YAZARLAR

İngiltere’de Southgate’in tutuculuğu yeniden hortladı

Gareth Southgate’in çoğu zaman daha maceracı olması gerekiyor olabilir. Ama temkinli davranan sadece o mu? FIFA’nın yasaklarını protesto etmek için Katar'dan binlerce mil uzaktaki Wembley'nin kemerlerini gökkuşağı rengine boyamayı akıl edenlerin bu eylemi, Southgate'in futbol anlayışından daha mı cesurdu ki?

Dört gün önce İran’a yarım düzine gol atan ve Dünya Kupası’nın favorilerinden biri olarak görülen bir takımdan, dört gün sonra ABD’ye karşı rakip kaleye zar zor isabetli şut atabilen ve maç sonunda taraftarlarınca yuhalanan bir takıma dönüş… Herhâlde bunu turnuvada sadece İngiltere başarabilirdi.

Gareth Southgate bir keresinde, “Her zaman bir ada olmamızın 1945’te bizi kurtardığını söylerim, ama bu durumun o zamandan beri bize bir yararı olduğundan emin değilim” demişti. Bu radikal duygu değişimlerinin nedenini belki de biraz bunda aramak lâzım.

İngiliz futbol yazarı David Winner ise birkaç yıl önce Hürriyet’ten Uğur Vardan’a verdiği bir röportajda Brexit’i post-emperyal dönemde yaşanan gerçekle yüzleşememenin siyasetteki yansıması olarak nitelemiş ve şöyle devam etmişti: “Futbolda da bir türlü gerçeklerle yüzleşemeyen bir ülke İngiltere. Bir dönem çok güçlü bir imparatorluktuk. Artık değiliz; ama hâlâ kendimizi aynı dev aynasında görüyoruz. Bu travmayla yüzleşemediğimiz sürece aynı şeyler yaşanıp duracak.”

Winner’ın bahsettiği İngilizlerin yüzleşemedikleri gerçeklerden biri; İngiltere’nin 1966 Dünya Kupası’ndan başka uluslararası bir başarısı bulunmayan bir ülke olduğu, hatta onu da bir hakem hatası sayesinde kazandığı… 

Bir diğer gerçek de Southgate yönetiminde 2018 Dünya Kupası’nda yarı final, Euro 2020’de final oynayarak tarihlerinin en başarılı ve istikrarlı dönemini yaşadıkları. Evet, belki bu süreçte hiçbir zaman harika bir futbol oynamadılar. Hatta çoğu zaman çok sıkıcı görünmeyi göze aldıkları için başarılı olabildikleri bile söylenebilir. Dün akşam da o sıkıcı maçlarından birini çıkardılar.

RİSK YOKSA POZİSYON DA YOK

Aslında İran karşısında Southgate’in en çok eleştirildiği şeylerin başında gelen toplu oyun konusunda bir gelişim var gibiydi. Ama bu elbette rakibin zayıflığı ya da  dağınıklığıyla da ilgili olabilirdi. Nitekim ABD maçı da böyle olabileceği yönündeki şüpheleri artırdı.

Maç boyunca kendilerini çok sıkı bir şekilde karşılayan ABD’ye karşı yapabileceği iki şey vardı İngiltere'nin; birincisi Jude Bellingham, Mason Mount ve Raheem Sterling'i hatlar arasında topla buluşturabilmek. Bunun için de stoperlerin risk alıp dikine paslar denemeleri gerekiyordu. Ama bu riski neredeyse hiç almadılar.

İkincisi ise Declan Rice'ı üçüncü bir savunmacı olarak, Mount'u da Bellingham'ın yanına ikinci pivot olarak desteğe çekmek, böylece Kieran Trippier ve Luke Shaw'u kanat-beklere dönüştürüp olabildiğince ileriye çıkmalarını sağlamak ve hücumda geniş bir beşli hat kurup ABD'nin dar dörtlü savunmasına karşı hem sayısal hem de geometrik bir üstünlük kurmak. Bunu da denemediler.

İran maçının tartışmasız yıldızı Bellingham, dün akşam tamamen pasifize edildi. Belli ki ABD teknik direktörü Gregg Berhalter, Bellingham’ı İngiltere’nin durdurulması gereken en önemli hücum silahı olarak görmüş ve o devre dışı bırakıldığı takdirde rakiplerinin kolay önlem alınabilen bir takıma dönüşeceğini düşünmüş. Doğru bir analiz.

Nitekim oyunda kaldığı yetmiş dakika boyunca Tyler Adams ve Yunas Musah ikilisinin sürekli hedefinde olan Bellingham’ın topla buluşması olabildiğince engellendi. Weston McKennie de maç boyunca bu ikiliyi çok iyi destekledi. Böylece Rice orta sahada yalnızlaştı ve çok geniş bir alanı tek başına savunmak zorunda kaldı. Hâliyle savunamadı. 

ABD’ye çok fazla gol pozisyonu vermediler belki, ama bunu harika bir takım savunmasına değil, müdafaanın göbeğindeki John Stones’un ve çoğu zaman haklı olarak eleştirilse de dün akşam çok iyi bir maç çıkaran Harry Maguire’ın performanslarına borçlulardı. Zira maç boyunca orta sahaları çok kolay geçildi ve ABD rakip yarı sahaya çok rahat yerleşti. Christian Pulisic ve McKennie’yle maçın en net iki fırsatını da buldular, ama değerlendiremediler.

Southgate’in son otuzda Bellingham’ın yerine Jordan Henderson’ı, Raheem Sterling’in yerine de Jack Grealish’i oyuna alması ise sahadaki durumu kendileri adına iyileştirmekten ziyade daha kötüleşmesini engellemeye yönelikti. Toplu oyunda çok etkisiz bir maç çıkaran Mason Mount’ın yerine Phil Foden’ın girmesi beklense de Southgate oralı olmadı. 

Belli ki dün akşamki amacı kaybetmemekti, tıpkı Euro 2020 grubunda İskoçya’ya karşı yine golsüz berabere kaldıkları maçta olduğu gibi. Ama herhâlde hesapta maç sonunda yuhalanmak yoktu. İngiltere büyük ihtimâlle grubun son maçında Galler’i yenip lider olarak bir üst tura çıkacaktır. Ama İran karşısında elde ettikleri tüm olumlu hisleri dün akşam kaybettikleri de açık.

BELKİ DE BU YÜZDEN YALNIZCA CESURLARIN İŞİDİR FUTBOL

Hâlbuki İngiltere’nin dünkü futbolu, turnuvanın genel karakteristiğine aykırı değildi. Örgütsüz hücumlara, az sayıda gol pozisyonuna ve seyir zevki düşük maçlara Dünya Kupası’nın grup aşamalarında sık sık rastlarız. Ama bu turnuvada şu ana kadar görmediğimiz kadar bir kontrolcülüğün olduğu da kesin. Şimdiye kadarki tüm maçların dörtte birinin golsüz bitmesi de bunun bir sonucu.

İngiltere özelinde ise elbette bundan daha fazlası beklenebilir. Southgate’in elinde hayli yetenekli bir kadro var ve daha maceracı bir teknik direktörle bu takım çok daha keyif verebilir. Risk alanla risk almayanın futbolu aynı olur mu hiç? 

Ama bir risk alınacaksa, risk alınması gerekiyorsa, bunu sadece teknik direktörlerden beklemek de doğru değil.

FIFA'nın "OneLove" pazubendini yasaklamasını protesto etmek için Katar'dan binlerce mil uzaktaki Wembley'nin kemerlerini gökkuşağı rengine boyamayı akıl eden İngiliz federasyon yöneticilerinin bu eylemi, Southgate'in futbol anlayışından daha mı cesur ki? Elbette hayır.

Bu yüzden, İngilizler takımlarının başında daha cesur bir teknik direktör görmek istiyorlarsa, belki de önce bunu hak etmeleri gerekiyordur.


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda yine futbol üzerine çocuklara yönelik kurgusal biyografi kitapları kaleme alıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.