YAZARLAR

Şiddet organize bir suçtur… İçimizdeki suç ortaklıklarıyla!

İtirazı olan, vicdanı olan, otoriteye koşulsuz boyun eğmeyen, kimseyi ezmek izin yanıp tutuşmayan herkes, her anında bu ülke için en değerli varlıktır!

“Önce kasti tekmeyle beni yere düşürdü. Acıyla yatıyordum. Savunmasız halde. Ardından suratıma tekme vurdu. Ayağa kalkmaya çalıştım. Yere yığıldım. Ambulans geldi.”

Tam 5 yıl önceydi. Aydın Amatör Küme’den futbolcu Kayhan böyle anlatıyordu, rakip takımdan Mehmet’in yaptıklarını.
Tüm medyada ve tüm halk arasında, muhtemelen tüm dış temsilciliklerde de infial yaratmıştı…
Çünkü “görüntüsü” vardı.
Çünkü “futbol”du.
Çünkü tekmeci gaddardı, zalimdi ama nihayetinde bir otorite değildi. Onun da boyun eğdiği bir dolu otorite vardı.

Yaygın ve olağan olsa da, “Organize” bir şiddetin üst düzey elemanı olmadığı için herkes kınadı! 8 maç ceza, kulüpten ihraç.
Dün öğretmen Ali Rıza’nın Aksaray’da (isim benzerliği) okulda, 10-11 yaşında savunmasız bir çocuğa döne döne vurduğu acımasız tekmeler, yumruklar gibi.
Bir gazetecinin yayını hazırlamak isteyen genç gazeteciye tepeden attığı tokat gibi.
Gördük ve infial ettik, hatta infilak da ettik.

Babası sitede kapıcı olduğu için, kendisini adeta parçalayan “Pitbull ağa” karşısında site yönetiminin çok değersiz görebildiği küçük Asiye için de.

Kadına şiddet konusunda bu kadar hemfikir değiliz; bazı muhafazakârlar bunun üstünde durmak istemiyor. İstanbul Sözleşmesi’ni yırtabiliyor kolayca.
Koca, hoca, baba, abi, patron, yavuklu, kavuklu, mahalleli bilumum erkek otoritesinin icra heyeti hangi birine itiraz edecek ki!
Eh onlarla hemfikir nefret dolu kadınlar da varken.

Çocuğa şiddet meselesi de öyle yaygın kabul görmüyor. Çünkü aile ve eğitim kültürü manevi ve fiziksel şiddeti meşrulaştıran nice kültürel, geleneksel kodla dolu.
Hiçbir şey yapmasa, otoriteye boyun eğmeyi telkin ediyor. Laik otorite de var, dini otorite koyu, siyasi otorite zaten, baba otoritesi her daim, öğretmen otoritesi eti senin kemiği benim, abi otoritesi ve benzerleri.

İşyerindeki manevi-maddi şiddeti, dün öğretmen ve gazeteci tokadını kınayan nicesine anlatamazsın. Çünkü işler öyle yürüyor!
Siyasi otoriteye karşı samimi muhalif olup da, en moderni de dahil, işyerine gidince otoriteye boyun eğen veya otoritesini alttakiler üzerine kusan yahut bunu umursamayana da.
Siyasi otoriteye kafadan boyun eğene, kendini kul görene zaten hiçbir şey anlatamazsın!
Soma’da özel timin yere yıktığı savunmasız işçiyi linç histerisiyle tekmeleyen namert danışmanı görmezden gelmediler mi!
Doğal kabul etmediler mi?

2005 sonlarından itibaren, bu denli geç üstünde durduğum için utanarak, ordu bünyesindeki şiddet-hakaret-aşağılama silsilesine dair, rahatlıkla diyebilirim ki, yüzlerce yazı yazdım.
Bir kısmı şimdi “darbecihükmü giymiş olanlar dahil, onlarla birlikte aynı suç duyurusuna imza atıp şimdi büyük adam kalmaya devam edenler de dahil, en üst düzeyden başlayarak onlarca dava açtılar.

Pek kimse “astın yüzünde, astın bedeninde, astın kalbinde, astın haysiyetinde, astın çoluk çocuğunun onurunda patlayan” ve bazen intihara sürükleyen otorite şiddetini görmek istemedi. Bunu değiştirecek pek bir şey olmadı. Sözde kanunlar vesaire bulunsa da.
Kâğıdın hükmü, kibrin ve aşağılamanın hükümdarlığını yıkamıyordu!

O kadar ki, kendisi ve arkadaşları amir-komutan şiddetine maruz kalanların bazıları, bir alttakine, erata mesela, şiddetten vazgeçemiyordu.
Böylece maruz kaldığı şiddet-hakaret silsilesini bizzat kendisi meşrulaştırıyor, yeniden üretiyor, tahkim ediyordu!

O günlerin en iyi haberlerinden biri, Ankara’da bir garnizondan arayıp “Biz burada 15 kişiyiz. Bizim maruz kaldıklarımızı açıkça anlatan bu yazılardan sonra size söz veriyoruz, biz de hiçbir ere el kaldırmayacağız” diyenlerin sözüydü.
Umarım tutmuşlardır!

Çünkü sistem şöyle işliyordu:
Mesela bir Gazi, ayağı platinli olduğundan hazırolda çakı gibi duramadığı için Paşa tarafından herkesin önünde tekmeleniyor; büyük harfli Sistem, vuranı cezalandırmak yerine, acıyla hareketsiz duranı şikâyetten vaz geçirmek için tehdit ediyordu.

“Altta, aşağı” görülenlerin bazıları her şeyi göze alarak direnmeyi, haksız emir-komutaya uymamayı öğrenip tankları, helikopterleri, uçakları yerine çakan, ölüm pahasına darbeci general vuran cesaret göstermeseydi, “darbe girişimi” o kadar kolay engellenebilir miydi acaba?
Kimi de tamamen bu acımasız emir-komuta zinciri yüzünden “Hain darbeciler” peşinde sürüklenmişti!

İtirazı olan, vicdanı olan, otoriteye koşulsuz boyun eğmeyen, kimseyi ezmek izin yanıp tutuşmayan herkes, her anında bu ülke için en değerli varlıktır!
Sivil ya da üniformalı.

O yüzden mesela, “mülteciler” meselesinde de yaygın sözlü linç kampanyalarına katılırken çok dikkatli olmak lazım Kâzım.
Çünkü yine misal, İzmir’de Kemal K. yani KKK, etkilenmiş olabiliyor; bir barakada üşümüş bedenlerini uykuya bırakmış 20 yaş başındaki üç Suriyeli işçiyi yakarak kül edebiliyor!

Toplumun büyük çoğunluğunun maalesef birleştiği bir nefreti, bir katliama dönüştürebiliyor.
6-7 Eylüllerin, Maraşların, Çorumların Sivasların, Başbağlar’ın ülkesinde.

Bunu da, belki yalandır ama bu ülkenin en büyük nefret-şiddet-katliam sırlarından biri olan “Jitem”de görevli olmakla izah edebiliyor.
Elinde zamlı benzin dolu bidonla, ceketini camide bırakıp vermiş ateşi!
Acı olan bir şey de, bu tür alevleri pek göremiyoruz, duyamıyoruz, hissedemiyoruz.

Çocuk dayağını gördük, iyi ki.
Pitbull’u gördük, iyi ki.
Hepsini görelim.
Her tekmeyi, her cins tokadı. Linçlerin tümünü. Kin ve nefretin tamamını.
Şiddeti bu ülkenin her hücresine kusan her otoriteyi.
Kime vurursa vursun.
İnsan olmak, sürekli tamamlanması gereken bir süreç çünkü.

6 yıl önce “futbol şiddeti”nden girip her yere giden yazımdaki soruyla:
Yeşil sahalarda görmek istemediğimiz hareket”in her sahada, üstelik tepeden tırnağa şiddet, güç, kudret, otorite ve otoriter biçiminde tezahürü bizi neden irkiltmez?


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.