Dinçer Demirkent

dincerdemirkent@gmail.com
TÜM YAZILARI
1924 Anayasası’nın 100. yılında güncel bir anayasa tartışması 1924 Anayasası’nda hemen hiç tartışılmadan kaldırılan özerklik ilkesi, 1921 Meclisinin en solunca savunulan, eşitlikçi ve cumhuriyetçi bir ilkedir. Özerklik tartışması bakımından da temel mesele Kürt unsurunun siyasal birliğin içine eşit olarak dahlidir. İşte bu ilkeyi tartışmadan ortadan kaldıracak olan 1924 anayasasıdır.
AYM kararlarının bağlayıcılığı Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını, ifade özgürlüğünü keyfi biçimde engellemenin yolu haline gelmiş sulh ceza mahkemelerinden 'Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamıyorum' diyen Yargıtay’a giden yol ne kadar uzun olabilir? Saltanata sövmek cumhuriyetçiliğin özüdür! Cumhuriyetçiliğin özünde saltanata sövmek vardır; saltanata sövmenin özgür olmadığı bir yerde cumhuriyetten söz edemeyiz. Bunun basit bir nedeni var: Cumhuriyet kulluğa, köleliğe karşı eşitliğin siyasal rejimidir; cumhuriyetin siyasal topluluğu saltanattan farklı olarak bir eşitler topluluğudur. Dolayısıyla saltanata sövmek, kulluğa, köleliğe sövmektir.
Yargı darbesi mi? Hukuk kurallarının yerini, yerli ve millilik ekseninde yerli ve milli olmayanın tespitine ilişkin kararlar aldığında Türkiye’de rejime ad bulma çabalarına da gerek kalmayacak. Anayasa değişikliği yoluyla karşı-anayasacılık Yeni anayasanın AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan amacı, partinin sloganıyla uyumlu olarak Türkiye’nin yeni yüzyılında sivil bir anayasa yapmak. İşin süs kısmını geçip Türkiye’nin 2007 sonrası anayasal siyaset deneyimine ve dünyadaki karşı anayasacılık hareketlerine baktığımızda “yeni anayasa” söylemiyle inşa edilen anayasa siyasetinin neyi amaçladığına ilişkin kestirimlerde bulunmak zor değil. Normalleşme Zorunda mıyız? Türkiye’de sınıfsal ve kültürel tercihleriyle sol-sosyalist örgütlenmeler 70’lerde eriştiği güce erişse dahi politik gücünü hesaba dahil ederken CHP’yi etkilemek, zorlamak, sol sınırlarına getirmek üzerinden tasarımlar mı yapacak? Herkes kendi yoluna demenin bir zemini yok mu? Üniversite tercihi yapacak gençlere kişisel bir not Geleneği olan kurumların ki Türkiye’de azdır, geleneklerini her dönem icat etmeleri önemlidir; puan sıralamadan daha önemlidir. Yeniden yeniden yaratılır; yeniden yeniden saldırıya uğrarlar. 'İlk seçimde gidecekler' tantanası artık bittiyse… Politik yaratıcılık ve üretim soldan çıkabilir ancak. Bölüşüm ilişkilerinde eşi görülmemiş dengesizliğe karşı eşitliği; hazinenin boşalmasının bütün yükünü çalışan sınıflara yükleyen politikalara karşı adaleti, “Millet”in dışına itilen halk kesimlerine çizilen sınırlara karşı özgürlüğü savunacak başka bir politik özne yok. Sola rehber niteliğinde bir araştırma: Kayıp Halk Yoksul olanın kendi başarısızlığından dolayı yoksul olduğu ideolojik yaklaşımın ağırlığı altında en alttakilerin de birbirini yalnızlaştırdığı bir ahlaki evrenin yıkıcılığının hesabının görülmesi gerçekten zor olacak. Göreve dönen KHK’linin hukuki-fiili statüsü Barış İçin Akademisyenler Bildirisi imzacılarından ihraç edilenlerin önemli bir kısmının başvurusu idare mahkemelerinde kabul edilmedi; şimdi bölge idare mahkemesinde görülmeye devam ediyor. Davası kabul edilenlerin davaları da üniversiteler tarafından bölge idare mahkemelerine taşındı. Yani belirsizlik rejimi, egemenlik aygıtının çalışabileceği muğlaklık zeminini diri tutuyor. Böyle bir ortamda akademik özgürlüklerden, üniversiteden bahsetmek ise zaten pek mümkün değil. Anayasa niyeti vs. anayasal niyet Mevzuattaki anayasaya aykırı olağanüstü araçlar temizlenmeden yeni anayasa yapılamaz; “yeni anayasa ancak anayasal niyetler üzerine inşa edilebilir” diyebilmek bu kadar zor mudur? Yeni dalga rejimler ile ne yapacağız? Birbirinden öğrenircesine kullanılan araçlarla gücün tek elde toplanmasını, gücün el değiştirmesini önleyecek yöntemler geliştirilmesini, yurttaşlar topluluğu içinde yer alan muhalif ya da azınlık gruplarının çeşitli ve ağır yöntemlerle kriminalizasyonunu sağlayan rejimlere ilişkin bazı yaygın adlandırmalar var: Post faşist rejimler, neofaşist rejimler, başkancı rejimler, seçimli otoriter rejimler vs. Bir güvenlik sorunu olarak 'bir kısım yurttaş' Önce bir güvenlik sorunu haline getirip sonra güvenliğini sağlayamamak. Kamu gücünün temellendirilmesine ilişkin tezin özü, bizzat hayatın çıplak gerçekliği ile karşı karşıya artık. Seçim sonrası üzerine Seçimler üzerine düşünmek için önce demokrasi üzerine yeniden düşünmek, parlamenter demokrasiyi, saf temsili aşacak katılım araçlarını inşa etmek; demokrasinin öznesinin sahne alacağı alanları yaratmak gerek. Tabii asıl olarak bu üç izlek bağlamında, dünyadaki benzerlerimiz ile karşılaştırma yapmakla sınırlı kalmayan ortak kaynakları bulmayı hedefleyen araştırmalar önem taşıyor. Daha sakin, daha az güncel, daha az duygusal, daha uzun erimli.  Hainlik ve yurtseverlik üzerine Yurtseverlik, sadece pazar günü önümüze konacak iki seçenek arasındaki saflaşmada vereceğimiz oy bakımından değil; Türkiye’nin geçiş sürecinde verilecek mücadeleler bakımından da önem taşıyor. Öyle ya da böyle Pazar gününün ardından, demokrasi mücadelesi, yeni koşullar içinde oluşacak. Rejimin 'demokrasi şöleni' tersine çevrilebilir mi? Rejimin şölenini tersine çevirecek maddi güç, bu kısa sürede değişim arzusunun yarattığı umudu, korku duvarının ötesine geçecek biçimde takviye etmekten geçiyor. Korku yayanların karşısında, değişim arzusunun ardında duran değil, bu defa önüne geçecek bir kampanyayla bir yol bulunabilir. Korku tarafına geçecek, ona göz kırpacak olunursa, sadece bir seçim kaybetmekle kalmayacağız. Çok uzun sürmüş bir kış biterken Bu seçimi, Fethullahçılardan öğrenilen kaset siyaseti, yalancı afişler, bütün bir memleketin üzerinde sopa sallayan seçim kampanyaları, seçim yönetimini sakatlamaya dönük hamleler belirlemeyecek. Bugüne inanan, geçmişle derdi olan ve geleceği sahiplenecek yurttaşların ‘rey’lerinin değişim yaratacağına inancı belirleyecek.  'Bir de bunlar neden dövüşürlerdi, merakta kalınmasın' Geçiş süreçlerinde küçük tarihlerimiz, her zamankinden fazla önem taşıyor. Eğer bu küçük tarihlerimiz yazılmaz, kavgası sürdürülmez, unutturulursa o tarihin failleri, yeni dönemin yüzleri olarak karşımıza çıkacaklar. Basitçe, bir dip dalgası varsa eğer, insan onuruna yaraşır geçim koşulları, mahkeme salonlarında adalet, ülkede barış, gazetede haber, okulda bilim olsun istiyor. İşte dip dalgayı yaratan budur. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında TBMM Rejimin sahiplerinin güçlü cumhurbaşkanı vaadini de muhalefetin güçlü parlamento vaadini de biliyoruz. Fakat seçimin sonucunun bu her iki iddiayı da geçersiz kılabilecek sonuçlar çıkarması muhtemel. Seçimlerin sonucunda parlamentonun her koşulda önemli olacağı, bir güç arayışının zemini, iktidarı paylaşmanın, kuvvetler ayrılığının imkanlarını zorlamanın odağı olacağı çok yüksek bir olasılık olarak görünüyor. 'Kritik' seçimler ve siyasal temsil sorunu Evet, on yıl boyunca gerileyen tartışmalarımızın eylemli bir canlılığa kavuşması bağlamında seçimin büyük bir önemi var. Fakat seçim, ancak bir başlangıç olacak. Demokrasinin içeriğini, siyasal temsilin kapsamını, niteliğini ve araçlarını belirleme tartışması yeni bir karşılaşmanın zemini olacak. Adalet arzusu tatmin edilmeden demokrasi/barış gelir mi? 15 Mayıs’a ilişkin bir hayalimiz varsa da başlangıç noktasını buradan kurmak gerek; yoksullaştırılan, ezilen, aşağılanan, işkenceye uğrayan, görmezden gelinen, öldürülenler için adalet arayışını mümkün kılacak bir hukukumuz olacak mı? Adalet arzumuzu tatmin edecek mekanizmalar, mahkemeler kurulacak mı?   Cumhurbaşkanı AYM üyesini arar mı? Ya YSK Başkanı'nı? Devlet, Türkiye gibi büyük bir devlet, iki kolu iki bacağı iki eli on parmağı olan bir kişi tarafından yönetilemez, tek adamın tek adamcıklara ihtiyacı var. Hem de on binlerce. Dolayısıyla rejime niteliğini veren tek adamdan ziyade, tek adamcıklar. Demokratik bir geçiş süreci mümkün olacaksa değiştirilecek olan da sadece tek adam değil, hatta asıl olarak o değil, tek adamcıklar düzeni. Değişime aç toplumda politika yapmak Cumhuriyetçiliğin bu yüzyılında gerçekçi bir program olarak adalet hukuki anlamının ötesinde ortaya konmalı. Dolayısıyla cumhuriyetçiliğin eşit yurttaşlık kavrayışı ile birlikte geçiş sürecinin politik meşruiyetini kuracak bir adalet kavrayışının programatik hale getirilmesi gerek. Yani yüzü sola dönen bir politikaya ihtiyaç var. Üniversite, Mülkiye, Mülkiyeliler Birliği Geçiş sürecinde üniversiteler yeniden inşa edilecek, yargı gibi, basın gibi, milli eğitim gibi, tüm kamu kurum ve kuruluşları gibi. Bu inşa sürecini de üniversite kurumunu Ortaçağdan modernliğe taşıyan üniversite fikri belirleyecek, daha doğrusu belirlemesi için mücadele edeceğiz. Siyasal iktidardan özerk, sermaye sınıflarının çıkarlarından bağımsız, gerçekliğin peşinde olan üyelerinin olduğu ve sadece onun peşinde koşmanın mümkün olduğu kurum fikri. Yeni bir başlangıç için! “Yeni bir başlangıç” geçmişi temize çekerek değil, tam tersine geçmişle mücadele ederek mümkün olacaktır. “Yeni bir başlangıç” boşlukta doğmadığı gibi, boşlukta da kalmaz. Yeni ve sınırları eşit yurttaşlık çerçevesinde genişlemiş bir siyasal birlik inşasını, kural ve kurumları gerektirir. Bu doluluk hali elbette yeni dışlamalara kapı aralayabilir, bunun için de siyasal birliğin sınırındaki mücadeleler için kurumsal zeminler, demokratik araçlar yaratılmalıdır. Kılıçdaroğlu’nun yarattığı beklenti: Mülke çökenler karşısında siyaset Mesele nasıl bir ülke istediğimiz. Devletin yurttaşın tepesine çöktüğü bir cumhuriyet mi yoksa yurttaşın devlete hâkim olabileceği olanakların açıldığı bir cumhuriyet mi? Devletin kutsandığı bir cumhuriyet mi yoksa hak ve özgürlüklerimiz için birlikte mücadele edebileceğimiz bir cumhuriyet mi? Devleti temsil edenlerin kusurlarını örtmek için azar ve ceza yağdırabildiği bir cumhuriyet mi yoksa sorumluların açığa çıkarılıp yargılanabildiği bir cumhuriyet mi? Devlet ve hükümet birbirinden ayrı şeyler mi? Devlet ve parti güncel durumda özdeş. Dolayısıyla muhalefetin geliştirmesi gereken politika bu iki kurumun birbirinden ayrı olduğu varsayımına dayanamaz. Aksine bunları özdeşleştiren bir rejimin doğru analizi yapılıp bunları ayırmak için politika üretilmelidir. Erdoğan rejimi bölgede ve her yerdeydi! İşler istediği gibi gitmediğinde, eleştiri toplumsallaştığında Erdoğan’ın hep aynı tehditkar yüzünü gördük. Bu refleks de değişmedi fakat bu defa hiç olmadığı kadar belirgin bir rejim sembolü haline geldi.Sonuç olarak “devlet nerede?” sorusunun yanıtı, devlet burada yok değil. Rejim, son yirmi yıldır oluşan bütün refleksleriyle, rejimi koruma işlevine büründürdüğü devlet makinesiyle vardı, sadece bölgede değil, tüm ülkenin üzerindeki yük olarak. Yaşatamadığını bir de azarlayan devlet Yurttaş karşısında başını öne eğmeyi öğrenmiş bir devlet, yurttaş tarafından azarlanabilen ama yurttaşını azarlama hakkını kendinde görmeyen bir siyasal iktidara ihtiyacımız var. Planı kadere bırakılmış değil, hayatı yaşanılabilir yapmaya odaklanmış bir kamu idaresine ihtiyacımız var. Yaşamaya, onurlu bir yaşam sürmeye hakkımız var, devlet eğer burada olacaksa, güçlü olur, var olur. Yoksa, devlet burada yoktur! 'Nerede bu devlet?': Defter tutuyor Devletimiz defter tutuyor. Tuttuğu defterlere geçen sivil toplum örgütlerinin işbirliği içinde çalışmasına izin verilmiyor, hayatta kalabilmek için her türlü baskıyla uğraşmak zorunda kalan demokratik kitle örgütlerinin varlığı istenmiyor, çünkü bir rejim sözcüsünün, AKP sözcüsü Ömer Çelik’in dediği gibi AKP-MHP teşkilatlarının sahadaki varlığının kayıtlara geçmesi isteniyor.