YAZARLAR

Fenerbahçe, üçlü savunma ve mutluluk

Fenerbahçe taraftarı her türlü başarısızlığa, soruna, hatta fiyaskoya katlanabilir, ama sıradanlığa tahammül edemez. Geçen üç yıldaki hüsranın belki de esas sebebi buydu…

Vitor Pereira’nın üçlü savunma tercihi bu sezon futbol kamuoyunun en gözde konularından birine dönüştü ve konfor alanından çıkmaktan hazzetmeyen “otoriteler” için kolay hedef haline geldi. Tartışmaların miktarı ile niteliği arasındaki asimetri bir yana, VAR çizgisinin düz olup olmadığı üzerine kavga etmek yerine dizilişe ve taktiğe kafa yormak, Fenerbahçe’yi epeydir uzak kaldığı doğru rotaya yerleştirebilir…

NEREDEN ÇIKTI BU ÜÇLÜ?

Futbolda üçlü savunma tahminen ilk kez 1920’lerin ortasında, Arsenal’ın efsane hocası Herbert Chapman tarafından uygulanan WM (3-2-2-3) dizilişiyle ortaya çıktı ve bir asırdır belli aralıklar ve yoğunluklarla dünyanın her yerinde kullanılıyor. Oyunu kilitleme ve savunmada rakibi karşılarken boş alanları kapatma konusunda getirdiği avantajlar sebebiyle, son dönemde genellikle ya görece düşük profilli ekipler tarafından, ya da lig değil turnuva oynayan milli takımlarca tercih ediliyor. Geçen sezon Avrupa’nın büyük liglerinde üçlü savunmayla şampiyonluğa ulaşan tek takım Inter oldu. Chelsea ise geçen sene üçlü savunmasıyla Şampiyonlar Ligi’ni kazandıktan sonra bu sezon Premier Lig’in favorileri arasında yer alıyor. Fenerbahçe’nin önündeki en iyi modeller bu iki kulüp olabilir.

Türkiye’de ise üçlü savunmayla şampiyonluğa ulaşan son takım, Lucescu’nun çalıştırdığı 2002-03 sezonundaki Beşiktaş’tı. Yani yirmi yıldır net bir üçlü savunma takımı ligi kazanmadı. Bu veri, Fenerbahçe’nin şampiyon olamayacağı anlamına gelmiyor; ancak somut bir dezavantaj yarattığı ortada: Türkiye’de – hatta dünyada – üçlü oynama alışkanlığı çok gelişmiş değil. Oyuncular bu sistemle büyümüyor, buradaki pozisyonları, daha da önemlisi, rolleri iyi bilmiyorlar. Üçlü savunmanın özellikle İtalya’da, yani futbolun taktiksel açıdan en yetkin ülkesinde başarılı olduğu düşünülürse, Türkiye gibi taktik gelişmişliği sorunlu bir iklimde daha en baştan bazı soru işaretleri ortaya çıkıyor.

LİBEROLAR VE 10 NUMARALAR

Ama devir değişiyor. Bugünkü üçlüler geçmiştekilerden epey farklı. Eski versiyonlarda savunma hattı genellikle oyuncusu iki stoper + bir libero şeklinde oluşurdu. İki stoper adam adama markaj yapar, “sarkık” libero da kaleciyle savunma arasındaki hattı süpürürdü. Dolayısıyla savunma hattı düz dizilmez, ofsayt taktiği uygulanmazdı. Bugün ise genellikle düz oynayan üçlü savunmalar ya üç stoperden (FB için örneğin Tisserand, Kim, Szalai) ya da iki stoper + bir bekten (Kim, Szalai + Novak) oluşuyor. Fenerbahçe özelinde, defans hattının en yumuşak ayaklı ismi Szalai, oyunu başlatma görevini paylaşarak, hem ayağı çok iyi olmayan kaleci Altay’ın hem de orta sahadan gelip topu alacak derin oyun kurucunun rolünü hafifletiyor.

Hücumdaki formasyon da değişti. Geçmişte 3-5-2 veya 3-4-1-2 şeklinde yayılan takımlar, iki santrfor ve bir “10 numara” ile oynardı. Hatta 3-4-1-2 tercihinin en büyük gerekçelerinden biri, 10 numaraya özgürlük tanımaktı. Bugün daha ziyade 3-4-3 veya 3-4-2-1 kullanılıyor. İleri üçlünün ortasında santrfor var. İki yanında ise personele ve istenen stratejiye göre bir tarafta ters ayaklı ofansif orta saha (sağda Mesut veya solda Pelkas), diğer tarafta ise açık oyuncusu (sağda Osayi-Samuel) veya yine ters ayaklı kanat forvet (solda Rossi, bazen Valencia) görev alıyor. Fenerbahçe’nin şu anki savunma ve hücum hattı bazı eksiklerine rağmen gerek dizilişi gerekse oyuncu kalitesiyle Türkiye liginin gereklerini karşılayacak düzeyde.

BEK KITLIĞI

Üçlü savunma oynamaya karar vermiş bir teknik adam, belki de ilk olarak kanat beklerine, yani sağ ve sol koridorun tamamını kullanacak oyunculara yakından bakar. İyi bir kanat beki bulmak kolay değil, çünkü çok talepkâr bir pozisyon. Birincisi, 90 dakika kulvarınız boyunca ileri geri kat edecek kondisyona ve mücadele gücüne sahip olmanız gerekiyor. İkincisi, takımı siz genişlettiğiniz ve genellikle taç çizgisine basarak oynadığınız için, kanat hücumlarının gerektirdiği dribbling ve orta gibi teknik becerilerin en az birinde üst düzey kalite aranıyor. Üçüncüsü, savunma kenarlarındaki boşlukları kapatacak pozisyon bilgisini ve defansif taktik anlayışını göstermeden olmuyor. Bir takımda tüm bu gereksinimleri karşılayacak, üstelik biri sağ biri sol ayaklı iki oyuncu bulmak çok zor olduğundan, teknik adamlar bir tarafta daha ofansif, diğer tarafta daha defansif bir kanat beki tercih ederek dengeyi arıyor.

Pereira’nın kafasındaki oyun ile elindeki kadro arasındaki ayrışma burada başlıyor. Çünkü Fenerbahçe’nin kanat beki yok. Hiç yok. İdare edebilecek “normal” bekleri (Nazım Sangaré, Filip Novák), temposu sayesinde denenebilecek kanat hücumcusu (Bright Osayi-Samuel) var belki, ama hiçbiri kanat beki için gereken bilgi ve tecrübeye sahip değil. Bu yüzden şu ana kadar sağda Osayi-Samuel veya Nazım’ı kullanan Pereira, sol koridorda ise sağ ayaklı ve yumuşak bir ofansif orta saha oyuncusu olarak bilinen Ferdi’yi geliştirmeye odaklandı ve ısrar ediyor. Mevcut yapıda, gerekli hücum-savunma dengesini sağlamak adına “sağda Osayi-Samuel + solda Novak” ve “sağda Nazım + solda Ferdi” alternatifleri makul görünüyor.

ORTA SAHA BOLLUĞU

Kanat bekinde kıtlık varken, orta sahanın merkezindeki iki pozisyon için sıralı tam liste şu şekilde: Luiz Gustavo, Miha Zajc, José Sosa, Miguel Crespo, Mert Hakan Yandaş, Max Meyer, Fatih Şanlıtürk, Muhammed Gümüşkaya ve – opsiyonel olarak – İrfan Can Kahveci. İkili orta sahada Luiz Gustavo’nun derindeki yeri garanti gibi; pratikte geriye tek pozisyon için sekiz aday kalıyor.

Öte yandan bugün 3-4-3’ün orta saha merkez ikilisi genellikle derin oyun kuruculuk rolünü üstlenen çok iyi bir pasör (Chelsea’de Jorginho, Inter’de Brozovic), yanında da “box-to-box” tabir edilen, iki ceza sahası arasında gidip gelen tempolu bir oyuncudan (Chelsea’de Kanté, Inter’de Barella) oluşuyor. Fener’de Luiz Gustavo kalitesine rağmen müthiş bir pasör değil, yanındaki role en uygun oyuncu olan Ozan Tufan ise Premier Lig’e transfer oldu. Sezona iyi başlayan Zajc ve Mert Hakan, kabul edilebilir teknik ve fizik kapasiteleriyle bu pozisyonu iyi kötü sırtladı. Ama 3-4-3’ün doğası gereği, iki orta saha ile oyunu kontrol altına almak başlı başına zor bir iş ve bu dizilişteki “4” içinde sadece Gustavo’nun kendi mevkiinde uzman olması kaygı verici.

LİGİ KAZANMAK

Futbolun kadim atasözlerinden biri, maçların orta sahada kazanıldığını söylüyor. Mevcut orta saha yapısında tempoyu belirleme, topu hızlı dolaştırma, hücumu besleme gibi özellikler yeterli değil. Pereira tempo peşinde; ancak bunun için hızlı ya da çok koşan oyuncular kadar, onlara zamanında ve isabetli top atacak ayaklar ve zihinler gerekiyor. Avrupa Ligi’nde deplasmanda 1-1 biten Frankfurt maçı, şu ana kadar Fenerbahçe’nin en iyi performansıydı. Gelgelelim Türkiye’de Fener’in karşısına çıkan çoğu takım, maçı bir “koş-koş” oyununa çevirmek yerine kendi yarı sahasına geçip beklemeyi tercih ediyor.

Üçlü savunma ile 38 haftalık ligi kazanmanın zor olması bu yüzden. Bir Anadolu takımıyla bu reaksiyon oyununu oynamak sizi sürpriz şampiyonluğa taşıyabilir; ancak Fenerbahçe’nin proaktif olması şart. Pereira’nın şu anki sistemi 0-0 giden bir maç için sağlam, 1-0 öndeyken harika, ama 0-1 gerideyken son derece kısır. İkinci ve üçüncü bölge arasını işlemekte eksiklik var. Bunu yapmaya en yakın profiller Zajc ve Mert Hakan. Mesut ve Rossi ise orta saha ile hücum arasında köprü kurmakla çok ilgilenmiyor.

Hal böyle olunca, hücuma ağırlık vermek gerektiğinde, yani takıma “acil gol” lazım olduğunda, savunmada normalde sağlamlık garantisi olan üç stoper bir anda fazlalığa dönüşüyor. Ocak ayına kadar transfer yapılamayacak; bu yüzden şu anki en iyi alternatif işleyen bir B planı oluşturmak gibi görünüyor. Baklava 4-4-2, 4-2-3-1 veya benzeri bir “ikinci diziliş”, Fenerbahçe’nin geriye düştüğü veya gol bulmakta zorlandığı dakikalarda yardımcı olabilir.

MUTLULUK VE HUZUR

Vitor Pereira 53 yaşında; yani hayatta ikinci şansların önemini bilecek yaşta. Dolayısıyla ilk bakışta epey zor görünen bu sistemi seçmesinin bir nedeni olmalı. Portekizli hoca, Türk futbolunda son zamanlarda iyiden iyiye ayyuka çıkan ve gerek kulüp takımlarını gerekse A Milli Takımı uluslararası alanda çaptan düşüren tempo problemini gördü ve hücumda gerekli yaratıcılığı teknikle bulamasa bile tempoyla aramaya karar verdi. Fizik gücü üst seviyeye taşırsa, rakipleri kırabilirdi. Haksız da değil. Fenerbahçe şu ana kadar gollerinin çoğunu ikinci yarılarda buldu ve bu trend sürebilir. Üstelik savunmada üç büyük stoperle sağlam bir hat kurmak, sık faul çalınan ligde duran toplarda kayda değer bir gol potansiyeli demek. Ama Pereira’nın şu ana kadarki en büyük katkısı psikolojik oldu.

Ali Koç 54 yaşında; yani Fenerbahçe’de çok başarısız bir ilk dönemin ardından yeniden başkan seçilmenin kıymetini anlayacak yaşta. Üç yıl önce göreve geldiğinde, arkasında büyük bir taraftar gücü vardı. Aziz Yıldırım “efsane” statüsüne rağmen eski usul yöntemleri ve negatif söylemiyle takıma zarar, taraftara mutsuzluk vermeye başlamıştı. Ali Koç Fenerbahçe’yi, yüzyıl dönümündeki başarılarıyla yeni kuşağın gönlüne giren Galatasaray’ın ve kendine yarı-politik bir kimlik inşa etmeye çalışan Beşiktaş’ın karşısına yeni, güçlü, karizmatik, heyecan verici bir kulüp olarak çıkaracaktı. Ama gerek eski toksik figürlerin bir türlü temizlenemediği “yarım reform”, gerek geçmişten gelen ekonomik yüklerin baskısı altında verilen hatalı kararlar, gerekse saha dışı tartışmalara odaklanan negatif söylemin yeniden üretilmesi sebebiyle, ne sahada istenen sonuçlar geldi ne de mutlu bir hava yaratılabildi. Daha kötüsü de vardı.

Ben Fenerliyim ve 37 yaşındayım; yani Fenerbahçe taraftarının her türlü başarısızlığa, soruna, hatta fiyaskoya katlanabileceğini, ama sıradanlığa tahammül edemeyeceğini bilecek yaştayım. Fenerbahçe taraftarında, ayıptır söylemesi, “en” takıntısı vardır. En büyük dramı da en büyük zaferi de kendisi yaşasın ister; bundan bazen açık bazen örtük bir zevk duyduğu bile olur. Son üç sezonda Fenerbahçe o kadar alelade bir takıma dönüşmüştü ki, bazen galibiyet – hele beraberlik – yenilgiden daha tatsızdı. Hüsranın belki de en büyük sebebi buydu.

Bu yüzden, takıma ikinci kez geldiği için “tekerrür” havasını beslemesinden korkulan Pereira’nın üçlü savunma tercihinde, camiadaki “orijinallik” arayışına karşılık gelen bir taraf var. Dahası, Portekizli hoca Muhammed ve Arda – kısmen de Fatih – gibi altyapıdan yetişen oyunculara yer açarak, altyapıdan oyuncu görmeyi unutmuş taraftara güzel bir sürpriz yaptı. Kadro renkli. Kongolu, Koreli ve Macar stoperler, Ekvadorlu bir santrfor, Yunan bir 10 numara ve altyapıdan gençler var. Takım acemi olduğu bir sistemle fena sonuçlar almıyor; en önemlisi, çoğu isim öğrenmeye iştahlı duruyor. Pereira bu sayede hem kendisine, hem de kadro mühendisliğindeki hatalarına devam eden Ali Koç’a zaman ve kredi kazandırdı. Ali Koç’un elinde olsa, tarihi 2018 Eylül’üne geri sarmak isterdi. Şu an Fenerbahçe’de belirsizlikleri, heyecanı, merak uyandırıcı tarafları ve beklentileriyle, ideale yakın bir “ilk sezon” yapısı var.

Gelgelelim takvimler Eylül 2021’i gösteriyor ve Fenerbahçe’nin bu kadro yapısı ve sistemle ligi kazanması zor. Pereira geçici bir mutluluk getirdi, ama huzur daha uzun sürede, daha zor erişilen bir duygu. Bunun için Ali Koç yönetiminin daha akıllı ve isabetli hamleler yapması gerekiyor. Ocak ayında üst düzey bir sol kanat beki bulmak iyi bir adım olabilir…


Suat Başar Çağlan Kimdir?

1984 yılında Bornova’da doğdu. Balıkesir Fen Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 2010 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bizans Sanatı programında yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından beri İngilizce ve Fransızca dillerinden serbest çevirmenlik yapıyor. George Bernard Shaw, Alain Robbe-Grillet, C. L. R. James, Saadat Hasan Manto gibi yazarların eserlerini Türkçe’ye çevirdi; edebiyat, sanat ve felsefe alanındaki yazı ve tercümeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar’da başladığı futbol yazılarına farklı mecralarda devam ediyor. Karşıyaka’da yaşıyor.