YAZARLAR

Peki genç yurttaşın, muhalefetten umudu var mı?

Muhterem muhalefet; ne yazık ki tarih, bu ülkenin huzur ve ekmek arayan ahalisini size muhtaç etti. Hiç kuşkunuz olmasın, yurt dışına gitmek istedikleri için kederlendiğinizi söylediğiniz genç insanların umutsuzluğunun tek nedeni iktidar ve ülkenin hâlihazırdaki koşulları değil. Size bakınca gördüklerinden de pek hazzetmiyorlar.

Son zamanlarda, muhaliflerin (ve partilerin) giderek daha fazla dile getirmeye başladığı endişelerden biri 'yurt dışına göçen' gençlerin/yurttaşların durumu. Gözle görülür bir 'gitme isteği' var, buna kuşku yok. Sayılar ortada ve her kamuoyu araştırmasında, hemen tüm parti seçmeninden 'gitmek', ülkeyi 'terk etmek' isteyenlerin oranının giderek arttığı görülüyor.

Ülkeyi terk etmek istemenin nedenleri farklı olabilir, çoğu istese de gidemez, gidenlerin bir kısmı pişman olur, zaten döneceklerdir, belki bir kısmı yaşamını orada kuracaktır, gidilmeli, gidilmemeli, vesaire... Bu varsayımlar ve herhangi bir insanı tercih ya da mecburiyetleri nedeniyle yargılamak değil yazının konusu. Ülkeyi terk etmek isteyenlerin sayısının artışı hangi gerekçeyle olursa olsun, birileri gidenlere ne kadar kızarsa kızsın, sonuçta bir kesim yurttaşı toprağından soğutan bir 'sorun' olduğu gerçeği değişmiyor.

'Sorun' sözcüğü de ideoloji yüklü ve göreli tabii. Eğitimli kesimin ve özellikle hallice gençlerin 'terk ediş' isteğini sorun olarak görmek, ya da umursamamak ve hatta sevinmek de mümkün. Nihayetinde “ya sev ya terk et” zavallılığının icat edildiği bir yer burası. Şu sloganı çok seven, takdir eden, marifet zanneden kalabalıkların; örneğin terk ve reddedilmeyi sindiremediği için kadın öldüren erkeklerin zihniyetiyle 'ya sev ya terk et' çiğliği arasında bir bağ olduğunu, yaşamları boyunca bir kez olsun düşünmüyor olmaları ne acayip! Gerçi değil, sözümü geri alıyorum, milli eğitim tornamız sağolsun ve belki de hâlâ az çok düşünebilenlerin varlığına şükretmeli.

Burada artık yaşanmaz, diyor birileri. Bir ülke neden yaşanmaz bir yer olarak algılanır? Herkesi boş verelim şimdi, genç insanlar, neden doğup büyüdükleri yeri terk etmek ister?

Belki, önce 'gitmek', 'gidebilir' olmak ile 'terk etme' isteğini birbirinden ayırmak gerekiyor. Günümüz eğitimli, dil bilen ve meraklı insanı için başka bir ülkede yaşamanın hem hayali hem fiiliyata dökülmesi eskiye nazaran daha kolay. Ulaşım ve iletişimin gelişmişliği buna olanak sağlıyor. Aslına bakılırsa, eşitlikçi bir dünyada (ve muhtemelen bir gün mutlaka) ulusal sınırların gidip gelmelere 'engel' olmaması, herkesin dünya yurttaşlığını benimsemesi en ideal durum. İklim krizi gibi gezegen genelindeki felaketler ya da salgınlar, o sınırların ne denli anlamsız olduğunu gösteriyor her seferinde. Her yere elimi kolumu sallayarak gitmek istiyorum, dediğinizde hâlâ çok uçuk bir fikir görünüyor çoğu (vize için evinin tapusunu konsolosluk memuruna göstermek zorunda kalmayı yadırgamayan!) insana. Söz konusu alışılmış ve kabullenilmiş düşüncelerin, yeni nesillerin dünyaya bakışıyla giderek değişeceğini tahmin etmek güç değil. Diyeceğim, gidebilir olmak, bir yerlere gitmeyi istemek ve bunu gerçekleştirmek, tüm dünyayı ev olarak görmek çok iyi bir şey.

Türkiye'de endişeye neden olduğu dile getirilen ise ülkeyi terk etme, kaçma isteği. İyi eğitim almış insanlar, herhangi bir işte çalışmaya razı olarak gidiyor yurt dışına. Asıl amaçları orada yaşamaktan çok, burada yaşamamak. Yine tahmin edebiliriz ki, bunun 'temel' gerekçesi iktidarın ülkeyi yönetme biçimi ve gelinen vahim nokta. Tanıdığım çok sayıda iyi dil bilen mezun, şu anda yurt dışında ve eğer koşullarda bir değişiklik olmazsa dönmeyi düşünmüyor. Herhangi bir işte çalışmaya razı görünüyorlar. İçlerinde akademisyen olmak isteyenler var, ancak doktora sonrası Türkiye'ye niyetlenseler de hiç bir yerde iş bulamayacaklarını düşünüyorlar. Haksız değiller. Üniversite 'çokluğu' marifet değil. Türkiye'deki çoğu üniversitenin nitelikli ortaokul/lise düzeyinde dahi olmadığı malum. Ayrıca kadrolaşma nedeniyle o ortaokullarda iş bulmak da güç. Tabii bunlar konunun iş-meslek kısmı. Hayatlarımız yalnızca ekmek parasından ibaret değil. Bir inek ile insan arasında muhtelif farklar var, takdir edersiniz. Sosyal bir varlık insan. Ancak bir topluluk içinde var olabiliyor. En temeli sağlıklı gıda olmak üzere, sayısız gereksinim söz konusu.

Yalnızca on beş yıl önceki Türkiye ile şimdikini karşılaştırın... Bırakın muhalifleri, henüz fanatikleşmemiş kimi iktidar sempatizanları da günlük yaşam koşullarından, gerilimden şikâyetçi. Tel tel dökülmeye ve bir ideolojinin pervasız baskısına her yerde tanık olmak mümkün. AKP'li adalet bakanı, kamera karşısında 'yargı kararlarına uyulmalı', AYM başkanıysa 'kararlarımız bağlayıcıdır' diyor. Meclisin üçüncü partisi gün aşırı terörist ilan ediliyor. Ortalama bir muhalif, sabahtan akşama dek aşağılanacağını, hakarete uğrayacağını bilerek yaşıyor ve aşağılayanlar, sahip oldukları ne varsa vergilerimize borçlu. Dönüşmeyen, ele geçirilmeyen tek bir kurum kalmadı. Hâlâ üniversite olma iddiasını sürdürebilecek nitelikte az sayıda kurum mevcut ve şimdi onları halletmek için çabalıyorlar.

İktidar ve dalkavuklarının yapıp ettikleri malum olmasına malum da, demokratik sistemlerin olmazsa olmaz unsurunun muhalefet olduğu gerçeğini ne yapacağız!

Demokrasilerde, sistemin temel ilkelerinin varlığının ve müzakereci siyasetin sürdürülebilmesinde asıl marifet muhalefet ve onun en örgütlü hallerinden biri olan siyasi partilerdedir. İktidarlar en gelişmiş demokrasilerde dahi bazen sınırı aşmak istese de, sağlam kurumlar ile muhalefet tarafından engellenir. İngiltere'de başbakan meclisin bir ay kadar geç açılmasını istediğinde muhalefetin ve yurttaşın gösterdiği tepkiyi hatırlayalım. Parlamentolarına ve demokrasilerine sahip çıktılar. 'Yazılı' anayasası olmayan o demokrasi, boncuklu parlamenter sistem sayesinde değil, bu sahiplenme ve yurttaşlık bilinciyle, herkes yerini bilip haddini aşmaya yeltenmediği için yaşayabiliyor. İngiltere'de muhalefet 'resmî' bir görev. Bakanların gölgesi olan (Gölge Kabine) muhalefet vekilleri var. Her biri bir bakanı izliyor, eleştiriyor, yönlendiriyor vs. Muhalefet, sistemin-yönetimin ayrılmaz parçası.

Muhalefet sözcüğünün kökeni Latince (oppositio); karşı çıkan, karşı koyan anlamına geliyor. Sözcüğün anlamlarından biri, 'oyuna gelmemek' ya da 'ürkütmemek' değil! Türkiye'de muhalefet, kavramın gereğini yerine getirip hakkını vererek muhalefet mi yapıyor, yoksa henüz yönetme sırası gelmemiş iktidar gibi mi davranıyor, açık değil. 'Ama canım her şeye de muhalefet yapılmaz ki,' saçmalığının bu kadar kolay kabul görmesi çok rahatsız edici. O zaman her iktidar olan, muhalefete hangi konularda muhalefet yapabileceklerine ilişkin bir liste verir, sorun çözülür. Ümit Kıvanç geçen hafta “Arkanızdayız muhalefeti” başlıklı yazısında açıklıkla anlattı muhalefetin durumunu. Özellikle 'milli menfaat' parantezine alınan (ki alan da iktidar!) konularda iktidarla 'aynı hat üzerinde gidip gelen' muhalefetin neden başarı şansı olmadığını hatırlatıyor makalede ve haklı olarak, saplanılan bataklıktan çıkış için siyasi dönüştürücülük de beklemeyeceksek partilerin ne işe yarayacakları, sorusunu yöneltiyor.

Muhalefetin, seçim için gerekli olan ittifakları sürdürebilmek için birbirlerinin gönlünü hoş tutma gerekliliğini, görünen o ki herkes anlıyor, anlamaya çalışıyor ve bir yere kadar hak veriyor. Nazım Hikmet'i de Necip Fazıl'ı da, Nihal Atsız'ı da anın anacaksanız, der gibi ahali. Ortalama yurttaş iyice sersemletildiği için, bir parti nasıl hem darbeyle devrilmiş Menderes'i, hem de onu devirenlerden Türkeş'i aynı hasretle kucaklar, gibi vasat bir mantık gerektiren soruları nicedir yöneltmiyor zaten. Misal, CHP'li siyasetçiler hem Deniz Gezmiş'i hem onu idama götürenlerden Demirel'i çok seviyor. Hepsi iyi hoş, yine de muhalefet partilerinden asgari 'dönüştürücü' bir muhalefet yapmalarını bekliyorsunuz işte. İnsanın elinde değil!

Geçen hafta CHP'li bir vekilin manasız heyecanlı ifadelerinin, İYİP genel başkanının Demirtaş ile ilgili değerlendirmelerinin 'makul' bir açıklaması var mı? Eğer demokratik ve dönüştürücü muhalefetten söz ediyorsak.

CHP'li ziyadesiyle sevimsiz vekil, o cümleleri kurup 'en milliyetçi biziz' sakilliğine giriştiğinde baba evindeydim. Şöyle bir yürüyüş yaptım ve Eyüp'teki sarıklı-cüppelilerin, CHP'ye üye olmak için partiye koştuklarına tanık olmadım. Akşener, Demirtaş için “terörle iç içe olduğu aşikâr” dediğinde partisine ve ülkeye ne yararı oldu peki? İYİP'in oy artışının nedeni Akşener'in mahalle mahalle gezmesi mi, milliyetçi hareketten gelip farklı bir şeyler söylemeyi ve davranmayı başarması mı, yoksa böyle çıkışlar mı? Ayrıca bu durumda, İYİP'in 'yargı eleştirisinin' ne değeri kalıyor? Aşırı derecede bağımsız yargının Demirtaş'a tavrıyla onların bu kanaati arasında ne fark var? Hakkında mahkumiyet olmamasına karşın yıllardır cezaevinde tutulan, AİHM kararını yok sayılarak tahliye edilmeyen Demirtaş'ın 'terörle iç içe olduğuna' nasıl karar vermişler? Bence. Evet, 'bence' terörle iç içe. İnanılır gibi değil hakikaten, 'bence' hukuk sistemi. Eh bence değil, keyfimin kahyası mı var!

Muhterem muhalefet;

ne yazık ki tarih, bu ülkenin huzur ve ekmek arayan ahalisini size muhtaç etti. Hiç kuşkunuz olmasın, yurt dışına gitmek istedikleri için kederlendiğinizi söylediğiniz genç insanların umutsuzluğunun tek nedeni iktidar ve ülkenin hâlihazırdaki koşulları değil. Size bakınca gördüklerinden de pek hazzetmiyorlar. Yaşamsal konularda özgün herhangi bir sözünüzün olmayışının, ülke giderek dincileşirken sessiz kalışınızın, milliyetçilik yarıştırmayı marifet sayışınızın o insanlarda yarattığı duyguyu, endişeyi görmüyor, görmek istemiyorsunuz. İlk seçimde gidecekler, dışında ne söylediğiniz beli değil. Peki usanmadan tekrarladığınızın aksine, 'ilk seçimde' gitmezlerse... Ne yapacaksınız? Hay Allah, o kadar da tweet atıp mecliste soru önergesi vermiş, hamasi mesajlara doyamamıştık, her fırsatta Suriyelilerle uğraşmıştık mı diyeceksiniz? Sizler yirmili yaşların başında olsanız, kendinize bakıp ne düşünürdünüz, yaşamınız, geleceğiniz ve ülkeniz için umutlanır mıydınız?


Murat Sevinç Kimdir?

İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.