YAZARLAR

'Kritik' seçimler ve siyasal temsil sorunu

Evet, on yıl boyunca gerileyen tartışmalarımızın eylemli bir canlılığa kavuşması bağlamında seçimin büyük bir önemi var. Fakat seçim, ancak bir başlangıç olacak. Demokrasinin içeriğini, siyasal temsilin kapsamını, niteliğini ve araçlarını belirleme tartışması yeni bir karşılaşmanın zemini olacak.

Türkiye’de ciddiye alınabilir güncel siyasal tartışmaların demokratik içeriği, bundan on yıl önce yaptığımız tartışmaların oldukça gerisinde. 2013 yılında, Türkiye’nin bütün bölgelerinde ortaya çıkan ve katılanların zihninde bir direniş imgesiyle; özgürlük ve eşitlik anı olarak hatırlanan Gezi Direnişi’nin hemen sonrasını milat olarak alabiliriz. Gezi ile birlikte hızlı biçimde yayılan eylemli düşünme dalgası etrafında başka birçok konu ile birlikte tartıştığımız temsil sorunu, modern burjuva devlet ve onun gibi örgütlenen siyasal parti, sendika, kitle örgütleri gibi temsili kurumların eleştirisini de içeriyordu.

Eşitlik ve özgürlük talebiyle, kendiliğindenci bir nitelikte ortaya çıkan her harekette ortaya çıkan karar verme sorunlarının çözüm yöntemlerine ilişkin deneyler mevcut temsili yapılar içindeki sorunların fiili bir eleştirisi niteliğindeydi. Bu içeriğiyle genel olarak biçimsel demokrasinin genel bir eleştirisinin nüvelerini içinde barındırıyordu. Başta parlamento olmak üzere, halkın taleplerini karşılamayan bütün temsili kurumların kapasitesini aşacak fiili bir eleştiri ortaya çıkmıştı. Hareketin özneleri, gençler kadınlar, işçiler, eşit ve özgür yaşamına müdahale edilen herkesin en yaygın olarak dile getirdiği sloganın “Diktatör İstifa” olmasının nedenlerini de burjuva demokrasinin kurumlarının aşırı sağ-İslamcı başka bir fiili eleştiriye tabi tutuluyor olmasında arayabiliriz. Mevcut devlet yapısının oluşturduğu kurumlar bir yandan post-faşist bir eleştiriye tabi tutulurken, diğer taraftan da doğrudan demokrasi deneylerini içeren bir demokratik hareketin eleştirisiyle karşı karşıyaydı.

Haziran 2015 seçimlerinde karşı karşıya gelen de bu iki eleştiri oldu. HDP’nin yüzde 10 barajını aşması, aşarken yürüttüğü kampanyanın demokratik içeriği ve HDP ve öncellerine daha önce hiç oy vermemiş kesimlerin desteği; Erdoğan’ın parlamenter sistem içinde tek başına iktidarı kullanma olanağını yitirmesiyle birlikte değerlendirildiğinde bu karşılaşmanın temsili kurumlar içinde yarattığı kırılmayı göstermelidir. 12 Eylül diktatörlüğünün kurduğu rejimin temsil bakımından çizdiği sınırlar aşılmış ve Türkiye demokrasisi gerçek bir eşiğe taşınmıştı. Bu eşik 2015 Haziran-Kasım ayları arasında halkımıza yaşatılan zulmün ardından post-faşist eğilimlerin açıkça iktidar araçlarına hükmetmesiyle aşıldı.

Aradan geçen on yıla yakın zaman içinde, olağanüstü iktidar araçlarının devreye sokulmasıyla burjuva demokrasinin ve mevcut temsili yapıların sunduğu kısmi direnç ve denetim olanakları da halkın elinden alındı. Parlamento tamamen işlevini yitirmiş bir kurum haline geldi, dolayısıyla yürütme gücü karşısındaki denge rolünü kaybetti. Yurttaşın temsili devlet kurumu ile ilişkisini kuran hak ve özgürlükler askıya alındı. Yargı, zaten işlevsiz kalmış yasama ve tek başına hükmeden yürütme karşısındaki konumunu kaybetti. Yeni rejim burjuva demokrasinin temel iddiası olan egemenlik mantığının yerine kurum ve kuralların üstünlüğünü geçirme iddiasını bütünüyle ortadan kaldırdı. Yeni rejimin temeli, kurum ve kuralların yerini demokratik meşruiyete gerek duymadan egemenlik yetkisiyle donanmış “kişi” ve “kişilerin” kararlarına dayanıyor. Sürekli teyakkuzda olma halimiz, sürekli bir krizin içinde tutulmamızın yarattığı kriz-karar diyalektiğinin sonunda geldiğimiz yer burası.

Buradan baktığımızda, Gezi’nin ve Haziran 2015’in çok gerisinde olsak da yeni bir karşılaşma içinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Bir tarafta mevcut post-faşist rejimin burjuva demokrasisini artık kalan adıyla da ortadan kaldırma iddiasını; diğer tarafta biçimsel demokrasisinin kurumlarını yeniden yaratarak Türkiye’yi ikinci yüzyıla taşma iddiasını taşıyan iki cumhurbaşkanı adayı var.  Adlarıyla Erdoğan ve Kılıçdaroğlu. Diğer iki aday, İnce ve Oğan’ın Erdoğan’ın tarafında olduğunu söylemek için oyları bölüyorlar benzeri argümanlara ihtiyacımız yok. Siyasal kurumlara ve egemenliğin işleyiş biçimleri bakışları bağlamında Erdoğan’ın tarafında oldukları açık. Sosyalistler bakımından bu geriye gidişin bedeli çok çok büyük ölçüde ve açıkça burjuva demokrasisinin kurumlarını inşa etme ve diktatörlüğün önüne geçme iddiasını savunan Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemek oldu ki artık “tatava yapma bas geç” gibi “ikna edici” argümanlara da gerek yok. Özgürlüğe, nefes almaya ihtiyacı hisseden toplumun her kesimi için artık bu kaçınılmaz bir tercih haline geldi.

Parlamentonun oluşumu bağlamında on yıl önce yaptığımız tartışmaların ferahlığında değiliz. Seçimlerdeki strateji, aşırı sağ ittifakın sandalye sayısını olabildiğince azaltmak üzerine kurulu. Parlamentonun oluşumunu, eski düşünce alışkanlıklarımız bağlamında cumhurbaşkanlığı seçiminin gerisinde tutarsak burada yanılmış oluruz. Çünkü kurumların inşası ve demokratikleştirilmesinde parlamentoda yer alacak demokratik güçlerin sayısıyla doğrudan ilişkili olacak. Dolayısıyla parlamento seçimlerinde sol-sosyalist-demokrat adayların varlığını en güçlü biçimde sağlayacak stratejilere ihtiyaç var. Gerek bir daha yaşanmamasını istediğimiz bir gerilemenin önünü kesecek bir hesaplaşma siyaseti gerek geleceğe ilişkin demokrasi güçlerinin önünü açacak zeminleri yaratacak mücadelede bunun büyük bir önemi olacak. Yani parlamentodaki varlığın gücü, parlamento dışı demokratikleşme araçları bağlamında yaşamsal. HDP ve TİP arasında başlayan tartışmada da seçime Emek ve Özgürlük İttifakı dışında katılan ittifak ve partilerin tartışmalarında da bu argümanın güçlü bulunmadığını anlıyorum.  

Evet, on yıl boyunca gerileyen tartışmalarımızın eylemli bir canlılığa kavuşması bağlamında seçimin büyük bir önemi var. Fakat seçim, ancak bir başlangıç olacak. Demokrasinin içeriğini, siyasal temsilin kapsamını, niteliğini ve araçlarını belirleme tartışması yeni bir karşılaşmanın zemini olacak.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.