YAZARLAR

Ben şaşmasam, sen şaşmasan, nasıl olacak böyle!

“Terörist başı” olarak İmralı’da hapis biri; bir siyasi partinin eski seçilmiş başkanına, Diyarbakır, Hakkari, İstanbul’dan üç dönem seçilmiş eski milletvekiline, iki kez meşru olarak cumhurbaşkanlığı adayı olmuş birine “en büyük hesabı” nasıl soracak?

Ülkemizde bazı şeylere şaşıranlara şaşırıyorlar.
O yüzden ben de kendi şaşırmalarıma şaşırmama da şaşıyorum.

Bu ülkenin “Anayasal hukuk devleti”ne bağlı Cumhurbaşkanı birden dedi ki…
“Edirne’deki, en büyük hesabı İmralı’dakine verecek.”

Biri biliyorsunuz, “Serhat şehri.” Sınır vilayeti.
Diğeri Marmara’da bir ada.

Bu cümlede adı geçmeyen “Edirne’deki” F Tipi’nde hapis yatan HDP eski genel başkanı Selahattin Demirtaş oluyor.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 9,77, 2018’de yüzde 8,4 oy almış eski cumhurbaşkanı adaylarından.
“Terör” odaklı suçlamalarla cezaevinde.

Bu cümlede adı geçmeyen “İmralı’daki” Abdullah Öcalan.
Hayatındaki tek “yasal” dönem çocukluğundan Ankara’daki öğrenciliğine kadar geçen süre olmalı.
“Terör örgütü liderliği ve binlerce ölümden sorumlu olarak” adada mahkûm, tecritte.

Her ikisi de, elimizdeki “hukuk devleti”nde yargıya hesap vermiş, veriyor!
Hukuk devleti ve Anayasa dahilinde, yargıya hesap verenlerin bir diğerine hesap vermesi diye bir şey yok.
İnancına göre “En büyük hesabı Allah’a vermek” gibi bir şey düşünebilir ya da düşünmezler ama hukukta o da yok. Vicdana, inanca bağlı bir temenni o.

Peki nasıl olacak?
Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine nasıl verecek?
Yargılama yoluyla mı, azarlama yoluyla mı, kızarak mı, özür dilemelerle mi, diz çökerek mi? Nasıl olabilecek böyle bir şey?
“Terörist başı” olarak İmralı’da hapis biri; bir siyasi partinin eski seçilmiş başkanına, Diyarbakır, Hakkari, İstanbul’dan üç dönem seçilmiş eski milletvekiline, iki kez meşru olarak cumhurbaşkanlığı adayı olmuş birine “en büyük hesabı” nasıl soracak?

“En büyük hesabı Allah’a verecek” dense, biraz anlardım. Ama bunu anlayamıyorum, nasıl olacağını bilemiyorum!
Düşünüyorum, aklıma bir sürü şey geliyor, o yüzden aklım almıyor olmalı!

O zaman, akla şu da takılıyor:
16 Temmuz 2014’de “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” çıktı.
Devlet “İmralı’daki” ile de görüşüyordu. Âkil İnsanlar toplandı! “Kandil’le direkt görüşmeler” istendi hükümet kanadında. Genelkurmay Başkanı “Analar ağlamasın” dedi.
Süreç epeydir hazırlanıyordu.
Ama…
Kobani ile birlikte, süreç vurulmaya başlandı. Yine de devlet Süleyman Şah Türbesi’ni İşid’den kurtarma operasyonunda PYD’den yardım alıp taşınan türbeyi de oraya emanet edecekti o sıralar.

Sonra sonra…
Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” kampanyası başladı.
Haziran 2015 seçimlerinde HDP yüzde 13 oy aldı, barajı geçti, 80 milletvekili çıkardı, “Türkiye partisi” olma yolunda ciddi adım attı.
Demirtaş, “PKK Öcalan’ın çağrısıyla silah bırakabilir” dedi ve KCK’dan sert cevap geldi: “HDP böyle bir çağrı yapamaz.”
Bir ay sonra KCK ateşkes sürecini bitirip “Halk savaşı” ilan etti.

Bir hafta kadar sonra, Kobani’ye gitmek üzere Suruç’ta toplanan gençler canlı bombaya hedef oldu, 32 kişi öldü.
Ve 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da, hem de yataklarında “şehit edilen” iki polis memuruyla birlikte “bir damla huzur umudu” da öldürüldü!
İlginç olan, HPG eylemi üstlenirken PKK üstenmiyor, “Bizden bağımsız birimler” bile diyebiliyordu.

Feyyaz Yumuşak ve Okan Acar, o gün bir ülkenin huzur umudunun öldürülüşünde yataklarında can verdiler. Suruç’ta bir diğerine sarılarak ölen onca insan gibi.
Sonra, ölümler, baskınlar, müdahaleler, Türkiye’nin aklının, vicdanının, gencecik çocuklarının, kaynaklarının yine alev alev olması.

Neden özetledim?
O zamanlar da yazmıştım, şimdi de kanaatim öyle.
HDP’nin (ve “sempatik” Demirtaş’ın) “kontrolden çıkışı”ndan ne Ankara hoşlandı, ne İmralı, ne Kandil!

HDP’nin Kürtlerde yarattığı demokratik seçim, demokratik temsil umudunu, bu ülkenin başka kesimleriyle buluşma ihtimalini; seçimde bu yüzden tek başına iktidar olamayanlar da, seçimlerden zaten hoşlanmayanlar da, halkın meşru siyasi örgütlenmesinin yolunun açık olmasını kabullenmek istemeyenler de pek beğenmemiş olmalılar.
Bunlara bir de Kürt halkı arasında tarikat-cemaat vb örgütlenmeleri yapmak isteyenleri ekleyin isterseniz.
Bir sene sonra tankla, topla ortaya çıkan “Kumpasçı, darbeciler”in neler yapıp yapmadıklarını da!

Geldik 2022’ye.
HDP’nin o seçim başarısı, sonra son yerel seçimlerdeki ittifakı derken…
“Demokratik, meşru olan”ın parlaması yerine, onun rehin alınmasını, rehin kalmasını kimler tercih eder, işte ben onu bilmiyorum!

O yüzden de, “Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine verecek” denince, 2015’den beri olanları hiç ama hiç anlayamıyorum, anlamamama da şaşırıyorum, şaşırmamı da anlamıyorum!

Muhalefetin buna demokratik siyasetin rehin alınması açısından değil, “Öcalan’ı bırakacaklar” gibi popülist bir zaviyeden yaklaşmasını da anlayamıyorum.
Hapiste ve tecrit koşullarında olmasını tabii ki anlıyorum ama Demirtaş’ın da “rehin alma, rehin koyma, rehin sunma” meselesine vurgu yapmak yerine, “İmralı’daki”ni “Tecritten çıkarıp konuşturma” çağrısına, “Bakalım o ne diyor” demesine açıkçası şaşırabiliyorum.

Tabii ki bizimkisi uzaktan, hariçten hissiyat!
Her şeyi anlasak, zaten başka biri olur, bu kadar şaşkın kalmazdık!  


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.