YAZARLAR

Erdoğan rejimi bölgede ve her yerdeydi!

İşler istediği gibi gitmediğinde, eleştiri toplumsallaştığında Erdoğan’ın hep aynı tehditkar yüzünü gördük. Bu refleks de değişmedi fakat bu defa hiç olmadığı kadar belirgin bir rejim sembolü haline geldi.Sonuç olarak “devlet nerede?” sorusunun yanıtı, devlet burada yok değil. Rejim, son yirmi yıldır oluşan bütün refleksleriyle, rejimi koruma işlevine büründürdüğü devlet makinesiyle vardı, sadece bölgede değil, tüm ülkenin üzerindeki yük olarak.

Rejimin son bir haftadır verdiği refleksler semptomatik. Aslına bakarsanız rejim bakımından yeni bir şey yok, neredeyse yaşadığımız her krizde geliştirdiği refleksi tekrarladı. Bu defa farklı olan krizin maskelenemeyecek kadar büyük olması; sıva dökülmesini, boya kazınmasını değil tepeden tırnağa çürümüş bir yapıyı gizlenmesi mümkün olmayacak açıklıkta ortaya koyması. Rejimin gösterdiği refleksler, devlet makinesini, tek bir hedefe; yasal/yasa ötesi ticari, kabilevi, dinsel ilişkilerle birbirine bağlanmış bir çıkar şebekesinin iktidar olarak varlığını korumaya odaklamış olduğunu çıplak gözle görülebilir hale getirdi bu defa.

Unutulması mümkün değil, ama kayda geçmesi için bu refleksleri hatırlatıp anlamlandırmaya çalışacağım.

1- Defter tutma. Türkiye, ulusunu fişleyen bir devlet haline dün gelmedi. Fakat AKP döneminde yasal alanla yasa dışı alan egemenlik mantığının içinde öyle iç içe geçirildi ki fişleme bir olağanüstü yönetim aparatı olarak bambaşka bir işlev kazandı. Kamu kurumlarının temel uğraşı, kurum çalışanlarının kendi mesai arkadaşları da dahil olmak üzere fiş üretme mekanizmalarına dönüşmesini sağladı. Bu fişler, muğlaklaştırılan yasal alan içinde yurttaşların iktidara ilişkin konumlanmalarını belirlemek, özellikle bazı meslekler bakımından egemenlik ilişkisinin en ilkel formlarını sürdürmek için kullanıldı. Yargı, medya ve üniversitenin özünü belirleyen niteliklerinin yerini fişlemenin egemenlik mantığı içindeki kullanımı aldı. Fişleme, böylece, hem kurumsal hem de etik çöküşün temel aletlerinden biri olarak kullanıldı. Yürütmenin karşısında konumlanabilme kapasitesi olan kurumsal yapıların tasfiyesi ve bu kurumların içindeki davranış biçimlerinin biçimlendirmiş olduğu etiğin terk edilmesi rejimin varlığını sürdürmesi bakımından stratejik bir öneme sahipti ve tutulan defterler bu işe yaradı. Rejimin her iki ortağı tarafından tekrarlanan “defter tutuyoruz” ifadesi, dolayısıyla bugüne ait değil, rejimin temel refleksinin devreye girmesiydi.

2- Haberleşme hürriyetinin engellenmesi. Neredeyse, her toplumsal olayın, katliamın, yangının, korunan bir tecavüzcünün açığa çıkmasının ardından gelen yayın yasaklarına benzer bir refleksle daha insanlar enkaz altındayken ve sosyal medya arama kurtarma faaliyetlerinde en önemli yardımcılardan biriyken rejim Twitter'ı kapattı. Bu da yeni bir refleks değil, fakat krizin niteliği nedeniyle bu yapılanın işlevini açık biçimde ortaya koydu. Yurttaşının hukukunu değil, kendi varlığını korumaya odaklanmış, işlevi tamamen buna çevrilmiş makine bu defa canlarımız pahasına aynı biçimde, aynı refleksle hareket etti. Burada kalmadı, aynı gece on binlerce insan canlarıyla uğraşır, bölgede olan olmayan yurttaşlar elimden bir şey gelir mi diye düşünürken kolluk kuvvetleri gözaltılar ve ifade almayla uğraştı.

3- Demokratik kitle örgütlerinin, muhalefet partilerinin ve belediyelerin, derneklerin çalışmalarının zorlaştırılması. Kendi alanlarında mesleki beceri ve birikimi temsil eden kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, muhalif partilerin kazandığı belediyelere yapılan baskılar, onlar tarafından yapılan faaliyetleri kriminalize etme girişimleri rejim bakımından yeni değil. Bunlar yapabildiği her şeyi, anayasal sınırlara tabii olmadan yapabilme kudretiyle kendini donatmak isteyen rejim bakımından karşısında konumlanmış güç odakları olarak görülüyor ve tasfiye edilmek isteniyor. Deprem anı ve sonrasında da kurumlara ve muhalif siyasi partilere karşı gösterilen tutum, makinenin odaklandırıldığı işlevi tekrarladı. Devlet-parti-lider arasındaki bütünleşme, kamu idarecilerinin parti militanları gibi davranmasının kural haline gelmesinin ne derecede gerçekliğimizi belirleyebildiğini gösterdi. Devlet dışı örgütlenmelerin geliştirdiği dayanışma ağlarının engellenmesi, belediyelerin yaptıklarıyla rekabete girilmesi, muhalefet partilerinin dayanışma faaliyetlerine güçlükler çıkarılması ve en sonunda bir kriz merkezine kayyum atanması rejime niteliğini veren bu refleksin hızlıca devreye girmesiyle oldu.

4- Kader planı. Laikliğin kamusal tartışmanın tamamen dışına atılması ve rejime niteliğini veren ideoloji olarak İslamcılığın büyük paralar harcanarak kamuya dayatılması yeni değil. Neoliberal programın sonucu olarak devletin sorumlu olduğu alanlardan çekilmesinden kaynaklanan iş cinayetlerinde; yurttaşına insan onuruna yaraşır bir yaşam sunma çabasının yerine yoksulluğun dinsel cemaatler aracılığıyla sürdürülebilir kılınması programını izlediği için yaşanan cemaat yurtlarındaki çocuk ölümlerinde devreye sokulan “kader planı” refleksi 6 Şubatın hemen ardından devreye girdi. Bölgede “akredite” dini cemaatlere her türlü kolaylık sağlandı. İnsanların yaşamsal ihtiyaçları karşılanmadan Diyanet binlerce personeli ile bölgede konuşlandı. Mezarlıklarda, “şehit”lik söylemi, bu personel aracılığıyla yayıldı.

5- Prodüksiyonlu propaganda videoları. Rejim, toplumsal alanda yarılma yaratabilecek her eylemi öncesinde ya da beklemediği bir kriz ile karşılaştıktan hemen sonra propaganda aygıtını kullanıyor. Bu refleks de değişmedi. Devlet nerede sorusuna yanıt, milyonların yuvarlandığı aşağılayıcı yardım kampanyasıyla, çadırı bir saray gibi tarif etme utanmazlığıyla çekilen videolarla verilmeye çalışıldı.

6- Öfkeli, küfürbaz, hep alacaklı baba figürü. İşler istediği gibi gitmediğinde, eleştiri toplumsallaştığında Erdoğan’ın hep aynı tehditkar yüzünü gördük. Bu refleks de değişmedi fakat bu defa hiç olmadığı kadar belirgin bir rejim sembolü haline geldi. AFAD kriz merkezindeki konuşmasından alınan fotoğraf karesi, herhalde yıllar sonra Erdoğan rejimini en iyi anlatan fotoğraflardan biri olarak kullanılacak.

Sonuç olarak, “devlet nerede?” sorusunun yanıtı, devlet burada yok değil. Rejim, son yirmi yıldır oluşan bütün refleksleriyle, rejimi koruma işlevine büründürdüğü devlet makinesiyle vardı, sadece bölgede değil, tüm ülkenin üzerindeki yük olarak.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.