebiliriz. Uluslararası politikada İstanbul Sözleşmesi'nin çok boyutlu ve katmanlı bir eksen meselesinin göstergesi haline geldiği, giderek açıklık kazanıyor. Resmi ağızlardan ve uzman görüşlerinden bu bilgiye ulaşmak henüz mümkün değil tabii ki. Ulusal politikada kadın haklarının uygulanmasıyla bütçe arasındaki ilişkiyi kurup dile getirmek istemeyen erk, diplomasi alanında çok daha belirleyici konuma sahip. Dolayısıyla dış politika yorumcularının görüş alanı da pek az istisnayla erk-ek siyasetle sınırlandırılmış halde.
Erkek siyasetin bakış açımıza çektiği sınırları aşmak ise ancak feminist mücadeleyle mümkün. Çünkü feminizm için “sınırlar önemli değil, her ülkede kadınlar aynı sorunları yaşıyor, sadece yoğunluğu farklı” prensibiyle buluşmak esastır. Sınır ötesi kadın buluşmalarından birisi ve sonuncusu hatta belki de en geniş katılımlı olanı, EŞİK-Eşitlik İçin Kadın Platformu ev sahipliğinde gerçekleşti. “İstanbul Sözleşmesi’ne Yönelik Saldırılara Karşı Feminist Buluşma” farklı ülkelerden 170 kadının buluşmasıyla çevrimiçi olarak 15 Ekim'de gerçekleştirildi. EŞİK- Uluslararası Çalışma Grubu'nca organize edilen buluşmada, İstanbul Sözleşmesi'nin saldırı altında olduğu ülkelerden katılımcıların verdiği bilgiler, patriarkal reformasyonun her ülkede çok benzer argümanlar kullandığını ortaya koydu. Türkiye, Polonya, Macaristan, Hırvatistan, Bulgaristan, Finlandiya, Estonya, Slovakya, Gürcistan, Almanya, Avusturya, İngiltere, İspanya, ABD ve Kanada’dan kadınların söyledikleri kıymetli bilgiler içeriyordu. Üç saate yakın süren toplantı sayesinde, ev sahipliğiyle gerçekleşti. Detaylarına EŞİK'in sitesinden ulaşabileceğiniz toplantıda, Hırvatistan’dan aktarılan bilgiler şöyle:
“Hırvatistan’dan katılan Yeni Sol Parti Milletvekili Rada Borić, konuşmasına parlamentoda 7 kadın aktivist olduğunu ve 23 Eylül’de parlamentoda kadın cinayetlerine karşı saygı duruşu yapıldığını aktararak başladı. Ülkede İstanbul Sözleşmesi’ne karşı sağ kanat politikacıların, Katolik Kilisesi'nin ve kimi fon kuruluşlarının desteği ile büyük bir kampanya yürütüldüğünü; Hırvatistan olarak sözleşmeye yönelik bir tür çekince beyanı gibi yapılan “yorum bildirimi” ile aslında sağ kanadın sesinin kesilmesinin amaçlandığını; sözleşme karşıtlarının, sözleşmenin yargıya ve eğitime dahil edilmesine, LGBTİ+’ları kapsamasına karşı çıktıklarını ve aile yapısını bozacağını iddia ettiklerini aktardı. Sözleşme karşıtlarının kadın hareketinin tekniklerini ve mücadele yöntemlerini çaldıklarını, bunlara karşı daha yaratıcı yöntemler kullanmak gerektiğini belirterek; başbakanlık önünde kadınları devletin malı olarak gören totaliter ve dinci bir rejim tarafından yönetilen bir toplumun hikayesinin anlatıldığı “The Handmaid’s Tale” dizisindeki kostümleri giyerek yaptıkları protestoyu örnek gösterdi.”
Rada aktarımıyla, İstanbul Sözleşmesi karşıtlarının aynı ideolojide ortaklaştığını göstermekle kalmadı. Aynı zamanda benzer söylemi ve hükümetlerin de benzer tutumda ortaklaşıyor oluşunu açıkça ortaya koydu. Bulgaristan, Macaristan ve Polonya örneklerinin de ülkemizle çok benzeştiğini gördük. Kadın karşıtlığının ortak tutumla benzer gerekçelerle İstanbul Sözleşmesi hakkında kara propaganda yürütmesi şaşırtıcı değil kuşkusuz. Ancak toplantının en önemli yanı hükümetlerin de çok benzer taktikler kullandığını görmekti. Hükümetler tıpkı ülkemizde olduğu gibi kadın hakları kavramı yerine aile hakları kavramı icat etmişler. Kadına yönelik şiddetle mücadele etmek yerine aile kurumunu korumayı önceleyen politikalar geliştirmekte birbirleriyle ortaklaşmış durumdalar. Bütün bunların özellikle 2017 yılından itibaren hükümetlerin ortak politikasına dönüşmeye başladığı da toplantı çıktılarından birisi olarak akılda kaldı.
“Macaristan’dan katılan Avrupa Kadın Lobisi üyesi Réka Sáfrány, ülkede kadın haklarına ve cinsiyet eşitliğine dair gerilemeler olduğunu; toplumsal cinsiyet eşitliği yerine “aile” kavramının öne çıkartıldığını, 2017’nin ikinci yarısından itibaren iktidardan İstanbul Sözleşmesi’ne karşı daha fazla itiraz duyulmaya başlandığını anlattı. Hükümetin göç karşıtı yaklaşımı ile İstanbul Sözleşmesi karşıtlığının ortaklaştığını belirtti. 7 bin imzalı bir dilekçe ve ekinde Macaristan’da aile içi şiddetten dolayı sözleşmenin imzasından bu yana hayatını kaybeden kadınların listesi ile iktidara başvurduklarını ancak yanıt alamadıklarını söyledi. 2020 Şubat ayında aile içi şiddetle ilgili uzmanlar grubu oluşturulduğunu ancak kadın örgütlerinin buraya çağrılmadığını belirtti. Konu ile ilgili çalışmalara kadın STK’larından çok, erkek hakları-baba haklarını savunan ve aralarında şiddet faili erkeklerin de bulunduğu STK temsilcilerinin çağrıldığını, iki tarafın eşit ağırlıkta olduğu izlenimi vermek ve tarafları çatıştırmak istediklerine dair yorumunu aktardı. 2020 karantina döneminde (kadınların fiilen sokağa dökülerek protesto edemeyeceği koşullarda) Macar Parlamentosu’nun kadın ve çocukların haklarının önemine değinip İstanbul Sözleşmesi’ni reddeden bir siyasi deklarasyon kabul ettiğini söyledi. Sáfrány, sözleşmeye karşı hükümetlerin kopyala yapıştır eğilimlerine ve Macaristan-Polonya arasındaki son işbirliği açıklamalarının tehlikelerine dikkat çekerek, bu tehlikeye karşı yapılan bu türden toplantılar ve ortak bir eylem ortaya koymayı önerdi.”
Özellikle Macaristan hakkında verilen bilgiler, Polonya Kadın Grevi temsilcisi Marta Empart ile söyleşide işaret edilen Rusya etkisini doğruluyor. Aynur Tekin’in gerçekleştirdiği röportaj, Rusya tarafından İstanbul Sözleşmesi yerine ikame edilmek üzere hazırlanan bir taslak olduğu bilgisini içeriyordu. 2017 yılında uluslararası bir toplantıyla Rusya’nın sunduğu taslakla ilgili hükümetlerin tutumu ve sözleşme karşıtlığının hükümetler tarafından da dile getirilişi arasındaki yakın ilişki, oluşan uluslararası aksı işaret ediyor. Katılımcıların dile getirdiği Katolik Kilisesi ve bazı fon kuruluşlarınca sözleşme karşıtlarının desteklendiğine yönelik bilgiler de bizdeki Diyanet ve bazı tarikat ve cemaatlerin desteğiyle örtüşen bilgiler. Ortodoksî din yorumlarıyla hareket eden sözleşme karşıtlarının, ülkemizde Avrasyacı politik oluşumlarla ortaklaşması da Rusya etkisinin bir diğer göstergesi olarak dikkate alınmalı.
Ulus ötesi feminist buluşmayla belirginliği iyice artan kadın karşıtı eksenle ortak mücadele artık diplomatik çevrelerin de konusu olmalı. İstanbul Sözleşmesi söz konusu olduğunda belirginleşmiş olsa da yeni aks kesinlikle insan hakları hukuku ile ilişkili.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
Soyadı eşitliği yerine yeni ayrımcılık katmanı getiremezsiniz 27 Eylül 2024
Narin’i saygıyla uğurlayamadık bari hakkını layıkıyla arayalım 20 Eylül 2024
İktidar teğmenleri tehdit ile özgüven kazanamaz 13 Eylül 2024
İstanbul Sözleşmesi’nden BRICS’e: Eksen meselesi 06 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI