YAZARLAR

Jüpiter Başkan’ın günleri sayılı 

Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron, daha ilk seçildiği dönemde, 2017’de “Jüpiter başkanlık” denilen bir tarz-ı siyaseti yürürlüğe soktu. Bu tarz, ülkeyi Elysee Sarayı’ndan, kapalı kapılar ardından yönetmeyi anlatıyor. Jüpiter Başkan’ın çevresinde güçsüz, düşük profilli danışmanlar var. Başkan karar alıyor, bürokratlar ve bakanlar itiraz etmeden uyguluyor. Ama bu devir bitmek üzere. Emeklilik yasasıyla beraber Fransa’da sokaklar Jüpiter’i durdurmaya kararlı. 

1.

16 Mart, Perşembe… Fransa Ulusal Meclisi. 

Başbakan Elisabeth Borne “yuh” sesleri ve alkışlar arasında kürsüye geliyor. Senato’dan geçen yeni emeklilik yasa tasarısının, parlamentonun ulusal kanadında tartışılmadan kabul edileceğini açıklamak üzere. Anayasanın 49’uncu maddesinin üçüncü fıkrası iktidara bu hakkı veriyor. Macron iktidarı da bu hakkı kullanmak istiyor. Çünkü yıllardır zorladığı bu tasarıyı Meclis’in bu kanadında kabul ettirme gücü yok. 

Fransa Başbakanı Elizabeth Borne

Macron’un başbakanı Borne kürsüde… Mikrofonunu düzeltiyor. Ama o kürsünün içinde bulunduğu meclisin temsil gücünü ortadan kaldıracak “49.3’ü” ilan edemiyor. En azından o an için…

Çünkü yasa tasarısına öteden beri karşı çıkan Fransız parlamenterler grubu, başta Fransız solunun yükselen temsilcisi La France Insoumise parlamenterleri, hep bir ağızdan ülkenin milli marşı La Marseillaise’i söylemeye başlıyor. Bir yandan da “hükümet istifa” pankartları açıyorlar. 

Borne kürsüde kalakalıyor. Yapacak bir şeyi yok. Çünkü meclisin tüzüğü, milli marşın bölünmesini yasaklıyor. Çaresiz seyrediyor Borne. Marşı dinliyor… 1792’de Fransa’nın Avusturya’ya savaş ilan etmesi üzerine yazılmış olan marş “Marseillaise”, yani “Marsilyalı”, ismini savaşmak için Paris’e giden Marsilyalı gönüllülerin onu bir ağızdan söylemesinden almış. Bir kader birliği marşı. Ama o gün Meclis’in yarısı söylediği kalanı dinlediği için bölünmüşlüğü gösteriyor La Marseillaise. 

Marş yine de işini görüyor. Meclisi devreden çıkaran “49.3” birkaç dakikalığına da olsa gecikiyor. 

Başbakan Borne marşı dinlerken, milletvekillerinin elindeki bazı pankartlarda “Sokakta görüşürüz” yazdığını da okuyor.

Fransa, günlerdir sokakta zaten.

Fransa sokaklarında protestolar. 

2.

O sırada, Marsilya’da… 

Liman işçileri, ellerinde telefonları Paris’teki meclisten ne karar çıkacağını bekliyor. Günlerdir eylemdeler. Karar günü de sendika önderliğinde eylemlerine devam ediyorlar. Sendika görevlileri birbiri ardına gözaltına alınıyor ama eylem, Fransa’nın dört tarafında olduğu gibi Marsilya’da da kesintisiz devam ediyor. 

İşçiler, daha uzun süre ve daha zor koşullarda çalışmalarına yol açacak emeklilik yasa tasarısının Senato’dan sonra Ulusal Meclis’te oylanmasını bekliyor. 

Patronların ve Macron’unki gibi patronperver iktidarların elini rahatlatacak bu yasa tasarısı (artık yasalaştı), Fransa’daki emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkarıyor. Bununla kalmıyor, emeklilik için ödenmesi gereken primleri ve bunların ödenme sürelerini de yükseltiyor. 

Bunların hiçbiri elbette işçilere, emekçilere sorulmuyor. 

Fransa halkının üçte ikisi bu yasayı desteklemiyor; o yüzden günlerdir sokaktalar. Protesto ediyorlar, ses çıkarıyorlar, iş bırakıyorlar, “hayır” diyorlar. 

Meclisten ne çıkacağını yürekleri ellerinde bekleyen Marsilyalı liman işçilerinin yaptığı da bu… 

İşçiler meclisin, bu tasarının geçmesine izin vermeyeceğini umuyor. Zaten genel kanı da bu. Meclis aritmetiği, tasarının onaylanmasını mümkün kılmıyor. Macron’un Senato’da gücü var ama Ulusal Meclis o an itibariyle iktidarın aleyhine… 

Nitekim yasa önce Senato’dan geçiyor. Tam Meclis’e gelmek üzereyken… 

Macron iktidarı, Başbakan Elisabeth Borne eliyle, Fransız anayasasının 49’uncu maddesinin üçüncü fıkrasını devreye sokuyor ve meclisin iradesinin tecelli etmesine izin vermiyor. 

Milletin rızası? Sokaklar? Emekçiler? Hepsi havada kalıyor.

Karar, Marsilyalı işçiler arasında yayılıyor. Bir sendika görevlisi söyleniyor: “En başından beri böyle. Ne isterlerse onu yapıyorlar. Bir diktatörlükte yaşıyor gibiyiz.”

3.

Sonrası sokaklar… Fransa, Meclis’in devreden çıkarılmasının ardından yine sokaklara çıktı ve günlerce orada kaldı; bu iş daha da uzayacağa benziyor. 

Macron iktidarının Meclis’teki temsilcisi Borne hükümetinin bu yasa tasarısının ardından gelen güven oylamasında yıkılmaktan kılpayı (9 oyla) kurtulması da iktidara bir nefes payı bırakmayacak. 

Çünkü Fransa’da Macron iktidarı, tıpkı ilk döneminde olduğu gibi, halkına rağmen hükümet ediyor ve artık bu kabak tadı verdi.

Çok temel bir mesele: 

Macron’un emeklilik reformu en çok yoksulları vuracak. Neden? Çünkü yaşam beklentisinin en az olduğu sınıf yoksullar. İktidar, eğitim ve sağlığa zaten erişimi sınırlı olan yoksulların şimdi bir de yarınlar yokmuş gibi çalışmasını bekliyor. 

Yoksullar da sokaklara çıkıyor. Sonra da asayişi bozduklarına ilişkin haberlerin öznesi oluyorlar. 

Paris’te, Lyon’da, Marsilya’da… 

Ama onların ekmekleriyle oynayanlar asayişi bozmuş olmuyor. 

Ya da halkın iradesinin tecelli ettiği Meclis’i devre dışı bırakanlar ülkenin huzurunu kaçırmış olmuyor.

4.

Fransa’nın huzurunu kaçıran ve daha da kaçıracak olan, halkı bölen ve daha da bölecek olan, ülkeyi uçuruma ve aşırı uçlara sürükleyen ve daha da sürükleyecek olan iktidarın kendisi. 

İktidarın tarzı.

İktidarın, ne halk ne meclis, ne sendika ne emek tanıyan, oyların çoğunluğunu aldı mı kafasına göre takılmayı hak sayan tarzı… (Belki bir yerlerden tanıdık gelmiştir.)

Nedir bu tarz?

Emmanuel Macron, daha ilk seçildiği dönemde, 2017’de “Jüpiter başkanlık” denilen bir tarz-ı siyaseti yürürlüğe soktu.

Bu tarz, ülkeyi pek ortalara çıkmadan, Elysee Sarayı’ndan, kapalı kapılar ardından yönetmeyi anlatıyor. Saraydan çok fazla açıklama yapılmıyor. Yorum yapılmıyor. Biraz da gizemli şekilde ülkesini yöneten bir Başkan var. Kampanyacılarının ona verdiği adıyla Jüpiter Başkan. Neden Jüpiter? Çünkü o, Roma mitolojisinin en güçlü tanrısı. Göklerin tanrısı… Yunan mitolojisindeki Zeus.

Jüpiter sormuyor, karar alıyor. Etrafı güçlü isimlerle çevrili değil. Nispeten genç danışmanlar, nispeten düşük profilli yardımcılar… Jüpiter’e bunlar ulaşıyor. Jüpiter’e bunlar anlatıyor. Jüpiter de karar veriyor. Bürokratlar, bakanlar bu kararları uyguluyor; zaten görevleri de bu; uygulamakla sınırlılar. Uygulayıcıların itiraz etmelerine izin yok; itiraz için orada değiller. Jüpiter itirazı sevmiyor. (Tanıdık geldi, değil mi?)

Macron, ülkesini yıllardır böyle yönetiyor. 

Ama artık Jüpiter’in ülkesini yönetmeye hali yok. 

Fransız tarihçi John Garrigues, Le Monde’daki makalesinde, bu tarz-ı siyasetin sonuna gelindiğini anlatıyor. Artık ülkeyi kafasına göre yönetecek bir iktidara izin yok. 

Çünkü, halka hiçbir şey sormayan bu sistem sadece kriz üretiyor. Bunun da ötesinde, halkın demokrasiye, seçimlere ve kurumlara ilişkin inancını da köreltiyor. 

“Başkan kisvesindeki monarklığın zamanı sona erdi, vatandaşların süreçlere katılımı şart. Artık anayasal reformların ve dahası bugün hükümetlerin yüzünde patlayan sosyal talepleri dikkate alacak yeni siyasi pratiklerin zamanı.”

Sokaklar da durumu açık seçik gösteriyor zaten. Marsilya’daki işçilerin haykırışı, Meclis’te bir ağızdan okunan La Marseillaise gösteriyor.

Bunları okurken hiç yabancılık çekmemek ne garip. Yoksa değil mi? 

Neyse, tarihçi Garrigues haklı. Jüpiter’in zamanı geçti artık.


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.