YAZARLAR

Sezen Aksu’yu affetmek

“Sen beni sezemezsin,” diyor Sezen. Bize demiyor. Biz seziyor, kendi içimizden biliyor ve seviyoruz. Hepimiz Sezen’iz. Susmayacak bu dil, umudumuz da o acının içinde. Bu ülkenin çocuklarını, kendi dostlarını nasıl büyük bir vefayla sevdiyse, Sezen Aksu’yu öyle severiz, “yol arkadaşımız”dır. Sezen asla yalnız yürümeyecek. Buna ihtiyacı olduğundan değil, buna esas bizim ihtiyacımız olduğundan. Görüyor ve yürüyoruz.

İstanbul dışındayım, öyle çok uzak değil, kulak tersten gösterilmeden gelinirse 1,5- 2 saatlik mesafede. Dünyanın daima en uzak yeri olan Beylikdüzü’nden hallice bence. Yarın İstanbul’da olmam gerekiyor, lapa lapa kar fotoğraflarına, kar haberlerine bakıp kara kara düşünüyorum. Çift olasılık üzerinden bir yığın hazırlık yapıyorum. Bu kadar yakın ancak bu kadar uzak olabilir. Canım sıkılıyor, bir yandan da “elden ne gelir ki” diye kendimi rahatlatmaya çalışıyorum. Bir senarist olarak imkânların tükenmesinin garip bir rahatlatıcılığı oluyor üzerimde. İnsan yapabileceği her şeyi yaptığını düşündükten sonra kendini olayların ve karların akışına bırakabiliyor.

Ne tatsız bir haftaydı, üstelik daha yılın 25. günündeyiz. 40’ı çıkmamış yılın gözleri Rosemary’nin Bebeği gibi ne biçim şeytan şeytan parlıyor. Acaba bu benzetmeyi yaptım diye herhangi bir yerli, milli, dini öğeye hasar vermiş miyimdir? Yok canım, içinde şeytan falan geçse de “gavur filmi”. Zaten beş yıl önce yazılmış şarkıda kastı çok belli bir ironi nedeniyle Sezen Aksu’nun diline kastedildiyse dil dediğin koparılmaya ramak bir şey, koyverelim gitsin. Hissettirilmek istenen de tam bu değil mi, Sezen Aksu’ya bunu yapan bize neler yapmaz. Neden? Çünkü çok güçlü kadın, bir dünya çevresi var, bir aşk-ayrılık dönemini onsuz atlatabilmiş insan evladı çok azdır, kalpte yeri var. Sezen Aksu hakikaten Türkiye, dili herkesin dili, ona tehdit hepimize açık çek-mece. İçinde kıvrılıp uyuyalım, susalım diye. Ama öyle olmuyor işte. Söylenmeyen söz zehirdir, söylenmeyen söz şiirdir, söylenmeyen söz muhakkak bir pundunu bulup akar. Muktedirler bunu bilmiyor mu? Biliyorlar elbette.

SanatAtak'tan alınmıştır

Konu tartışılmaktan yorgun. Gündem saptırmak mı, gündem bu mu? Sezen niye susuyor, a susmamış şarkı sözü yazmış, neden şarkı? E kadın Türkiye’nin Aysel Gürel’le beraber en büyük şarkı yazarı, akışkanlar mekaniği üzerine mi yazsaydı? Dili koparılmakla tehdit edilen bir sanatçı sözünü daha güçlü, daha anlamlı nasıl söyleyebilirdi? Üstelik bunun öyle sembolik, kaçamak bir cevap olduğu iddialarına da katılmak hiç mümkün değil. İrfan Aktan şahane anlatmış:

“İktidar cenahının Sezen Aksu’dan beklediği tek şey, küçük bile olsa 'yanlış anlaşıldım' ifadesiydi. Sezen Aksu bunu yapsa, pekâlâ iktidarın 'şefkatiyle' karşılaşacağını öngörecek kadar güç ilişkileri stratejisi bilgisine sahip bir kadın. Ama teslim olma karşısında verilecek şefkat, şiddetin etkisini derinleştirir, kurtuluşu, özgürlüğü imkânsızlaştırır.”

Bu konuda konuşan, yazan herkes, hepimiz, şarkının beş yıl önce yazılmış olmasının hemen yanına kastının peygambere küfretmek değil ilk insanı cennetten kovduran beşer şaşarlık olduğunu söyleme ihtiyacı hissettik. Çünkü gerçeğin görmezden gelinmesi absürt düzeylerdeydi bu vakada, insanın canı sıkılıyordu. Sezen Aksu hiç böyle bir açıklamaya girişmedi. “Ne yapmaya çalıştığınızı anlıyorum ve bundan hiç hoşlanmıyorum, ayrıca o kadar da kolay değil, dilimi susturamazsınız, çünkü ben herkesim,” dedi. Hem de gözünü hiç kaçırmadan. Öyle hayran olunası bir tavırdı ki bu, ben şahsen Sezen Aksu’nun neden Sezen Aksu olduğunu bir kez daha anlamakla kalmayıp onu en azından uzun bir süre boyunca neden çok sevdiğimi de hatırladım.

Şarkılarını son yıllarda pek az dinlediğimi itiraf etmeliyim. Ama benim derdim cezalandırmak, affetmek falan değil, anlatacağım o kısmı. Bir de bu çıktı başımıza. Bence gelmiş geçmiş en zarif ama etkili direnişlerden biri olan “Avcı”nın sözleri bir gecede 77 (ya da 50 küsur, tam sayıyı bilmiyorum, her durumda çok iyi, çok kıymetli) dile çevrildi. Çünkü şiirdir, şarkı sözüdür, çevrilmeyi çağırır, ayrıca hepimizin dilinden, hepimizin diliyle yazılmış. “Dilimi ezemezsin” diyen bir şarkının Kürtçe, Rumca, Ermenice, Süryanice, Arapça’ya ve diğer dünya dillerine çevrilmesinden daha doğal, daha hoş ne olabilir? Bana çok anlamlı gelen, öyle romantik falan değil gayet politik bulduğum bu eylem de epey eleştirildi. Tamam, her şey eleştirilebilir ama çok mu heveskıranız ne? Amaç nedir? Tabii burada türlü trollükten değil muhalif-muhalif kesimdeki tepkilerden bahsediyorum. Neyse herkes kendi sözünü söylesin… Sezen söyledi. “47 yıldır yazıyorum ve yazmaya da devam edeceğim.” Ben önümü ilikledim burada valla artık.

Bir de amacı fakatcı affetmeciler var. NageOzan çiftinin kirli çıkılarından şak diye çıkarıp servis ettikleri, destek var dayaktan beter tarzı içli dışlı fotoğraflarına, YAE’ye gelene kadar bu kadının Türkiye için yaptığı, yazdığı neler var, biliyoruz hepimiz. Belki de hatta tam öbür taraflardan huylanılıyor da buralardan eleştiri zemini bulunuyor. 12 Eylül’e karşı, Cumartesi Anneleri için, Erdal Eren, Ceylan Önkol için yaptığı şarkılar, Diyarbakır Newroz meydanında söyledikleri… Aşk şarkısı gibi okunan birçok gerçek memleket aşkı şarkısı var, ne çabuk unutuyoruz bunları?

Sevgimiz ne kadar koşullu, ne kaşıkla verip kepçeyle almacı, sevgisizliği ne çok andırıyor yer yer. Doğuştan kırılmaya hazır gibi, sevdiğimiz kişi bir banka soymuş da bundan bir tek bizim haberimiz varmış gibi seviyoruz. Bir hata yapsın da tüm tarihi silelim diye bekleyerek. Böyle sevgi olmaz. Sevgi görmezden gelmek değildir ama bütünlüktür; cümle değil, hikaye. Sevdiğini iyi kötü tüm halleriyle görmeyi ve hatalarına, zaaflarına, bize elbette uymayan ve uymayacak yanlarına rağmen, o olduğu için, mükemmel değilse de onu bir araya getiren şey güzel, iyi olduğu için sevebilmeyi gerektirir. Yoksa harcamak kolay, sevmemek zaten bedava, en kolayı.

Burada yukarıda açtığım parantezi kapatayım. Benim Sezen’e mesafelenmişliğimin pek siyasi bir yanı yok. O konuda yukarıda yazdığım gibi düşünüyorum. Sadece hayatımın bir noktasında düşündüm. İlkokulda yer yer de detone olmayı göze alarak sınıfta söylediğim ilk ve tek şarkının bir Sezen Aksu aşk şarkısı olmasına (ki aşık maşık da değil basbayağı çocuktum), 20’li yaşlarda “Sarı Odalar”la, “Seni Pamuklara Sarmalar Sararım”larla duygulanmış olduğuma bir miktar içerledim düşününce. İnsanı dev bir marmelat tabakası üstünde kımıltısız kılan, acı da verse hiç çıkmak istemediğin o sevme, o hep büyüklüğün sende (kadında, ne kadar cesursa o kadar onda) kaldığı halde bir haksızlık var gibi geldi. Aşk ve cesaret topu hep kadınlarda kalıyor, aşka çok büyük bir enerji harcanıyor ve bu da bize bir miktar yazıp çizme ilhamı dışında herhangi bir şey olarak dönmüyor gibiydi. Aşk kolumu kanadımı kırsın istemedim, bu duyguyla bizzat çok mücadele ettim. Ama sonuç olarak ne aşktan vazgeçtim ne kanatlarımdan. Ne de Sezen’den. Hepsiyle barıştım.

“Sen beni sezemezsin,” diyor Sezen. Bize demiyor. Biz seziyor, kendi içimizden biliyor ve seviyoruz. Hepimiz Sezen’iz. Bizi üzemezsiniz, zaten çok üzgünüz. Ama susmayacak bu dil, umudumuz da o acının içinde. Bu ülkenin çocuklarını, kendi dostlarını nasıl büyük bir vefayla sevdiyse, Sezen Aksu’yu öyle severiz, “yol arkadaşımız”dır. Sezen asla yalnız yürümeyecek. Buna ihtiyacı olduğundan değil, buna esas bizim ihtiyacımız olduğundan. Görüyor ve yürüyoruz.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.