YAZARLAR

Bozar mı sandın acılar?

Real’in dün gece yaptığı şey, futbolla doğrudan ilgisi olan bir şey değildi. Bu daha ziyade bir güç gösterisiydi. City’nin ezici makinesinin onlarla başa çıkamayacağını göstermekti niyetleri. Belki 120 dakikanın sonunda hayattan ve futboldan bıkmış hâldelerdi. Ama netice olarak haklı çıkmışlardı; City onlarla baş edememişti. Rüdiger’in son penaltı atışının ardından yaşadıkları gurur ise yalnızca kazanmış olmanın değil, direnmenin de gururuydu.

Manchester City-Real Madrid… Şampiyonlar Ligi’nin son iki şampiyonu arasında üst üste üç yıl oynanan ve her biri farklı, aşırı, üzücü, heyecan verici şekillerde geçen maçların ardından, bu eşleşmenin şimdiden efsanevi ve destansı bir karaktere sahip olduğu söylenebilir. Önceki sezon uzatmalarda inanılmaz bir geri dönüş, geçen sezon tarihi bir galibiyet ve nihayet dün geceki maç… Bu buluşmanın artık bir klasik olduğunu kim inkâr edebilir ki?

Real’in en büyük zaferleri, genellikle hücuma dayalıdır. Dün geceyse bunun tam zıttıydı. Aralıksız bir kuşatmaya karşı verilen olağanüstü bir direniş gösterisiydi. Elbette bu, Real'in kendisinden çok daha pahalı ve güçlü bir kadroya karşı mücadelesi değildi. İki takımın bütçeleri neredeyse birbirine denkti. Ama sahada asla böyle bir denklik yoktu. Biri diğerine çok baskındı.

Buna rağmen maç başında iki takım da ilk ateşi kimin açacağını görmek için birbirlerine şüpheyle baktılar ve ilk salvo Real’den geldi. Dani Carvajal’ın sol ayağıyla ileriye gelişigüzel bir şekilde yolladığı uzun topu Jude Bellingham olabilecek en yumuşak bir şekilde kontrol edip evcilleştirdi (bu neredeyse 1998 Dünya Kupası’ndaki Hollanda-Arjantin çeyrek finalinde Frank de Boer’un uzun pasını yumuşatıp önüne alan Dennis Bergkamp’ın kontrolü kadar büyüleyiciydi), sonra pasını Federico Valverde’ye verdi, Uruguaylı oyuncu savunma arkasına koşu yapan Vinicius Junior’u gördü, o da ters taraftan altıpasa sokulan hemşehrisi Rodrygo’yu… Brezilyalı forvetin ilk şutu Ederson tarafından püskürtülse de ikinci şutunda Bernabeu’daki ilk maçta yaptığı gibi yine fileleri buldu. Henüz 12. dakikaydı.

LUNİN’İN TOPRAKLARI

Real’in avantajı erken ele geçirmesi, City’i uyandırdı ve ev sahibi ekip savunmayı kendi kalesinin çok uzağında kurup topla ilerlemeye karar verdi. Bu uyanış, Real’i takım hâlinde kalecisi Andriy Lunin’in topraklarına yaklaştırmaya başladı. City, rakip ceza sahasını her geçen dakika daha fazla kolonileştirdi, ama bu kadar baskın bir futbolun neticesinde kuşkusuz daha tehditkâr olmayı beklerdi. Real’in sıkı savunması bu beklentileri suya düşürdü.

İkinci yarıda City baskıyı artırdıkça, Real de direnişini keskinleştirdi. City’nin esas hedefi, Ferland Mendy ile Nacho Fernandez’in arasına birini sızdırmak gibiydi. Çoğu zaman Kevin De Bruyne’yi, bazen de Bernardo Silva ya da Phil Foden’ı kaçırmayı denediler. Kuşatma boğucuydu. Real direniyordu, ama buradan bir çıkış yolu bulmak hiç kolay durmuyordu. 

Son yirmi dakikada Pep Guardiola, Carvajal ile başa çıkamayan Jack Grealish’in yerine Jeremy Doku’yu sahaya gönderdi. Yorgun rakibine karşı volkanik bir enerjiyle topla buluşan Belçikalı, 76’da Valverde’yi karşısına alıp topla son çizgiye indi, içeri çevirdiği topu Antonio Rüdiger kötü bir şekilde uzaklaştırdı, ardından topu önünde bulan De Bruyne fileleri havalandırdı. Sonunda Real’in büyük bir dirayetle ördüğü kale duvarında bir gedik açılmıştı.

90 dakikanın sonlarıysa Real adına sonsuza kadar sürecekmiş gibi göründü. Yalnızca Lunin’in uzun kale vuruşlarında nefes alabildiler, ancak topun havada uçtuğu anlar göz açıp kapayıncaya kadar sürdü. Bu bir futbol maçından ziyade, tek kalede oynanan bir hentbol maçı gibiydi. Yine de uzatmalara ayakta ulaşmayı başarabildiler. Ama bu sürekli kuşatmada sonsuza kadar sürecek bir otuz dakika daha anlamına geliyordu.

YAŞASIN DİRENİŞ!

Uzatmalarda iki takım da yorgunluktan dağılmış gibi görünüyordu. City rakibini açmaya çalışmaktan, Real de topun peşinde koşmaktan tükenmişti. Bacakları ve ciğerleri olmadan çimlerin arasında dolaşıyorlardı. Haaland, Vinicius, Carvajal ve De Bruyne seri penaltı atışlarında ayakta kalacak gücü kendilerinde bulamadılar ve peş peşe sahayı terk ettiler.

Real’in dün gece yaptığı şey, futbolla doğrudan ilgisi olan bir şey değildi. Bu daha ziyade bir güç gösterisiydi. City’nin ezici makinesinin onlarla başa çıkamayacağını göstermekti niyetleri. Belki 120 dakikanın sonunda hayattan ve futboldan bıkmış hâldelerdi. Ama netice olarak haklı çıkmışlardı; City onlarla baş edememişti. Rüdiger’in son penaltı atışının ardından yaşadıkları gurur ise yalnızca kazanmış olmanın değil, direnmenin de gururuydu.

Carlo Ancelotti’nin deyimiyle, Real Madrid yine ölmemişti.


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda yine futbol üzerine çocuklara yönelik kurgusal biyografi kitapları kaleme alıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.