YAZARLAR

Seyahat; zamanın ve mekanın içinde...

Bizim için atınca taşları, masanın üstüne yayıldı kader. İyice parlamıştı taşlar, falcının avucundan. Usta bir atışla masanın dışına düşmüyordu ama küçüktü halbuki masa.

Hazar Denizi'nde 4000 kulaç yüzmüştüm o sabah. 4-5 yıldır sayıyorum kulaçları. Bunu söylediklerim, nasıl saydığıma takılıyorlardı daha çok. Dört nefeste bir nefes alıyordum, aldığım nefesleri sayıp, dörtle çarpıyordum. Hiç durmadığım için kolay oluyordu bu ve aksine daha çok teşvik ediyordu. Belli bir sayıya ulaşmadan bırakmıyordu insan ya da biraz daha fazla yüzmek, bir öncekini geçmek istiyordu. İçimize yerleştirdikleri rekabeti tohumunu kendine ekiyordun, suya batırıyordun yarışmayı.

-Barcelona’da martılar, güvercinleri yemeden önce havuzda suya batırıyorlardı. Bir balık olduğunu düşünüyorlardı galiba. Tam bir şehirli davranışıydı. Her şeyi ‘gibi’ gibi yapıyorduk-

Derbent’de her yerin ismi, Sovyetler Birliği'nden kalmıştı. Komintern mahallesi, Karl Marx sokağı filandı. Falcıya gittik biz, bir Lenin heykelinin etrafından dönüp, ara sokağa saptık. Bir yaşlı kadındı falcı. Ellerindeki taşı atıp geleceği görüyordu. Sıra bekledik, alçak sandalyelere oturup. Yakalanmış geçmişler ve gelecekler dolaşıyor olmalıydı etrafımızda. Önündeki küçük masaya düşünce taşlar, yok yok diye başını salladı falcı. ‘Sana büyü filan yapmamışlar. Evine dön kocanla barış şimdi’ dedi. Genç kadının kaynanasıydı galiba karşı sandalyede onları dinleyen, belki annesi aman evlilik bozulmasın diye kızıyla gelmiş. Taşlarını toplarken geleceği gösteren, genç kadın yüz ruble koydu masanın üstüne. Falcı kadının paraya bakışını yakaladım orada, ne kadar diye merak etmişti sanırım. Aslında biliyor olmalıydı diye düşündüm.

Her şeyi bilmek de keyifsiz olmalıydı.

Bizim için atınca taşları, masanın üstüne yayıldı kader. İyice parlamıştı taşlar, falcının avucundan. Usta bir atışla masanın dışına düşmüyordu ama küçüktü halbuki masa. Ne söylediğini yazmamı beklemeyin tabii ki. Ne öyle, herkesin ortasına uzanmış sere serpe gelecek ve ‘Batıl inanç uğursuzluk getirir’ diyordu Umberto Eco.

‘Duvarda asılı bir aziz vardı ona niye yok’ dedi arkadaşım kadına. İki duvar kağıdının arasından dışarı çıkardı aziz resmini falcı kadın. ‘Buraya gelenlerin çoğu günahkâr, geliyor, onları görmek istemediğini söyledi aziz bana’ dedi. Bize gösterdi ama azizi. Sanırım çok günahkâr sayılmıyorduk. Sonra yine yerine koydu, iki duvar kağıdının birleştiği yerden içeri…

‘Dağın zirvesine gidince bir daha oraya dönme sözü sakın vermeyin’ dedi bir de. Fakat çok güzeldi zirve. 497 kat çıkmışsın diye yazıyordu telefon. Dayanamadım verdim gittim sözü. Yürümeyi severim. Gideriz isterseniz birlikte…

Güzel bir gündü Hazar Denizi'nde 4000 kulaçtan, 4200 metreye, Komintern mahallesindeki falcı kadından, kutsal dağın zirvesine.

Ve 24 saat, Kuran okunuyordu hoparlörden dağda…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...