YAZARLAR

Beşiktaş, Başakşehir'i kendi taktiğiyle yendi

Beşiktaş dün akşam kazandı, ama Başakşehir’e 10 kişi kaldıktan sonra neredeyse oyunun hiçbir anında bir kişi eksik olduğunu hissettiremedi. Ne topa sahip olabildi ne de rakibin hatalarından faydalanıp kontratak fırsatları yaratabildi. Bunun için ya oyunu genişletmeliydi ya da tempoyu artırmalıydı. İkisini de yapamadı. Ya da bilinçli olarak rölanti bir galibiyet almayı seçti.

Başakşehir, Beşiktaş’ın 2010’lardan beri yerel rekabette uzak ara en zorlandığı takım. Siyah-beyazlıların en iyi döneminde dahi bu böyleydi. Napoli’yi San Paolo’da yenerler, ama Başakşehir’e diş geçiremezlerdi. Şampiyonlar Ligi gruplarını namağlup lider bitirirler, ama Başakşehir’i yine yenemezlerdi.

Çoğu zaman Başakşehir istedikleri hiçbir şeyi yapmalarına müsaade etmezdi, ama kimi zaman da Beşiktaş daha baskın oynar, yine de sonuç değişmezdi. Beşiktaş’ın rakibine karşı bu makus talihi, sezonun ilk yarısındaki maçta da kendini tekrar etmişti. Valérien Ismaël’in takımı o maçta gole çok daha yakın olan taraftı, ama Başakşehir bulduğu tek pozisyonu gole çevirip üç puanı alıp gitmişti.

Dün akşam ise roller değişti. Başakşehir zaten üç gün önce geldiği Belçika’dan istediği sonucu alsa da hayli yıpranmış bir şekilde dönmüştü ve bu Beşiktaş için mutlak bir avantajdı. Siyah-beyazlılar bunu önde baskıya dayalı bir başlangıç planıyla kullanmayı bildi. Daha yorgun olan taraf olsalar da, Emre Belözoğlu’nun Lucas Biglia, Danijel Aleksic ve Deniz Türüç’ten seçtiği yaratıcı ama dirençsiz orta alan üçlüsü de Beşiktaş’ın bu planına iyi hizmet etti. 

YÖNLENDİRMELİ BASKI

Özellikle Abdullah Avcı döneminde Başakşehir, Beşiktaş ile karşılaştığında genellikle yönlendirmeli bir baskı uygular, rakibin orta sahasının topla rahat buluşmasını engeller, geride de topla ilişkisi en kötü olan stoper kimse onun oyun kurmasını sağlamaya çalışırdı; bu oyuncu da genellikle Dusko Tosic olurdu. Beşiktaş da dün akşam aynı tarifeyi Başakşehir’e uyguladı. Başakşehir orta sahasının topla rahat buluşmasına müsaade etmedi ve en gerideki zayıf halka olarak kendisine Leo Duarte ile Şener Özbayraklı’yı seçti. Ön alan baskısını Başakşehir’in geriden bu iki oyuncuyla oyun kurması üzerinden kurgulayan Beşiktaş’ın bu planı iyi işledi. Nitekim ilk gol de bu şekilde geldi.

Beşiktaş’taki üçüncü dönemine aslında pek de ideal bir başlangıç yapamayan Vincent Aboubakar ise attığı golde beceri farkını ortaya koydu. Tıpkı geçen hafta Ankaragücü’ne attığı golde olduğu gibi, rakip savunmayı bire birde yakaladığında ne kadar aciz duruma düşürebileceğini gösterdi ve bu becerisini harika bir gol vuruşuyla süsledi.

BEŞİKTAŞ’IN DEVAM EDEN ÇELİŞKİLERİ

Aboubakar’ın golcülüğü dışında bir önceki döneminden alıştığımız üst düzey bağlantı oyununu görebilmemiz için ise etrafının buna daha uygun bir şekilde oluşturulması gerekiyor. Başka bir deyişle, Rachid Ghezzal’in sahalara geri dönmesinin ve Alexandru Maxim’in 10 numaraya yerleşmesinin gerektiği de söylenebilir. Bu iki oyuncunun varlığı, Beşiktaş’ın hem topa daha fazla hükmetmesini hem de rakip yarı sahaya daha nitelikli bir şekilde yerleşmesini sağlayabilir. Bu da Aboubakar’ı daha komple bir santrfor performansı göstermeye zorlayabilir. Bu düzende Cenk Tosun da uzak forvet rolünde daha skorer bir role bürünebilir.

Ama bu konuda da, Şenol Güneş’in bazı çekinceleri söz konusu olabilir. Zira dün akşam oyuna Salih Uçan yerine Maxim girerken, aynı anda Nathan Redmond’ın yerine de Valentin Rosier’in girdiği ve Onur Bulut’un sağ öne geçtiği gözden kaçmamalı. Bunun anlamı ise galiba şuydu; Güneş, Maxim’in yaratıcılığının merkezdeki dirençten götüreceğini düşündüğü için Onur’un orta sahacılığından faydalanmak istedi. Bu yüzden ileriki haftalarda Maxim ve Ghezzal’in birlikte oynadığı bir düzende, bunun takım savunmasına olası olumsuz etkilerine karşı Güneş’in nasıl önlemler alacağı şimdiden merak konusu.

Beşiktaş dün akşam kazandı, ama Başakşehir’e 10 kişi kaldıktan sonra neredeyse oyunun hiçbir anında bir kişi eksik olduğunu hissettiremedi. Ne topa sahip olabildi ne de rakibin hatalarından faydalanıp kontratak fırsatları yaratabildi. Bunun için ya oyunu genişletmeliydi ya da tempoyu artırmalıydı. İkisini de yapamadı. Ya da bilinçli olarak rölanti bir galibiyet almayı seçti.

Siyah-beyazlıların devre arasında yaptığı transferler, daha top odaklı ve baskın bir futbol oynama fikri üzerineydi. Ama takımın hâlâ bu konuda net bir gelişme kat edebildiği söylenemez. 

Topa sahip olma ve yaratıcı eylemler ile pres ve bozucu eylemler arasında bir dengeye ihtiyacı var Beşiktaş’ın. Birini iyi yaparken, diğerini hiç yapamamak yerine ikisini de belli ölçüde yapabilmeye ihtiyacı var. Buna da yalnızca şu anda değil, sezon başından beri ihtiyacı var. Güneş sezon bitmeden bu dengeyi bulmayı başarabilecek mi? Bekleyip göreceğiz. 

Not: 6 Şubat’ta gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli deprem felâketinde resmî rakamlara göre en az 48 bin insan öldü, yüz binlerce insan yaralandı, milyonlarca insan evsiz kaldı, ama tek bir yetkili utanmadı, kendini sorumlu görmedi ve istifa etmedi. Unutmayacağız, unutturmayacağız, affetmeyeceğiz.


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda yine futbol üzerine çocuklara yönelik kurgusal biyografi kitapları kaleme alıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.