YAZARLAR

Hayatın yakıtı ve zehri: Belirsizlik

Belirsizlik hayatın hem yakıtıdır, hem de zehri. Değil on yıl sonra nerede olacağını, önümüzdeki ay kirayı bile ödeyip ödeyemeyeceğini bilemeyen insanlar içinse hiçbir tatlı yanı yoktur. Temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiş insanlar, merak, emek gerektiren sevgi, sürdürülebilir ilgi türünden görünüşte “ikincil” ama insanı insan yapan temel duygulardan da uzaklaşıyor. Yaşama hevesinin sönmesi, umutsuz ve öfkeli kalabalıkları büyütüyor.

Kalkıştan 20-25 dakika sonra pilot anons geçiyor: “Operasyonel nedenlerle Sabiha Gökçen’e geri dönüyoruz.” İnince yolculara daha ayrıntılı bilgi verilecek. Bayramın ilk günü, itiş kakış kalabalıkla cebelleştikten, uzun kuyruklardan sonra nihayet yolculuk aşamasına ulaşılmış. Hepi topu bir saatlik yol neredeyse yarılanmış. Böyle bir şey daha önce hiç başıma gelmemişti, görünüşe göre sağımda ve solumda oturan diğer iki yolcunun da başına gelmemiş. Havada dönüp durduğumuz olmuş ama kalkış noktasına kös kös geri dönmemişiz. “Operasyonel nedenler” de asap bozucu bir belirsizlik içeriyor üstelik. Hava koşullarından uçakta meydana gelmiş teknik bir soruna, uçak kaçırmaya kadar, hayal gücünüz ne verdiyse artık, her şey kastediliyor olabilir. Anlaşılan bu üçlü koltukta bir uçuş fobisi mevcut değil. O nedenle diğer yolcularla önce meselenin esprisini yapıyoruz. Espriler yerini yavaş yavaş oflama puflamalara, hosteslerin yüzünü okuma çabalarına bırakıyor. Çünkü belirsizlik hayatın ve dramanın hem yakıtı hem de zehridir. Hayatın bağlı olduğu herhangi bir konuda gereğinden uzun süren belirsizlik, berbat bir şeydir.

Kurmacayla yakından ilgilenenler bilir: Bütün kurmaca eserler bir yanıyla okura/izleyiciye karakterlere ve olaylara dair bilgilerin verilmesi süreci üzerine kuruludur. Denge-dengenin bozulması- dengenin yeniden kurulması biçiminde bir temel matematiğe sahip popüler anlatılar açısından hayati önemdedir bu süreç ama diğer kurmaca eserler için de asla önemsiz değildir. Oedipus’tan Suç ve Ceza’ya, mitolojiden günümüzün serinkanlı bir belgeseline, bütün anlatılar belli ölçülerde karanlıktan (gizem) tanıma, tanımlama, çözüm ve aydınlanmaya uzanan bir süreç izler. Hepsi bir ölçüde “polisiye” yan taşır.

Seyirciyi afallatan ters köşeler üzerine kurulu anlatılarda temel bazı bilgilerin ne zaman ve ne şekilde verileceği izlenirliğin temel ölçütlerinden biri. Etrafında çok gürültü koparılan “spoiler” meselesi bundan kaynaklanıyor tamamen, ne olacağını bilince tadı kalmıyor. Gerçi bana göre iyi polisiyeler dâhil hiçbir iyi eser sermayeyi tamamen bu meraka bağlamaz. Üçüncü izleyişinizde, okuyuşunuzda hala yeni keşifler barındıran filmlerin, romanların yeri çok ayrıdır. Gerçek olaylara dayalı eserlerde zaten sonu hepimiz bilir, yine de izleriz. Bir ara Titanic’i çekmeye niyetlendiğinde Hitchcock’a yöneltilen, “e bu hikâyeyi insanlar niye izlesin ki, herkes sonunda geminin battığını biliyor? ” yollu soruya verdiği cevap çok anlamlı bu bakımdan: “Evet ama benim gemiyi ne zaman batıracağımı yine de bilemeyecekler.”

Gizem ve gerilimin ustası Hitchcock'un Truffaut ile ünlü söyleşisinden

Kurmacayı diri tutan bu gizem ve belirsizlik öğesi, merak unsuru, hayatın her alanını kaplayınca tadı kaçıyor. Gerekli asgari bilgiden yoksun bırakılmak, insanları ya sürekli birilerinin yerine düşünmeye ya da cepte A, B, C, D planlarıyla gezmeye itiyor. Mesela büyük bir adanmışlıkla çalıştığınız bir işin gidişatıyla ilgili yeterince bilgilendirilmiyorsanız o işle gönül bağınızın gevşemeye başlaması bir vadede neredeyse kaçınılmaz olur. Yakın ilişkiler için daha da geçerli bir durumdur bu. Ani yakınlaşma ve uzaklaşma döngülerinin neredeyse temel kural halini aldığı günümüz dünyasında büyük coşkuyla başlayan iletişimlerin “ghosting” (aniden ortadan yok olma ve “breadcrumbing” (ekmek kırıntıları serpme yani karşı tarafa az ve karışık sinyaller göndererek ilgiyi ayakta tutma) gibi yöntemlerle işkenceye dönüşmesinden çoğu insan çok şikayetçi. Gerçi şikâyet edenler de bunları başkalarına yapabiliyor, o da ayrı mesele, o da ayrı bir virüs. Belirsizlik ve alan bırakma, her tür insan ilişkisi için belli ölçülerde gerekli ama karşı tarafı sürekli karanlıkta bırakan, yerine düşünmeye iten belirsizlikler ilişkileri zehirliyor. Arkadaşlıklar da bitebiliyor bu nedenle. (Sağlıklı) insanlar, çözemeyecekleri bulmacalardan bir noktada usanıyorlar. Bulmaca ve bilmeceleri sevmemizin bir nedeni de, çözülebilme ihtimalleri.

Kurmacada da işte bu süreç izleyiciyi/okuyucuyu neler olup bittiğini anlayamayacağı ölçüde boşlukta bırakan, gizemin suyunu çıkaran ya da çok iyi yürütülmüş büyük gizemleri boş sonlara bağlayan (Lost’un çok bozması) yapıtlarda, sürerken bir ilgi yitimi ya da finalde büyük bir hayal kırıklığı ile baş başa bırakıyor. Ama gizemi çok erken çözen, bütün eli baştan dağıtan da alımlayıcıya bir alan bırakmadığı için yine kaybediyor. Buralarda bir polisiye kuralı geçerli yine: “Ne okura kendini aptal hissettirecek kadar karmaşık bir yapı kurun, ne de okurun kendini yazardan daha zeki hissetmesine müsaade edin.” Her şeyde olduğu gibi, bilgilerin dağıtımında da bir güçler dengesi söz konusu özetle ve bu gücün kontrollüce kullanılması ve suistimal edilmemesi gerekiyor. Yoksa insanlarla da, eserlerle de iletişim kopma noktasına gelebiliyor.

Uçakta pilot yerine düşünme ve hosteslerin yüzünden ne olup bittiğini okuma çabamız, ara ara girilen türbülanslarla “aman sağ salim inelim de nereye inersek inelim” duygusuna bıraktı yerini. Ama insan gerilimin sabit düzeylerine çok çabuk alışan bir yaratık garip biçimde, o nedenle türbülans da bir süre sonra ürkütmez oldu. Zaten hosteslerde de en ufak bir tedirginlik belirtisi yoktu. Bu nedenle “gidiyor muyuz dönüyor muyuz onu bilelim artık bari” homurdanmaları başlamışken pilot tam zamanında tekrar anonsa geçti, geciktiği için özür diledi, sorunun ne olduğuna dair tatminkâr bir açıklama (yer radarı uçağı görmemişti) akabinde de bir süredir tekrar varış noktasına doğru yolda olduğumuzu belirtti. Çıktığımız noktaya geri dönüp orada belirsiz bir süre boyunca beklemenin iç sıkıntısından kurtulduğumuz için de hepimiz mini tatili kaybedip tekrar bulmuş gibi rahatladık.

İşte bu 30-40 dakikalık süreçte daima kafa yorduğum bu belirsizlik meselesi üzerine tekrar düşünürken bir de şundan emin oldum. Ülke, “günlük konuşma”yı öldürmüş. Böyle gergin zamanlarda vaktin geçmesine yarayan ufacık konuşmalar bile hemen ülke haline, pahalılığa, tatilin ne kadar zorlaştığına, artan şiddet olaylarına, Allah bilir bu işin daha nerelere varacağına dönüp kilitleniveriyor. Elde evir çevir üç cümle.

Bir de tatil boyunca çeşitli yerlerde kulak misafiri olduğum kadarıyla herkes insanların bencilleşmesinden, kayıtsızlaşmasından, acımasızlaşmasından şikayetçi. Twitter eskiden ülke halini pek yansıtmıyor derdik, şimdi en azından ruh halini yansıtıyor gibi geliyor ama bu pek iyi bir şey değil. İnsanlar mutsuz, yorgun, gergin ve güvencesiz hissettikçe hayat nobranlaşıyor. Öfkenin ve tepkinin gereken yerlere değil “diş geçirebildiğine” yönelmesinin cezasızlıkla birleşen vahim sonuçlarını görüyoruz her gün. Kadın cinayetleri, doktor, sağlık çalışanı cinayetleri, avukat cinayetleri derken, cinayetin ve şiddetin toptan politik bir hal aldığını da görüyoruz. Çünkü tüm bu kaosun ve birbirine yakın olması gerekenler arasında beslenen, köpürtülen bunca düşmanlığın kimlerin işine geldiği çok belli.

Koskoca evrende minnacık bir noktayız (spoiler)

Belirsizlik hayatın hem yakıtıdır, hem de zehri. Değil on yıl sonra nerede olacağını, önümüzdeki ay kirayı bile ödeyip ödeyemeyeceğini bilemeyen insanlar içinse hiçbir tatlı yanı yoktur. Temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiş insanlar, merak, emek gerektiren sevgi, sürdürülebilir ilgi türünden görünüşte “ikincil” ama insanı insan yapan temel duygulardan da uzaklaşıyor. Yaşama hevesinin sönmesi, umutsuz ve öfkeli kalabalıkları büyütüyor. Bu öfkeyi yanlış kaynaklara manipüle eden, şiddete gerekçeler üreten, mağduru değil suçluları kollayan düzene alternatif gerçek politik çözümler üretmek gerekiyor. Çünkü hayatı zehirleyen bu belirsizlikler deryasında köpürüp duran öfke de tamamen politik.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.