YAZARLAR

Sandıkları korumak: Oy vermenin de ötesi-I

Seçil Türkkan ile hem genel anlamda seçim güvenliği için sandıkları korumak konusunda hem de aynı isimle İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı üzerine sohbet ettik. Seçil Türkkan, kitabında, seçim güvenliği ile ilgili olarak 2014’ten bu yana faaliyet göstermekte olan başta Oy ve Ötesi olmak üzere birçok sivil inisiyatif ve oluşumların temsilci ve üyeleriyle röportajlar gerçekleştirmiş; “Sandıkları kimler koruyorlar?” sorusunun peşine düşmüştü.

OY VERMENİN ÖTESİ, BERİSİ

Ne “seçim” dediğimiz şey basitçe bir oy verme işlemidir ne de oy verme işlemi seçim günü gerçekleştirilen -ve bir fatura yatırma, vergi borcunu ödeme işlemi vesaireden pek de fazlası olmayan- bir bürokratik işlem.

Beylik bir laf olsa da tepeden tırnağa doğrudur ki bir “seçim” bir önceki seçimin bittiği gün başlar. Söz temsili 2023 Milletvekili Genel Seçimleri üzerine konuşabilmek demek hiç değilse 2018 seçimleri sonrasını bir bütün olarak konuşabilmeyi gerektirir. Hatta, çoğunca, bu bile yetmeyecektir: Her seçimin, Türkiye seçim tarihi zincirine eklenen yeni bir halka olduğunu unutmamak; bir seçim tartışmasının eni sonu bir siyasî tarih tartışması olduğunu akılda tutmak gerekiyor.

Aynı şey oy verme davranışı için de geçerli. Teknik anlamda, “oy vermek” dediğimiz şey ile aracınızın trafik sigortasını yatırmak arasında pek bir fark yoktur. Hatta trafik sigortasını ödememiş aracınızla trafiğe çıkamazken, oy vermeseniz de toplumsal-siyasal yaşam içinde yer alırsınız. Hatta bazı durumlarda “oy vermemek” bile bir politik katılma biçimi olarak düşünülebilir. Ancak yine hiç kuşku yok ki “oy verme” dediğimiz politik katılma biçimi, devlet ile kurduğumuz diğer “bürokratik ilişki”lerden; oy verme günü gerçekleştirip “başımızdan savdığımız” mecburiyetlerimizden çok ama çok daha fazlasıdır. Genel oy hakkı için toplumsal kesim ve sınıfların tarihsel mücadelesini, eşit oy hakkı için dünya tarihinde verilen mücadeleleri, hiç değilse süfrajetlerin (sufragette) mücadelesini bir hatırlayın lütfen. Bu mücadele tarihi bile “oy verme”nin hayatımızdaki müstesna yerini hatırlamamıza kâfi gelecektir.

Eğer bir toplumda verilen oyun hesaba katılmadığına dair yaygın bir kanaat oluşmaya başladıysa; verdiğimiz oyları aslında vermemiş olabileceğimize, birilerinin bizlerin oyları üzerinde -hadi kibar olup da katakulli demeyeyim- teknik bir manipülasyon gerçekleştirdiğine dair yaygın bir vahamete kapıldıysak, sadece “oy vermek” değil verilen oyları “korumak” da politik bir katılım biçimi haline gelir. Türkiye’de de 2014 sonrasından bu yana oyların gerçekten ulaşması gereken yerlere ulaştıkları ve sayıldıkları konusunda da emin olmak için insanlar örgütlenmekteler; seçim güvenliği için sandıkları korumak amacıyla mücadele etmekte, kafa yormakta, mesai harcamaktalar.

SEÇİM GÜVENLİĞİ İÇİN SANDIKLARI KORUMAK

Seçil Türkkan ile hem genel anlamda seçim güvenliği için sandıkları korumak konusunda hem de aynı isimle İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı üzerine sohbet ettik. Seçil Türkkan, kitabında, seçim güvenliği ile ilgili olarak 2014’ten bu yana faaliyet göstermekte olan başta Oy ve Ötesi olmak üzere birçok sivil inisiyatif ve oluşumların temsilci ve üyeleriyle röportajlar gerçekleştirmiş; “Sandıkları kimler koruyorlar?” sorusunun peşine düşmüştü. Gedikli bir Oy ve Ötesi gönüllüsü olarak Türkkan’la sohbetimizin[1] bir kısmını sizlerle de paylaşmak istiyorum.

Seçil Türkkan

Seçil Türkkan'a ilk olarak Türkiye halkının seçimlerin güvenliği konusundaki hassasiyetinin hatta hassasiyet bile demeyelim tedirginliğinin, oyların korunması ve seçim güvenliğini kendilerine meşgale edinen sivil, demokratik  insiyatiflere vesile olmasının ironik olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini sordum. Öyle ya yüzbinlerce gönüllünün hiçbir maddi karşılık beklemeden, seçim sürecinin tamamına müşahit olmaları, ıslak imzaları edinmeleri ve internet üzerinden bu tutanakların üç faklı kişi tarafından kontrol edilmesine dayanan bir örgütlenmeye girmeleri ciddi bir sivil toplum faaliyeti olarak ele alınabilir. Ancak ne ilginçtir ki 2014’ten sonra gittikçe güçlenen bu sivil uğraş, aynı zamanda seçimlerin adil ve dürüst yapılmadığına dair bir tedirginlikten besleniyordu. Benim ironik olarak adlandırdığım da tam olarak buydu.

Seçil Türkkan soruma şöyle cevap verdi: “Keşke böyle bir harekete, keşke böyle sandıkları koruma bilincine erişmeseydik. Nihayetinde böyle bir şeye gerek kalmasaydı. Çünkü bu geldiğimiz yer şahane, birleştirici, kutup kırıcı ve uzlaşmacı bir yer olmakla beraber aslında geldiğimiz yerin fotoğrafı benim gözümde farklı. 

“Mete Bey aslında yazmaya başlarken, bu konuyu çalışmaya başladığım zaman, ‘Biz neden sandıkları koruyoruz?’ diye de düşünmüştüm. Yani oy veriyoruz, bir de üzerine sandıkları koruyoruz. O gün zaten bizim için bir büyük bir gün. Seçim günü büyük bir kalp krizi eşliğinde, böyle bir ruh haliyle geçiyor. Herkes televizyonların başında. Sadece ben değil etrafımda konuştuğum kişiler de böyle. Dolayısıyla keşke bir de oyları korumaya gerek kalmasaydı. Ancak zaman ve mevcut Türkiye konjonktürü bizi buraya getirdi. Diğer taraftan da bu bana kötü bir şeymiş gibi de gelmiyor. Belki de bu konuyu çalışmış olduğum için biraz da şöyle hissediyorum: Aslında bu konu tarihe geçmesi gereken bir konuydu ve bir gazeteci olarak da böyle bir sorumluluğum vardı. Bunu fark ettim. Aslında bu nokta, Türkiye demokrasisinin bizi getirdiği bir yer. Kendi Demokrasini Kendin Yap Hareketi! diyorum ben buna ister istemez. Önümüzdeki zamanlarda buna ihtiyacımız kalmadığı, sandıkları insanların korumasına gerek kalmadığı bir dönem olur umarım. Aslında ‘gerek kalmaması’ da şöyle bir şey; siyasi partilerin bu görevi üstlenmesi aslında yurttaşa da bu huzuru vermesi ile ilgili bir şeyden bahsediyoruz. Umarım bunun yaşandığı günlerde, bir dahaki seçimlerde tekrar buluşabiliriz.

Seçil Türkkan'a Gezi Direnişi ile seçimlerdeki hassasiyet konusunda ortaya çıkan yurttaş inisiyatifleri arasındaki ilişkiyi de sordum. Vaka, Oy ve Ötesi 2014 yılında tam da Gezi’nin akabinde kurulmuştu. Kitapta yer alan röportajlarda da Gezi ile bunun arasında bir neden sonuç ilişkisi varmış gibi anlatılıyordu. Hem Gezi’nin hem de Oy ve Ötesi’nin bir parçası/gönüllüsü olarak ben,  Oy ve Ötesi’nin Gezi Direnişi’nin bir “sonucu” olarak düşünülmesinin doğru olmayacağını, aksine Gezi ile Oy ve Ötesi’nin aynı hassasiyetlerin, demokratik talep ve endişelerin sonuçları olduklarını düşündüğümü ifade ederek Türkkan'a “Sandıklarla ilgili hassasiyet, tedirginlik Gezi ile başladı demek mi doğrudur, Gezi’yi de besleyen bir hassasiyet ve tedirginliktir demek mi daha doğrudur?” diye sordum, onun bu konudaki düşüncelerini öğrenmek istedim.

Türkkan,  u hususların altını çizdi: “Yani tabii ben, bu kitabı ortaya çıkarmış bir insan olarak ‘Gezi’den sonra başladı.’ diyorum ama hiçbir şey yoktan var olmayacağı için aslında Oy ve Ötesi ile birlikte vücut buldu demek de bunun bir diğer tarafı, bunun doğru tarafı galiba. Yani elbette bunu anlatırken, bu hikayeyi yaşarken -ki şimdiden geçmişe baktığımızda neredeyse 10 yıl öncesinden bahsediyoruz- yani Gezi dediğimizde on yıl, Oy ve Ötesi’nin kurulması dediğimizde de neredeyse 10 öncesinden bahsediyoruz. Yani siz de bilirsiniz aslında, toplumsal hareketler kuşkusuz bir anda öyle bir şapkadan çıkmazlar ve onu hazırlayan bazı şeyler vardır. Aslında Oy ve Ötesi ve Sandıkları Koruma Hareketi de biraz bununla bağlantılı olarak ortaya çıktı; Gezi’den sonra çıktı. Evet Oy ve Ötesi’nin kurulmuş olmasıyla, bir vücut bulmuş oldu; bir alan bulmuş oldu kendisine, yani bir isim verilmiş oldu. Elbette, tabii ki kuşkusuz diğer taraftan da bakınca onu hazırlamış diğer şeyler de vardı. İnsanların sisteme olan güvensizliği, insanların yani oyların çalınıyor ya da çalınıyor endişesinin ötesinde ne olduğuna dair bir huzursuzluk yani bu şeffaf olmayan yönetim biçiminden kaynaklanan bir huzursuzluk yol açtı tüm bunlara. Elbette hepimizin bildiği şeyden bahsediyorum: İnsanlara doğru düzgün yapılmayan açıklamalar ki aslında insanları huzursuz eden de bunlardı; trafolara kedi girmesi; sabahlara kadar oyların sayılması meselesi; insanların sandık başında, sandık kurulu görevlilerinin yanı başlarında yaşadıkları olumsuz deneyimler, huzursuz edici deneyimler sonucunda aslında süreç bizi bu noktaya getirdi. Gezi’yle bağlantısı da -aslında sizin de söylediğiniz gibi-  ‘Bu bir toplumsal hareket olabilir mi?’ sorusuydu. Yani bu bir toplumsal hareketse eğer, neyden sonra yaşanmış olabilir neresiyle bağlanır bunlar birbirlerine? Çünkü etki tepki meselesidir bu aynı zamanda. Doğan Çetinkaya ile konuştum bu konuda. Kendisi Türkiye toplumsal hareketleri üzerine çalışıyor. Aslında şöyle bir yerden Oy ve Ötesi ve Sandıkları Koruma Hareketi’nin çıkış yerinin Gezi olduğunu fark ettik ki zaten insanların söylediği şeylerde, röportaj yaptığım kişilerin söylediği şeylerin içinde var bu. Yani Gezi’den sonra kendisini suçlu hisseden var; örgütlenmek istemeyen ama bir sorumluluk almak isteyen kitleler var nihayetinde. Oy ve Ötesi de Gezi’den sonra kurulduğunu beyan ediyor. Kurucusu Sercan Çelebi, ‘Biz bir salonda otururken sandıkları mı korusak, ne yapsak diye düşünürken, aslında seçim güvenliği konusunda, boşluk olduğunu fark ettik ve böylece Oy ve Ötesi gibi bir yapıyı kurmaya karar verdik.’ der Dolayısıyla aslında Sercan Çelebi’nin söyledikleri, Oy ve Ötesi’nin Gezi’den sonraki toplumsal hareketle beraber kurulması da gösteriyor ki sandıkları koruma düşüncesi aslında Gezi ile birlikte bir yol bulunduğuna işaret. Ve aslında Oy ve Ötesi’nin sonraki yıllarda büyümesi de yine Gezi’yle ilgisi olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki seçimlerde Oy ve Ötesi’ne ne olacağını aslında hep beraber şimdi bu sürecin içinde izliyoruz; azalacak mı, artacak mı katılımcıları falan.

Benim öngörüm, nispeten eski yıllardaki şeylerin, 2018 seçimlerindeki gibi 2019 seçimlerindeki gibi şeylerin sandıkları koruma konusundaki endişesinin tam da yaşanmayacağı konusunda; çünkü tüm siyasi partiler bu işi sahiplendiler. Türkiye Gönüllüleri diye bir şey kuruldu, DEVA partisi başka bir şeyler kurdu. Belki bu seçimlerde bu hareketlerin içindekiler o kadar kalabalık olmayacaklar ama bu hareketler var olacaklar. Dolayısıyla, tüm bu hareketler, Oy ve Ötesi, Türkiye Gönüllüleri vb,  Gezi’ye benziyorlar. Yani büyük bir değişim talep etmiyor ama bir şeyleri de değiştirmek istiyorlar.”

Seçil Türkkan sorumu cevaplarken çok önemli bir hususa da dikkatimizi çekmişti. Ben de onun gibi Oy ve Ötesi, Türkiye Gönüllüleri (önceki seçimlerde İstanbul Gönüllüleri) gibi sivil inisiyatiflerin radikal değişiklikler peşinde olmayıp sistemin daha adil işlemesinin peşindeki sivil inisiyatifler olduğunu düşünmekteydim. Ama yine de sohbetimizde bu konuda bi başka hususun da altını çizmek istedim: Şahsen beni Oy ve Ötesi’ne bina sorumlusu olarak gönüllü olmaya iten şeylerin arasında seçimlerin adil yürütülmediğine, oyların düzgün sayılmadığına dair bir kanaat taşıyor olmamdı. Beni Oy ve Ötesi ile irtibata iten saikin bir kefesinde mevcut iktidarın seçimleri manipüle ettiği düşüncesi yatıyordu. Ancak aynı zamanda muhalefetin sandıklara sahip çıkamamasına dair kırgınlık ve kızgınlığım da beni yeni arayışlara itmişti. Yani terazinin bir kefesinde iktidarın otoriterliği diğer kefesinde de muhalefetin başta da CHP’nin vurdumduymazlığı beni yeni arayışlara itmişti.

Bir sonraki yazımda hem trafoya kediyi sokan iktidara hem de trafodaki kediyi ağzı açık ayran budalası gibi seyreden muhalefete kızarak sandıkları korumak için inisiyatifi ele alan sivil toplum gönüllüleri kimlerdir sorusuyla devam edeceğiz, Seçil Türkkan'la sohbetimize.

[1] Seçil Türkkan ile benim hazırlayıp sunduğum Kitaba Dair programının 1 Mayıs 2023 tarihinde yayınlanacak 80. Bölümü için 25 Nisan’da online olarak bir araya geldik. Programın tamamını buradan izleyebilirsiniz.


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.