YAZARLAR

Nefret artık yetmeyebilir Nedret!

Türkiye’nin zihnini, kalbini bir ötekinden nefret esasında yararak, bölerek kendini betonlaştırmak isterken… Bir bakıyorsun “ötekiler”i de sağlamlaştırmışsın. Tarihte görülmedik şey değil Hocam!

Tanıdıklarımızdan, sevdiklerimizden kaybederek…
Nice sevincimizi yitirerek…
Kirli tuzaklardan, tuzaklı krizlerden, salgının bin bir yüzünden sıyrılmaya çabalayarak…
Umudun terk etmesine izin vermeden bir yıl daha kapatıyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da İstanbul seçimlerinden sonraki 27’inci iktidar yılını; AKP iktidarı 21’inci hükümranlık senesini kapatıyor.

Bu kapanışın yeni bir açılış mı yoksa kapanış mı olduğunu görmeye de muhtemelen çok kalmadı.

2002’de gerçekten çok partili bir sistemde, üstelik 28 Şubat öncesi ve sonrasının iki büyük koalisyonunun partilerinin de çöküşüyle…
Büyük depremin, büyük krizin enkazı üstünde; önce isyan, sonra umut partisi olarak öne geçen AKP, yüzde 37 ile tek başına iktidarı elde edebilmişti.

Birkaç kritik “Türkiye partisi” denemesi olmadı değil: 2002-2004 AB süreci, darbelerden ürkerek hukuka, demokrasiye sarılmak istediği 2007’ye kadarki dönem, kimi balkon konuşması, Kürt-Alevi açılımları vb.
Sonrası, kendini konsolide ederken Türkiye’yi enine, dikine, verevine bölen bir süreç.

Çünkü “Türkiye partisi” yüzde 50’yi geçemiyordu; o yüzde 50 ise “evdeki yüzde 50” denerek “eldeki yüzde 50” olarak sağlamlaştırılabilirdi. Yeter artardı zaten. Arttı da. Yetti de.

Bunun için “öteki yüzde 50”nin içinden bazen genel, bazen özel düşmanlar olmalıydı hep.
“Darbe girişimcisi, kumpasçı Fetö çetesi”yle ittifak zamanı bile ona dönmüştü süreç. Sonrasında zaten her köşede iç ve dış düşmanlar vardı.

Dışarıda Suriye-Esed, ABD ve AB’nin kimi gerçek kimi hayali oyunları, bazen İsrail, bazen darbeci Sisi’nin Mısır’ı, Suudi-Katar çelişkilerindeki zigzaglar, sınır ötesi…
“Milletin yarısı”nı birleştirecek ekonomik büyüme çimentosu da vardı, onları betonlaştıracak iç ve dış harçlar da.

Böylece kibir ve “nefret” temel siyasi araç olarak zihinleri, kalpleri, oyları, adanmışlıkları eline geçirdi.
O demokrasi, özgürlük, adalet, eşitlik diye bağıran siyasi muğlaklık; kibrin, nefretin, öfkenin, ötekileri düşman görmenin mutlaklığına ulaştı. Ve açıkçası “” de yaptı.
Bölünme hattı üzerinde, evdeki-eldeki yüzde 50 durmadan sıvayla tutturuluyordu.

Ama bu süreçte Erdoğan ve AKP iki şey de yapmış oldu:
Birincisi, destekçilerini “dönüştür”dü.
Onlar artık “ötekileştirmeye karşı” demokrasi, haklar, özgürlükler, adalet için isyan etmiş geniş, çok renkli bir kitle değil; “öteki”nden nefret eden, bütün o ideallere düşman, o yüzden de onu talep eden herkese düşman bir kitleye dönüşmüştü.

Böyle bir umut ufku olmaz…
Ne kendin umutlu olursun, ne başkalarına umut verebilirsin.
Ekonomik büyüme kitlesel kazanç ve hayal sunmaya devam ettikçe işler iyi gider gibi olur; deniz bitince, o kitlenin ciddi kısmı da “ne oluyoruz” diye düşünmeye, sürekli nefretle karnının doymadığını, evlatlarının geleceğinin kalmadığını hissetmeye başlar.
Gerçek bir krizin dahi bir azınlık için yeniden kurgulandığından şüphe eder!

İkincisi de, kendini halkın net bölünmesi üzerinden betonlaştırmak isterken, Türkiye’yi iki partili sisteme taşıdı.
Başkanlık için yanıp tutuşurken, ABD’nin iki partili sistemine de, Fransa’nın iki turlu ve ikinci turda ittifakların, seçmenin başka türlü bölünüp birleştiği bir hale ve halet-i ruhiyeye taşıdı. Seçimleri referandumlaştırdı.

Nefret üzerinden böldüğünüzde…
Size tapanlar ve ötekinden nefret edenler ile sizden nefret edenler halinde bölmüş olursunuz.
Artık kim daha çoksa!

Ve geldi tekrar yüzde 30’lara.
En büyük sermayesi, elbette bu 21 senenin iyi zamanları.
Ama tarih bir yana, talih hâlâ ötekilerden nefret üstünden bileniyor. İnsan yetmiyor, hayvanlar da!
Bir de tabii, muhalefetin, muhaliflerin öyle “22-24 liralık dolar” beyanları gibi, o kriz değirmenine su taşıyan acemilikleri.
Ötekileri, hatta 21 sene iktidarı desteklemiş olanları ortak acılar-ortak umutlar üzerinde birleştirebilecek “beton gibi” bir muhalefetin ortaya çıkamama ihtimali.
Bu ihtimal dahi, muhtemelen her gün yavaş yavaş azalıyor.

Türkiye’nin zihnini, kalbini bir ötekinden nefret esasında yararak, bölerek kendini betonlaştırmak isterken…
Bir bakıyorsun “ötekiler”i de sağlamlaştırmışsın.
Tarihte görülmedik şey değil Hocam!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.