Hizbullah: Türkiye’nin İsrail ile ilişkisine doğrudan tepki göstermiyoruz

Dr. Abdül Halim Fadlallah, Lübnan ile İsrail arasındaki gerilimi değerlendirdi. Türkiye-İsrail diyaloğuna ilişkin, "Hizbullah’ın Türkiye’ye dair olumsuz bir konumu yok" dedi.

Google Haberlere Abone ol

BEYRUT - Lübnan’ın son seçimlere göre en çok oy alan partisi Hizbullah, bu sene 40'ıncı yıldönümünü çeşitli etkinliklerle kutluyor. Ülkede aynı zamanda önemli bir askeri güç olan Hizbullah, bu süre zarfında kritik dönemleri geride bıraktı. Örgüt, özellikle İsrail işgaline karşı direnişte oynadığı rol ile Lübnan siyasetinin en önemli aktörlerinden biri haline geldi.

Bugünlerde Lübnan’ın hem deniz, hem de kara sınırında İsrail ile ciddi bir gerilim yaşanıyor. Sözlü gerilim bazen Hizbullah’ın güçlü olduğu Güney bölgesinde askeri hareketliliğe de neden oluyor. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, "Savaşa hazır olun" çağrısı yaptı. Ancak Lübnan’ın son iki yıldır yaşadığı diğer kriz ülke sınırları içerisinde devam ediyor. Lübnan lirasının değer kaybı durdurulamıyor. Merkez Bankası iflas etmiş durumda. Ülke gün geçtikçe yoksullaşıyor.

Tüm bu konuları Hizbullah’ın politika enstitüsü Araştırmalar ve Belgelendirme için Danışmanlık Merkezi Başkanı Dr. Abdül Halim Fadlallah ile konuştuk. Son dönemde Türkiye ile İsrail arasında 'ısınan' ilişkilere dair Hizbullah’ın bakış açısını da sorduk.

‘GERÇEK ÇATIŞMA İÇ SAVAŞ DEĞİL, ARAP-İSRAİL ÇATIŞMASIYDI’

Bugünlerde çeşitli etkinliklere Hizbullah’ın 40'ıncı yıldönümü kutlanıyor. Geriye dönüp baktığınızda hareketin bu 40 yıllık süre zarfında geçtiği dönemleri nasıl birbirinden ayırıyorsunuz? Kuruluştan yola çıkarak bu dönemleri ve partinin içerisinden geçtiği değişimleri, dönüşümleri nasıl tanımlayabilirsiniz?

Hizbullah’ın kuruluşu 1982’deki İsrail işgalinden sonra gerçekleşti ancak sadece işgale karşı bir tepki anlamına gelmiyordu. Çünkü Hizbullah’ın Lübnan’da, toplumsal çevrede kökleri vardı. Çünkü o günlerde Lübnan’daki insanların gerçek anlamda bir değişim talebi söz konusuydu. Özellikle de Lübnan’ın bölge içerisindeki konumuna dair. Bahsettiğimiz zaman diliminde tehditler büyük ölçüde İsrail’den geliyordu ve bölgedeki ülkelerin etkisiyle iç savaş kısır bir çatışma yaratıyordu. İşte bu nedenle halkta da Lübnan’ın konumuna dair radikal bir değişim talebi doğdu.

Gerçek çatışma Arap-İsrail çatışmalarından ibaretti. Dönemin siyasilerinin aldığı bu pozisyon sadece ideolojik bakış açısıyla ilgili değildi, aynı zamanda gerçekçiydi. “Lübnan bu çatışmada nötr kalabilir” diyorlardı. Ancak Lübnan bu yöndeki politikaların bedelini en ağır şekilde ödedi. Hizbullah sayesinde Lübnan halkının gerçek ihtiyaçlarına kavuşması mümkün oldu.

İlk aşamada Hizbullah’ın kuruluş nedeni ve temel amacı İsrail işgaline karşı direnmekti, özellikle de 1982 İsrail işgaline. 1985’teki resmi kuruluş ilanından önce Hizbullah, İsrail’e karşı yüzlerce askeri operasyon düzenledi. Şehit olma operasyonları, Sur (Tyre) kentindeki İsrail işgal birliklerine büyük saldırılar ve diğer operasyonlar… Ki bu 1985’te İsrail’in Lübnan’dan ilk kez çekilmesindeki öncelikli neden oldu. O dönemde İsrail hâlâ Güvenlik Kemeri sınırındaydı, bu sınır Lübnan’ın yüzde 10’una tekabül ediyordu. Dediğim gibi bu dönemde Hizbullah’ın temel amacı direnişti -ki bugün hâlâ Hizbullah için İsrail’e karşı direniş önceliktir. Bununla birlikte Lübnan ile İsrail arasındaki güç dengesini korumak ve kurulacak güç dengesiyle İsrail’den gelecek herhangi bir saldırıyı önleyebilme imkanına sahip olmak da Hizbullah’ın temel amaçlarına dahil.

‘ÜRETKEN OLMAYAN SINIFLARIN ÇIKARLARI ÖN PLANA KONULDU’

Peki 1985’ten sonraki aşama hakkında neler söyleyebiliriz?

Bahsettiğiniz tarihten sonra Hizbullah açık mektup ile kendi kuruluşunu resmen ilan etti ve direnişin yanı sıra siyasi amaçlarını duyurdu. Hizbullah, 1985’ten sonra İsrail ve İsrail yanlısı grupların konumlarına karşı büyük bir saldırıya geçti ve İsrail işgalinin karşısına çıkabilmek için stratejilerinde ve taktiklerinde derin bir değişim hamlesine gitti. Lübnan İç Savaşı’nın durduğu 1991’e kadar da hareket gücünü korudu. Bu tarihten önce Hizbullah ülkedeki iç savaşın bir parçası değildi. Savaşın bittiği tarihten önce de herhangi bir iç kuvvet saldırdığı zaman Hizbullah kendini ve direnişin varlığını korumak için yer aldı. Ancak yine de tam anlamıyla savaşın bir parçası değildi. Savaşın 'kısır' olduğu kanısına sahipti çünkü bu savaş dünyadaki büyük güçlerin bölgedeki ‘Kırmızı Hattı’ tarafından kontrol ediliyordu.

Savaşı sona erdiren Taif Anlaşması ile birlikte Hizbullah parlamentonun bir parçası haline geldi. Ve bu katılımla birlikte ülkedeki en büyük partilerden biri oldu. Bu katılımdaki amaç, direniş seçeneğini ve Lübnan halkını, özellikle de Lübnan’ın en yoksul yerlerinde yaşayanları korumaktı. Ülkedeki bölgeler arasında yeniden denge yaratmak için. Lübnan’daki bölgeler ve sınıflar arasındaki boşluklara köprü olup eşitsiz ekonomik aktivitelere katılımı sağlayabilmek için. Özetle 1990’larda Hizbullah’ın temel amacı tükenmiş ve ötekileştirilmiş durumdaki kitlelere hizmet edebilmekti. Bu kötü politikalar Lübnan’da eşitsizliğe yol açıyordu. Dolayısıyla Hizbullah, özellikle neoliberal politikalara karşı muhalif bir tavır aldı, hâlâ da öyle. Özellikle Taif Anlaşması'yla birlikte gelen Troyka, Hariri’nin ekonomik planını yarattı ki bu neoliberal proje Lübnan’ı daha eşitsiz bir hale getirdi ve insanlar arasındaki uçurumu büyüttü. Bu durum elbette toplumsal gerilimi artırdı. Üretim sürecinin tarafları arasındaki gerilim artarken, emek ötekileştirildi. Sadece Lübnan’daki üst sınıfların çıkarları gözetilmedi, aynı zamanda faiz ödemesi, emlak kirası ve tekelci faaliyetler ile yaşayan, üretken olmayan sınıfların çıkarları ön plana kondu.

Hizbullah bu tarz politikaların karşısında yer aldı ve parlamentoda da sadece muhalefet konumunu korudu. Ta ki 2005’teki Reis Şehit Refik Hariri’nin suikastına kadar. Hizbullah bu tarihten sonra ulusal güvenliği, ulusal yönetimi, direniş tercihini ve tüm gruplar arasındaki dengeyi koruma amacı ile hükümete dahil olma kararı aldı. Buna ek olarak sosyal ve ekonomik politikaları değiştirmeyi denemeyi amaçladı. Ancak toplumsal ve ekonomik politikalarda reformun önündeki engeller, işgale karşı durmaktan çok daha zor oldu. İşgale meydan okumak, mesela yolsuzluğa meydan okumaktan daha kolaydı.

Ekonomi konusuna tekrar geleceğiz ancak hazır hareketin tarihinden bahsediyorken, kuruluşunuzdan beri sürekli gündemde olan önemli bir konunun, İran konusunun üzerinde durmak istiyorum. Öncelikle kuruluşunuzun kökleri İran İslam Devrimi’nden de önceye dayanıyor. Bunun bir anlamı var mı?

Evet, bu doğru. Ancak gerçek anlamda ilham verici olan ve kuruluşu yaşatan İran’daki devrim oldu. İran İslam Devrimi ideolojik, stratejik, siyasi anlamda kurtuluş çağrısıydı. Amerikan hegemonyasına karşı gerçek ve derinlikli politikalar yarattı. Emperyalist politikalar ve emperyalist hegemonya ile ilişkili ahlaki konularda bir karşılamaydı. İran devrimiyle ilişki, basit ve normal bir siyasi konu değildir. Bu devrimin dünya tarihindeki temel önemi değişimi, bir taraftan diğerine geçebilmeyi ve bölgedeki en büyük güce meydana okuyabilmeyi amaçlamasıdır.

Fakat tüm bu ilham bir tarafa, siz en nihayetinde dünyanın başka bir parçasında yer alıyorsunuz. Siyasi ve toplumsal anlamda daha farklı bir yapıyla karşılaştığınız için belki İran’dan daha farklı avantajlara ya da daha farklı engellere sahipsiniz. Bu nedenle Hizbullah olarak İran’dan daha farklı yaklaşımlara, bakış açılarına sahip olduğunuz oluyor mu? Çünkü siyasi arenadaki rakipleriniz durmadan sizin İran ile bağlarınızı dile getirerek bu ilişkiyi eleştiriyor.

Bu grupların İran ile yaptıkları ayrım ve farklılaştırma, ulusal çıkarlara veya Lübnan çıkarlarına dayanmıyor. İran’ın rolü ve dünyadaki konumuna dair tartışma, Lübnan’daki bazı kişilerin ve grupların, dünyadaki ve bölgedeki diğer kişiler ve ülkelerle olan ilişkilerine dayanıyor. İran’ın rolü ve konumuna dair yürütülen tartışma buradaki güçlerle alakalı değil, İran’ın bağımsızlığına meydan okuyan bölgesel ve uluslararası gündemle ilgili. İran ile problem, bazı kişilerin ‘Lübnan ve Lübnanlıların çıkarıyla uyuşmadığını’ düşünmesi değil. Çünkü onların stratejik görüşleri İran tercihine karşı duruyor. Bu aynı zamanda bu dünya düzenine, bölgedeki Amerikan varlığı ve Amerikan stratejilerine, İsrail’e, işgale ve İsrail’in bölgedeki rolüne karşı İran’ın radikal yaklaşımına muhalefet demek… İran hakkında tek bir ulusal muhalefet nedeni yok.

Hizbullah, İran ile birlikte çünkü İran direnişi destekledi ve hâlâ destekliyor, çünkü Filistin meselesinde açık duruşları var. Bu çok kritik bir nokta: İran, bölgedeki ülkelerin birliğinden yana. Suriye’nin bölünmesine karşıydı ve hâlâ da karşı. Irak’ın bölünmesine karşı. Lübnan’daki siyasi sorun ve tartışma hakkında İran hâlâ dengeli bir konuma sahip. İran’ın Lübnan’daki iç işleyişe ve iç sorunlara müdahalede bulunduğuna dair tek bir işaret yok. Hükümet kurulmasında, seçimlerde, seçimlerin öncesinde ve sonrasında, Hizbullah ile diğer gruplar arasında yaşanan sorunlarda İran’ın rolüne dair tek bir işaret yok. İran’ın Lübnan hakkında tek ve net konumu direnişi destekliyor olmasıydı ve direniş Lübnanlı bir seçenekti, Lübnanlı bir hareket gücüydü, Lübnanlı bir ufuktu. İran’ın projesi falan değildi. Çünkü direniş Irak-İran savaşından, Soğuk Savaş’ın sonundan ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünden önceydi.

Tüm bunlardan önce ya da sonra Filistin meselesinde ve bölgedeki direnişte İran’ın konumunda hiçbir değişiklik olmadı. Bölgedeki zincirleri koparttı. Arap -sözüm ona- ‘Baharı’ndan önce ya da sonra, Irak’ın işgalinden önce ya da sonra, İsrail’in mağlubiyeti ve Lübnan’dan çekilişinden önce ya da sonra… Hâlâ aynı konumu koruyor. Bu konum da bölgedeki yerel direniş gruplarıyla ilintiden ibaret.

HİZBULLAH NASIL BİR EKONOMİ İSTİYOR?

Tekrar başta konuştuğumuz ekonomi meselesine geri dönelim. 1990’larda Hizbullah’ın ‘neoliberal politikalara karşı olduğunu ve yoksulların çıkarlarını korumaya çalıştığını’ ve ‘sınıflar arasındaki uçuruma köprü olma görevini’ söylediniz. Daha somut konuşmak gerekirse bu dengeyi sağlamak sizin toplumsal ajandanızda nasıl mümkün olabilir? Farz-ı muhal ülkeyi şekillendirmek tamamen sizin elinizde, sizden başka da başka bir güç yok. Bunu nasıl gerçekleştirebilirdiniz?

Dediğimiz gibi Taif Anlaşması’ndan sonra Hizbullah neoliberal gündeme karşıydı. Örneğin, kiralama projesine karşıydı ki hâlâ güncelliğini koruyor. İç savaşta yıkılan Beyrut’taki ‘Downtown’ bölgesi, neoliberal bakış açısıyla yeniden yapılan bir emlak projesiydi. 'Downtown' sadece özel sektöre değil, hepsi dışarıdan gelen en büyük yatırımcılara verildi. Lübnan’daki ve Doğu Akdeniz kıyılarındaki en önemli yerlere el koydular. Hizbullah, (özel şirket) Solidere için bu deneyimin alınıp bu kıyılarda uygulanmasına karşıydı. Bu projenin tekrarlanmasına karşı kesin tavır alındı. Üstelik bu projenin yaratılmasını öneldi ve projeyi özel sektörün elinden alıp, dönemin Lübnan hükümetinin eline taşıyarak dönüştürdü. Bu, Hizbullah’ın konumu ve baskısı sonucu gerçekleşti. Özel proje böylece kamusal bir projeye dönüştü. Ancak maalesef, kamusal bir proje olduğu için yerleşmesi ve bitirilmesi mümkün olmadı.

Hizbullah kamu borçları politikalarını reddetti. Çünkü bu borçlarla Lübnan ekonomisi üzerinde baskı kuruldu, daha büyük baskı Lübnanlılar üzerine yıkıldı ve bu kamu borcu zamanla öyle büyüdü ki, GSYİH’nin iki katına ulaştı. Bu, ülkenin içerisinde bulunduğu durum açısından bir felakettir. Hizbullah bu politikaları tamamen reddetmektedir. Özellikle de yabancı para birimleriyle alınmış olan borçları reddetmektedir. 1998’de, Lübnan hükümeti kamu borcunu liraya değil de yabancı para birimlerine dönüştürünce, bu durum Hizbullah tarafından tamamen reddedildi. Ancak o dönemde Hizbullah parlamentoda bir azınlıktı, sanırım koltukların yüzde 10’una sahipti.

Hizbullah, eşit bir vergilendirme sistemi talep etti. Çünkü Lübnan’daki vergilendirme sistemi oldukça eşitsizdi ve adil bir çağrıda bulundu. Böylece insanlar, gruplar ve bölgeler arasında gelirin ve zenginliğin yeniden dağılımı amaçlanıyordu. Maalesef hükümetler tüm bu politikalarda ısrar ettiler, bu da Lübnan’ı eşit dünya sıralamasında en aşağılara yönlendirdi. Sanırım Lübnan dünyanın 4’üncü ya da 5’inci en eşitsiz ülkesi. Kamu borcu büyüdükçe büyüdü ve Lübnan, GSYİH’e oranla kamu borcunun en yüksek seviyede olduğu dünyadaki 3'üncü ülke haline geldi.

Hizbullah, banka sisteminin de rolünü reddetti. Hizbullah’ın amacı, bankacılık sistemini değiştirmek ve bu anlamda üretici sektörü destekleyen koruyucu bir role sahip olmaktır. Gerçek insanlar için yasaları yaratmaktır. Lübnanlıların ve Lübnan’daki sektörlerin (özellikle tarım ve endüstri) gerçek ihtiyaçlarını karşılamaktır.

Hizbullah’ın konumu bundan ibarettir. Hizbullah, Lübnan’daki en büyük ticari bankaların çıkarlarını koruyan ve Lübnanlıların çıkarlarını bir kenara atan Merkez Bankası’nın rolünü reddetmektedir. Merkez Bankası’nın bu para politikası, bir kişiyi binlerce kişinin önüne koyup geri kalanı görmezden gelmeye sebep oldu.

‘DIŞ POLİTİKA SADECE BATILI ÜLKERDEN İBARET SANILIYOR’

Lübnan’da mezhepçi sistemin rolü, iç savaştan bu yana kritik bir mesele olarak her daim tartışılıyor. Son dönemde ülkenin içerisinden geçtiği krizde de ülkenin mezheplere göre dağıtılan yapısı kimi taraflarca eleştiriliyor. Sizin Lübnan’ı bölen mezhepçi yapıya dair düşünceleriniz nelerdir? Sizce mezhepçi yapı, devlet organlarını felce uğratıyor mu? Çünkü ekonomik kriz ile birlikte Lübnan’ın ciddi anlamda felce uğramış bir devlet sorunu da var.

Hizbullah, özellikle Taif Anlaşması’yla birlikte mezhepçi sistemin, Lübnan’daki gelişmeye, değişime ve reform isteğine engel olduğu görüşünde. Çünkü aynı zamanda Lübnan’daki sorunun kötü bir tanımıdır bu… Lübnan’daki sorunun temeli mezhepler ya da dinler değil. Sorun, kamu politikaları, dış politika, askeri politika ve sosyo-ekonomik politika; dini politikalar değil. Soru şu, bu engelden nasıl kaçınılabilir, nasıl başa çıkılabilir? Yukarıdan aşağıya mı? Yoksa aşağıdan yukarıya mı?

Hizbullah, önce direkt siyasi sistemi değiştirmek yerine, siyasi sistemi yaratan çevreyi değiştirmeyi öne koyuyor. Eğer biz siyasi sitemi geliştirebilirsek, bu zamanla bir aygıt olabilir. Bu sorunla başa edip ötesine geçmenin yolu politikaları değiştirmektir. Dış politikaları… Çünkü Lübnan’ın yeni bir dış politikaya ihtiyacı var. Çünkü bazıları dış ilişkileri sadece Lübnan’ın Batılı ülkelerle kurduğu ilişkilerden ibaret zannediyorlar. Bizim bu yelpazeyi genişletmemiz gerekiyor. ABD ve Avrupa ile birlikte olmak ama aynı zamanda Çin, Rusya ve Afrika ile de birlikte olmak gerekiyor. Lübnan’ın çıkarı neredeyse artık…

Diğer nokta ise bazı gruplar ve liderlikler aracılığıyla mezhepçi sisteme yapılan yatırımın önüne geçebilmek. Bazı liderlikler bu mezhepçi sistemden fayda sağlıyor.

Bu isimlere örnek verebilir misiniz?

Kimsenin ismini veremem. Ama Lübnan’daki bazı gruplar kendi politikalarına ve siyasi çıkarlarına varmak için bu mezhepçi ruha ve duygulara yatırım yapıyor. Bu yatırım Lübnanlılar arasındaki farklılıkları ve uçurumu büyütüyor. Çünkü istikrarlı zamanlarda Lübnanlılar yakınlaştıkça yakınlaşıyor. 1990’larda güvenlikten ve siyasetten gelen tehditler bugünkü kadar büyük olmadığı için sorun sosyo-ekonomik politikalardı, Hıristiyan-Müslüman, Şii-Sünni sorunu değildi. Bu yabancı gündemle ilişkili çünkü hatırlamalıyız ki bölgedeki bazı ülkeler, bazı güçler bu konuya yatırım yapıyor. Lübnan’ın içerisindeki bazı gruplar bu mezhepçi düşünceden çıkar sağlıyor.

Buna ek olarak mezhepçi düşünce ve mezhepçi bölünme, ekonomik sorunla birlikte geliyor. Çünkü Lübnan’ın içerisindeki ve dışarısındaki bazı gruplar yoksulluktan da çıkar sağlıyor, yoksulluğun artmasını istiyor. Bu şu an oldukça açık. Lübnan’ın kuzeyini gidip görebilirsiniz. Demografik olarak çoğunluğu Sünni ve Hıristiyan olan bir bölge. Oradaki insanların yoksulluğundan çıkar sağlayan bazı liderlikler ve bazı gruplar, insanları Hizbullah’a karşı yöneltiyorlar ve Hizbullah’a karşı bir kale yaratmaya çalışıyorlar. Ama -oradaki arkadaşlarımızla da bizzat görüştüm- şimdi durum değişiyor. Problemlerinin direnişle, Hizbullah’la alakalı olmadığını fark ettiler. Sorun bu liderlikler ve onların partileri tarafından yürütülen neoliberal politikalardı. Hiçbirinin adil, çıkarlarından yana bir politika sunduğu yok. Şimdilerde Kuzey’deki mezhepsel sorun azaldıkça azaldı. Çünkü geçmişteki bazı gruplar bu ruhtan fayda sağladı, şimdi gerçeği fark ettiler.

‘SEÇİMLER RADİKAL BİR DEĞİŞİM YARATMADI’

Son seçimlerde belki sizin parti olarak oylarınızda kritik bir değişim yaşanmadı. Ancak sizin ittifakınızda yer alan bazı partiler ciddi kayıplar verdi ve parlamentoda yeni dengelerden söz ediliyor. Siz bu sonuçları nasıl değerlendiriyorsunuz, önünüzdeki yolu nasıl görüyorsunuz?

Son seçimler Lübnan’daki konuyu değiştirmek için iyi bir zamanlama oldu. Bazı gruplar seçimleri ertelemek için talepte bulundu, Hizbullah bunu reddetti. Çünkü değişim ve siyasi gelecek için Lübnanlılara olumlu işaretler vermek gerekiyordu. Sonuçlar iyi çünkü Lübnan halkının gerçekliğine ayna tuttu. Geleneksel gruplarda ve partilerde çok büyük, radikal bir değişim olmadı. Yine de parlamentoda genişlik ve varlık anlamında küçük bir değişiklik oldu. Gelecek Hareketi olayını bir tarafa bırakın çünkü biliyorsunuz (Saad) Hariri bu seçimlere katılmadı ve Sünni toplumundaki temsiliyet bölünmüş oldu. Ancak bu şimdi ana sorun değil.

Yeni parlamento değişim, reform ve kötü ekonomik durumun içerisinden çıkabilmek için Lübnanlılara yeni bir şans verdi. Bu seçim sonuçlarına göre Hizbullah neredeyse yüzde 20’lik bir oyla en popüler güç durumunda. Bu oy oranı ikinci partinin iki katına eşit. Hizbullah varlığını güçlendirmiş oldu, sanırım diğer seçime kıyasla yüzde 1 oy kazandı. Bazı partiler ileriye doğru atılım yaptı, diğerleri geri adım attı…

Aslında evet, adına ‘Değişim Milletvekilleri’ denen yeni bir milletvekili bloğumuz oluştu. Biz deneyimlerini ve konumlarını görmek üzere bekliyoruz. Henüz onları olumlu ya da olumsuz olarak yargılayamayız. İç politikalardaki önerilerini ve dış politikalar hakkındaki bakış açılarını öğrenmek için beklememiz gerekiyor.

‘HAKKIMIZ İHLAL EDİLİRSE SAVAŞIRIZ’

Doğrusu tüm röportajımızda dönüp dolaşıp dış politikadan bahsettik ancak son olarak belki biraz daha açmak gerekebilir. Sizin de vurguladığınız üzere Hizbullah için oldukça önemli bir gündem bu. Bugün dünya gündemine baktığımız zaman oldukça gergin bir atmosfere rastlıyoruz, son bir yılda büyük değişimlere tanıklık ettik. Özellikle de Ukrayna’daki savaş ve son olarak Çin-Tayvan gündemi… Dünyanın bu köşesini düşündüğümüzde ise İsrail’in hareketlendiğine tanıklık ediyoruz. Aslında Orta Doğu’daki pek çok gelişme, gerilim seviyesinin yükseldiğine işaret ediyor. Lübnan da buna dahil. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah son konuşmalarından birinde "Savaşa hazır olun" mesajı verdi. Kimileri bunun, ‘yeni bir yorum olmadığını’ dile getirdi. Ancak dünyadaki ve bölgedeki tüm bu gelişmeleri hesaba katınca bu sözler ne anlama geliyor? Siz kısa vadede İsrail ile ya da farklı şekilde bir savaşın yaşanabileceğini düşünüyor musunuz?

Hizbullah, Lübnan’ın uluslararası gündemine ve uluslararası ilişkilerine dair prensiplere sahip. Birincisi Filistin gündemin merkeziliği. Hizbullah, İsrail işgaliyle yüzleşen Filistin direnişini destekliyor ve politikalarını bu temel üzerine kuruyor. İkincisi ise Hizbullah, -özellikle bu bölgedeki- herhangi bir Amerikan ve Batı müdahalesine karşı duruyor. Hizbullah her seviyede Lübnan’ın gerçek bağımsızlığı için çağrıda bulunuyor: Siyasi, ekonomik, sosyal… her seviyede. Hizbullah, Lübnan politikalarıyla bölgedeki diğer gelişmeler arasında bağ kurmayı reddediyor. Örneğin Hizbullah, Ukrayna-Rusya savaşıyla Lübnan’daki güncel durum arasında bağ kurmaya karşı çıkıyor. Ve her türlü Lübnan’ın sorunlarıyla [İran’ın] nükleer yol[u] arasındaki bağları da reddediyor. Bunları da bir kenara koyuyoruz çünkü bu İran’ın kendi politikasıdır. Hizbullah, Lübnan’ın tüm ülkelerle ilişkilerini çeşitlendirmesinden yana tavrını koruyor. İsrail hariç elbette.

Şimdi direnişin politikası, herhangi bir İsrail tehdidi durumunda Lübnan’ı savunma konusunda çok net. Doğrudan ya da dolaylı tehditler… Şimdi biz düşmanın, bizim denizdeki varlığımıza, bizim denizdeki hakkımıza karşı konumunu bekliyoruz. Eğer İsrail hakkımızı ihlal ederse, direniş de karşı koymalıdır. Lübnan’ın petrol ve gaz varlığı ile Lübnan haklarını savunmalıdır.

İsrail hariç demişken, bu bağlamda Türkiye’nin konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Son dönemde Türkiye, İsrail ile bağlarını pekiştiren önemli adımlar attı. Birleşik Arap Emirlikleri de aynı şekilde. Son dönemde bu üçlünün bir şekilde ortak bir konum sergilemesi gündem oldu. Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hizbullah’ın Türkiye’ye dair olumsuz bir konumu yok. Ama böylesi durumların önüne geçmek adına önlemlerimiz var. Bazı ülkelerin konumları bizim haklarımıza karşı mıdır, değil midir? Bizim haklarımızı ihlal ediyor, mu etmiyor mu? Biz biliyoruz, bazı Arap, İslami ya da bölgedeki diğer ülkeler İsrail ile siyasi, ekonomik ve stratejik seviyelerde derin ilişkiler kurdular. Hizbullah doğrudan tepki göstermeyi reddediyor -bizim haklarımıza dokunmadığı müddetçe. Diğer ülkelerin özellikle düşmanla, İsrail ile kurdukları ilişkileri, Lübnan ve direniş çıkarları bakış açısıyla görüyoruz.