YAZARLAR

Nesli müdafaa için cahilleşiniz, cahilleştiriniz

Tövbe, haşa. Yazmak ne haddime. Ben gazetelerin, dergilerin, ajansların kıdemli düzeltmeni, eskilerin tabiriyle Musahhih Haslet. Bazılarının Asaf Bey dediği, ayıptır söylemesi mütekait şair Asaf Haslet. Depremler, telefon mesajlı rüyalar ve onların gündüz gözü ayniyle karşıma çıkması, umutsuz aşklar, taciz, tehdit neyse ne de, her şeyi bir araya toplayan bugün yaşadıklarım olmasa yazmaya kalkar mıydım, bilmiyorum.

Abdal’a malum olur derler. Fakat milletimiz maalesef abdallarla, dervişlerle, ermişlerle pek hemhal olamadığından ötürü lafı “aptala malum olur” şeklinde anlamış ve böyle kabul etmiştir. Lakin, asla haksızlık edilmesin, alimlerin, profesörlerin, hocaların da buyurduğu üzere milletin idrak ve feraseti derindir. Aptal, cahil denilmemeli, ona güvenilmelidir. Ezcümle, “aptala malum olur” lafında da bir hikmet, bir hakikat vardır.

Misal, ben kim, abdallık kim, nerede? Yüzlerce kilometre ötedeki Düzce’de on gün arayla tekrarlanan depremler bana niye, nasıl malum olsun? İyi de, on gündür Düzce-Kocaeli-Sakarya arasında dolaşmama ne buyrulur?

Cumartesi sabah uyanır uyanmaz başucumdaki şişe dibi gözlüğü takıp yataktan kalkmadan işim ve adetim icabı telefona sarıldım. Mesajları, tweetleri hızla tararken 'Düzce sabah 07.59’da bu kez 4.1 şiddetinde sallandı' haberini görünce, yok artık, dedim. Yahu ben bunu okumadan, duymadan uykumda gördüm! Her yer sallandı. Belki de o yüzden uyandım? Baktım, hayır. Telefonun saati 09.30’u gösteriyor. Unutmuştum, hatırladım; on gün önce yine aynısı oldu.

Rüyamda yabancısı olduğum kasaba gibi bir yerlerden geçiyorduk alacakaranlıkta. Otobüs mola veriyor benzinci ve konaklama yerinde. Dışarıda çayla sigara içiyorum. Bir anda önümdeki masa, bardak, kül tablası, altımdaki sandalye hareketlendi. Kalkınca haberlere baktım. Düzce sallanmış, demek ben de hissetmişim. Üstünde durmamıştım ama bu sefer farklı. Tam seçemesem de yüzleri bana aşina gelen iki ihtiyar belirdi omuz başımda, biri sağda öteki solda. Lale, gül, müdafaa bir şeyler söyleyip kayboldular.

N’oluyoruz?

Bana Bir Şeyhler Oluyor / BKM / 2003

Besmeleyle yataktan çıktım, elimi yüzümü yıkadım. Aynaya baktım, niyeyse kendimden sıkıldım, kaçtım. Hayırdır inşallah, hayırdır inşallah. Yılmaz Erdoğan misali Bana Bir Şeyhler Oluyor diyecek halim yok. Tövbe, haşa. Yazmak ne haddime. Ben gazetelerin, dergilerin, ajansların kıdemli düzeltmeni, eskilerin tabiriyle Musahhih Haslet. Bazılarının Asaf Bey dediği, ayıptır söylemesi mütekait şair Asaf Haslet. 

Depremler, telefon mesajlı rüyalar ve onların gündüz ayniyle karşıma çıkması, umutsuz aşklar, taciz, tehdit neyse ne de, her şeyi bir araya toplayan bugün yaşadıklarım olmasa yazmaya kalkar mıydım, bilmiyorum. Bunca yıldır başkalarının yazdıklarını, yazarım diye geçinenlerin, gazetecilerin, hele muhabirlerin her geçen gün daha da bozulan imlalarını düzeltmekten canı çıkmış, tutkulu şair adayıyken kelimelerden, harflerden tiksinir hale gelen ben ne yazarım, nasıl yazarım, yayınlanır mı, okunur mu, bilmiyorum. Ama içimdeki ses, sana bir şeyler oluyor Haslet, diyor. Anlatırsam, rüya mı, hakikat mi, kâbus mu her neyse bu hallerden kurtulurum belki.

Ustanın izinden gidelim, Bana Bir Şeyhler Oluyor’a şöyle başlıyordu Erdoğan:

"Anlatacaklarım var! Vaaz vermek değil niyetim, duyduğumu söylemek. Söylemeye değer şeyler duyuyorum zira. Belki hayatı daha yaşanır kılmak için ya da belki sade, ama sade anlatmak için... Sen anlat dedi Tanrı bana, anlaşılsın diye değil, hiçbir mükafat istemeden anlat... Çünkü bir mükafattır artık bir anlatıcıya doğru düzgün anlaşılmak! Sen anlat dedi... Sen sade anlat! Umudu hatırlatsın diye umutsuzluğu, çareye yol açsın diye çaresizliği anlat... Ders verme dedi kimseye, çünkü hoca denmez öğrenmesini bitirene. Çırakları olan bir çıraktır usta, olsa olsa... Sen anlat dedi bana Tanrı, sen sade anlat..."

ANLATIYORUM

Evvela, Düzce ve Düzcelilere geçmiş olsun. Allah, Düzce başta olmak üzere vatanımızı, milletimizi beterinden, tüm afetlerden, felaketlerden korusun. İnan olsun, 23 Kasım’da da 3 Aralık’ta da karma karışık rüyalar gördüm. Sallanan duvarlar, binalar, bağırıp çağıran, oradan oraya koşuşturan insanlar… Fakat aradaki günlerde durum farklıydı. Bu sefer rüyamda telefonumdan peş peşe sinyaller geliyordu. Kayıtlı olmayan bir numaradan üç-dört mesaj. Açıyorum, profil fotoğrafında güzel bir kadın. Rüya işte.  “Hoca’dan gelen mesajları size iletiyorum. Sürekli böyle şeyler gönderiyor. Ne demek bunlar, anlamıyorum. Yardımcı olun lütfen

Tanımadığım bir kadın yardım istiyor. Tuzak da olabilir, şaka da… İlettiği mesajdan bir anlam çıkartmak mümkün değil. Ben de sizinle paylaşayım:

Telefonuma virüs ya da casus yazılım gönderilmiş olmasın? Bela!

Mesajlarda en çok geçen inim inim lafı Ajda Pekkan’ın o unutulmaz şarkısı Sen Mutlu Ol’dan geliyor olabilir. 

Nasıl bir kalp bıraktın
Bilir misin ardında
Bilir misin, kırılan
Kalpler düzelmez asla

-----

İnim inim inlesem
Hep ağlasam da olur
Benim için fark etmez
Sen mutlu ol ne olur

İnim inim inlesem
Acı çeksem de olur
Benim için fark etmez
Sen mutlu ol ne olur

YK geçiyor birkaç defa. İsmail YK mı?

Ama üniversite var hemen sonra. YK, yönetim kurulunun kısaltması. Sonraki üniv de üniversite kısaltması. Mesaj gönderen B Hoca olarak kayıtlı bana ileten kadının telefonunda. Kadın da “Hocadan gelen mesajlar” dediğine göre, bir üniversite ve hoca – öğrenci ilişkisi var. Evim var, evin var, tv var, televizyon. Gül, gönül… ilanı aşk ve evlilik teklifi mi? IMFC var, İngilizce yazılan ekonomi, işin para ve geçim tarafını anlatıyor herhalde. IMF kredisi gibi kaynak kullanımı vaadi mi? Gelinliği İMÇ’den, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’ndan alırız mesajı da olabilir. Bolca tl de var mesajlarda. Bunun için şifre çözmeye gerek yok, eriyip aksa da TL, TL işte.

Birkaç gece bu mesajlarla, şifrelerle uğraştım. Her seferinde uyanınca telefonuma baktım. Şükürler olsun, yok öyle bir şey… Sonra, ulan Haslet, dedim, Avanak Avni’yi özlemişsin! O böyle dıgıl dıgıl mıfıl mıfıl diye konuşmuyor muydu? Tabii yahu! Ben de yok casus yazılım, virüs, yok aşk, neler kuruyorum, rüyamda şifre çözmeye çabalıyorum. Hey Allahım, gençlerin deyişiyle sesli güldüm. Kuşdili gibi anlaşılmaz şeyleri düzeltmeye çalışmaktan gelen sürmenaj da var tabii. Mesele aydınlanmış, rahatlamıştım. Mesajların da arkası kesilmişti ki, internette bütün haber sitelerinde aynı başlık: 'Üniversitede ŞOK: Taciz ve Tehdit'

Bir profesör, eski doktora öğrencisinin öğretim görevlisi olarak çalıştığı Kocaeli Üniversitesi’ndeki odasını basmış. Kimseyle konuşmasın, mesajlaşmasın diye kadının cep telefonuna el koymuş. “Benim olacaksın, evleneceksin benimle, yoksa işsiz bırakırım seni” lafları, gürültü patırtı etraftan duyulmuş… Kadının nişanlısı, güvenlik görevlileri gelmiş. Hoca zor zapt edilmiş.

Fakat o ne?

Haberde geçen tacizcinin adıyla rüyamda bana iletilen mesajlardaki hoca adı aynı! Yetmiyor, rüyadaki ekran görüntüleri, mesajlar haberlerde karşımda, kadına gönderilmiş. Yok artık. O da yetmiyor, bir iki yerde yüzü yarı kapalı da olsa tacize uğrayan kadının fotoğrafı var. Al işte, bu da rüyamda bana mesaj gönderen kadının profil fotoğrafı sanki. Diyorum, bir şeyler oluyor bana.

Herif-i naşerif'in kim olduğu cümlenin malumu artık, adını anmaya mahal yok. “Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede” vecizesinin müellifiymiş kendisi. “Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır” buyurmuş hazret. Çünkü, “Türkiye'nin okumuş kesimi, profesörlerden başlayarak geriye doğru en tehlikeli olanlar üniversite mezunları. Olayları en rahat okuyanlar ilkokul mezunları. Çünkü zihinleri berrak. Üniversite ve sonrası durum çok vahim çünkü gidişatı okuyamıyorlar, zihinleri bulanık.”

Nişanlı olduğunu bildiği eski öğrencisine gönderdiği tuhaf mesajlar, büyü değil miymiş meğer. İşte halkıyla bütünleşme diye, hakiki hoca, profesör diye buna derim, şapka çıkarırım. Haberlere bakılırsa, hocanın İstanbul’dan kalkıp Kocaeli’ne gitmesinden sonra, kadının nişanlısının belediyedeki işleri iptal olmuş. Bu da hocanın feraset kadar dirayet sahibi de olduğunu gösteriyor. “İşsiz bırakırım” lafı da ekonomi, TL mesajları da boşuna değilmiş. Sözünün eri, vay be.

İKİ İHTİYAR

Dedim ya, ne olduysa cumayı cumartesiye bağlayan gece oldu. Sallanan duvarlar, binalar, koşuşturanlar, bağırtı çağırtı arasında gözümü açmaya, kâbustan uyanmaya çabalıyordum ki, ak yüzlü iki ihtiyar iki omuz başımda belirdi. Yüzleri benziyordu birbirine. Adeta mıhlandım yatağa, kalkamıyorum. Mırıl mırıl bir şeyler söylüyor ikisi iki yandan.

Hocayı kınamak haddine mi senin, gafil” diye çıkıştılar, anlamadığım, hatırlamadığım bir sürü şey daha söylediler. Lale, gül lafları kaldı aklımda, bir de galiba nefsi müdafaa… Sonra işte yine Düzce’deki deprem. Bir şeyler oluyor bana. Kahvaltıdan sonra sokağa attım kendimi açılmak için. Soğuk, yağdı yağacak tatsız hava. Çoktandır annemi görmüyorum. Gidip elini öpeyim, rüyalarımı anlatır, hayır duasını alırım diyerek minibüs durağına yürüdüm.

Kuyruk var ama kalabalık değil. İkinci minibüse bindim. Hareket ettik. Para verme faslı bitti. Şoför radyoyu açtı. Jenerik müziği arkasından anons: Lalegül TV ve Radyo ortak yayınında Nesli Müdafaa programına hoş geldiniz.

Sunucu, “Sosyolog-aile danışmanı hocamla siperlerdeyiz” diyerek açtı programı. Hocamız Sakarya Üniversitesi’nden, o da profesör. İhtiyarlar bunu dinlememi telkin ediyormuş demek ki…

Bu kadarı fazla. Müsait bir yerde ineyim, diye bağırdım. Attım kendimi sokağa. Döndüm eve, geçtim bilgisayar başına.