YAZARLAR

İlhan İrem düzyazı, 'İlhan-ı aşk' yazı!

Tüm zamansızlıkları içinde sevginin / Sana "İlhan-ı Aşk" ediyorum!

“Çiğdem, Çiğdem, çiçeklerin en güzelisin sen
Bilmem ki bundan başka sana neler söylesem
Şarkılara can veren ilham meleğimizsin sen…”
Erol Evgin, Melih Kibar, İlhan İrem; bir doğum günü vesilesiyle bunu yazmışlardı ablam için. O dörtlü kutlamadan sadece, ömrü uzun olsun, Erol Ağabey aramızda kaldı.
Ben de İlhan İrem’le birlikte, onun için, onun sözünden, onun sesinden bir “düzyazı” yazdım. Tamamı onun şarkılarındaki dizelerden. Sadece siyah italik olan kelimeler benim attığım teyeller.
Buyrun, sizin sevgilerinize, aşklarınıza da adamış olayım.
Yeniden 1 Ağustos (2010) Kuruçeşme konserinde olayım; “Anlasana anlasana” diye seslenirken o.

***

Tamam mesafeler, mesafeler, mesafeler ama bir ateş yaktın, aydınlandı gece, bir ateş yaktın, çözüldü bilmece. Aslında sevginin yolu çok uzun, şöyle bir mola vermeli. Fakat ayrılıkların da bir sonu var, bir gün çıkıp geleceksin. Zaten bazen neşe bazen keder, biz bize diz dize, kime ne. Hem ışığı söndür, birazdan sabah olur. Çünkü birazdan bulutlar sönecek, birazdan ışıklar gülecek. Bakınca her yerde savaş, açlık, düşmanlıklar, birbirine düştü hep kuklalar. O vakit bir düşünce sarıyor gizlice, bu düşmanlık neden diye. İsterim bir dünya olsun ki barışta, sevgiyle aşkla dolu. Oysa zamanın aldığını hiçbir şey almıyor, ne güzellik, ne heyecan, ne sevgi bırakıyor. Yine de hep bir ümit uğruna yaşıyoruz hepimiz, mutluluğun ardından koşuyoruz hepimiz. O yüzden olmazları ekiyor, olurlar biçiyorum, anılar arasından güzeli seçiyorum. Bazen bir boşluğun ortasında gerçekleri arıyorum, ben kendimi kaybetmişim, bengi nerden bulacaksın. O zaman soru sorma bana sorma n'olur, soru sorma yanımda bulun. Bil ki ellerin olmayınca gözüm kararıyor, yüzüne bakmayınca yüzüm sararıyor. Sanıyorum olmayan zamanların olmayan bir yerinde ilk kez kıpırdadı, bir çift dudak, bir çift göz ve bir çift el. Anlıyorum ki, anlamazsın, açılır kanatların bilinmez bir ışıltıya, tutuldun mu dönmek zordur, aşk denen kasırgaya. Rüyamda, denize açılan penceresi olan, ama bütün her tarafı pencere, tül perdeleri uçuşan uçuk mavi, inanılmaz güzel bir oda. Derken ne düşünüyor dersin gece böyle, kara kara; neye ağlıyor dersin geceler, kara kara. Sesleniyorum, kime kendini anlatsam şaşırıyor, kendimi kime anlatacağım, şaşırdım; hiç kimse ilkin kendisine alışık değil, hiç kimse ilkin kendisiyle barışık değil. Soruyorum, dalından düşen yürekler, yerlerine konuyor mu, yerlere düşen damlalar yine yağmur oluyor mu? Elbet sorular türlü çeşitli, yanıtları yine öyle; beni anlayan sen oldun, seninle gerçeği buldum. Sanki biz istersek, gökyüzüne gökkuşağı asarız, biz istersek, yüzyılları bir gecede yaşarız; biz istersek, kahkahadan ağlayan nar yaparız. Neden dersen, o kısacık sürede anlayıp sevdim seni, daha önce tanıyıp sevdiğim hayat gibi; bırak da tüm kâinat gönlümden sana aksın. Yani gözlerin ne söylerse söylesin, giderken de kalır gibisin. Peki havalar nasıl sizin şehirde, anlat bana güzel kızım; yağmur yağıyor buralarda, durmaksızın durmaksızın. Ve her yerde bir hareket, bir kıpırtı büyüyor; şehrimin sokakları, sanki örgü örüyor, her şey herkes bir yerden bir yerlere dönüyor. O anda ayağının altında kıtırdayan yaprak benim ve başının üstünde direniyorum, düşmemek için. Belki de soğumuş bir gecenin, sabaha karşısında, ürkek bir bahar dalının tomurcuklarını göreceksin. Değil mi ki inanmak sonbaharın en son yaprağıdır bahara giden, inanmak ışıldayan bir çift zümrüttür gözlerinde. Öyle ki, su dersen okyanus benim gönlüm, ateş dersen güneş ömrüm. Şöyle ki, bir kuş havalanırsa senden haber, bir ışık yansa bin bir umut. İsterim ki kıyılara git açıl bana, tekrar tekrar gelişlerimi, vuruşlarımı seyret kayalara sonra; kıyılara git kendini bırak bana bana, mavi bulutlar yanıp sönsün uzaklarda, bize yağalım sarsılarak. Ah, sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin ve sen bir gökkuşağı kadar güzelsin, rengârenk ve az sonra gidecek görüyorum ve ben yağmurlar altında bir yolcu, ıslak yorgun tutkulu yürüyorum, sensiz ben yolumu bulamam, haykırmak istiyorum, konuşamıyorum konuşamıyorum konuşamıyorum. Düşünüyorum, ben mi yaşlandım yoksa dünya mı alt üst olmuş; ben gideli buralara, olanlar olmuş, olanlar olmuş, kalsaydın yokluğunla yok olmazdı bu şehir. Düşümde saçların sarmaşıklar, daldan dala uzanan, uçuyorum dallarda, başımda sonsuz zaman; bilmeden yeşilliğine düşmüş bir damlayım ben. O zaman içimde ışıklı bir yağmur yağıyor ve gözümde mutluluk bardaktan boşalıyor. Bir ses diyor ki bembeyaz bir dünyada senle yaşamak varken, böyle uzakta kalmak gücüme gidiyor. Görüyorum, yemyeşil bir deniz senin gözlerin, ne bir sandal ne bir ada, ne bir sahil var boğuluyorum, boğuluyorum; gözlerinde menevişler denizde martılar gibi, bakışların köpük köpük, sonsuzluğu sonsuzluğu sonsuzluğu anlatır gibi, sonsuzluğu anlatır gibi, yemyeşil gökyüzü senin gözlerin, ne bir rüzgâr ne bir bulut ne bir yağmur var.
Tüm zamansızlıkları içinde sevginin
Sana "İlhan-ı Aşk" ediyorum!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.