YAZARLAR

Yüzünde yüzyılı taşıyan ressam: Lucian Freud

Londra’daki Ulusal Galeri, çağdaş resmin ikon fırçası Lucian Freud’u 70 yıla yayılan kariyerinden seçilmiş 60’ın üzerinde yapıtla anıyor. 2011’de ölen ve kendisi de kurumun müdavimi ressamın 100. doğum yıldönümü anısına açılan sergi, insanlığın çıplaklığını hem ölüm, hem yaşamda buluşturması açısından neyin, kimin zengin, kimin yoksul olduğunu, soyan, soyulan ve soyunan arasındaki ebedi suç ortaklığını yüzümüze vuruyor

İngiltere’nin başkenti Londra’da 1824’ten beri hizmet veren yaklaşık 200 yıllık Ulusal Galeri / The National Gallery, ülkenin en tanınmış çağdaş ressamlarından, psikanalist Sigmund Freud’un torunu Lucian Freud’un 70 seneye yayılan kariyerinin başlıca yapıtlarını, 10 yıllık bir aradan sonra ilk kez sergiliyor. 1 Ekim ve 22 Ocak arasında yer alacak Lucian Freud: Yeni Perspektifler sergisi, ressamın sanat pratiğindeki evrimini erken dönem ve mahrem örneklerinden, tanınmış, büyük ebattaki eserleri ve ‘anıtsal’ çıplak portrelerine değin yansıtıyor.

Trafalgar Meydanı’nın kuzey kanadında yer alan ve ilk mimarî imzası William Wilkins’e ait Ulusal Galeri’deki  1 ve 8 numaralı salonlar arasında izlenecek sergi, İspanya’nın başkenti Madrid’deki Museo Nacional Thyssen-Bornemisza Sainsbury desteğiyle, Credit Swisse öncülüğünde izleyicilere sunuluyor. Müzenin genişletilmiş Sainsbury Kanadı birimi ise, Denise Scott Brown ve Robert Venturi’nin imzalarını taşıyor. 13 ilâ 20’nci yüzyıl sanat tarihinden pek çok eseri barındıran müzenin en önemli özelliği, asıl sahibinin Birleşik Krallık halkı olmasından dolayı, girişinin serbest olmasıyla kendini gösteriyor. Bununla beraber, müzede açılan Lucian Freud misali türlü özel sergilere, pek çok kurumda olduğu gibi elbette ya biletle ya da özel üyelikle girilebiliyor.

Yine de müze, bilhassa günümüz ekonomik koşullarında izleyicileri ve kendi kurumsal sürekliliği için buna göre de bir ara çözüme gidiyor ve Cuma akşamları saat 17.30 itibariyle, 21.00’e değin ‘gönlünden ne koparsa,’ mantığıyla, gerek National Gallery kurumsal sitesi üzerinden ve gerekse kişisel ödeme yoluyla asgari 1 Pound’luk ödeme ile (yaklaşık 21 TL) müzeye giriş, herkese müsait kılınıyor. Kısaca Lucian Freud sergisi, Pazartesi-Cuma arası 24 Pound (Yaklaşık 530 TL) ve hafta sonları ise 26 pound karşılığında gezilebiliyor.

1922-2011 yılları arası yaşamış sanatçının retrospektif sergisinde, 65’ın üzerinde eser görülebiliyor. New York Modern Sanat Müzesi-MoMA, Tate, British Council ve Arts Council gibi koleksiyonlardan derlenmiş bu resimler arasında, özel yaşamına ve üretim koşullarına karşı son derece bağlı Freud’un, tıpkı 8 Eylül’de 96 yaşında hayatını yitirmiş İngiltere Kraliçesi 2’nci Elizabeth gibi, dünyaca tanınmış simaları da tasvir ettiği portre eserleri de görülebiliyor. Sergi, öte yanda sanatçının sağlığında kendisi üzerine tutulan magazinel şöhretin aşırı parlaklığını da geride tutarak, esasen yapıtlarının hak ettiği farklı okumalar ve teşhir koşullarını, tıpkı kendisinin ‘resim’ denen aktaran üzerinde yılmaksızın aradığı haliyle, yeniden ortaya koyabilmeyi hedefliyor.

Ulusal Galeri Direktörü Dr. Gabriele Finaldi, sergiyle ilgili açıklamasında, “Tek bir sergi bileti bazen ziyareti de güçleştirebiliyor. Pek çok geçici sergimiz ücretsiz gezilebilir durumdayken, ‘Dilediğin gibi öde’ girişimi ile herkesin Freud yüzyılına tanık olabilmesi pratikte mümkün olabilecek,” derken, küratörlüğünü National Gallery Modern ve Güncel Sergi Projeleri sorumlusu Daniel F. Hermann’ın Madridli meslektaşı Paloma Alarcó işbirliği ile yaptığı sergide, Freud’un 70 yıllık kariyeri üzerine 10 yıldır sürdürülen çalışmaları arasında öne çıkan, 1940’lardan günümüze gelen ‘Güller ve Kız’ ya da Museo Nacional Thyssen-Bornemisza, Madrid koleksiyonundan ‘İki çocukla Yansıma’ gibi otoportre eserleri bulunuyor.

Sergide ayrıca, sanatçının 2003-2004 yılları arasında ürettiği ve bugün özel bir koleksiyonda tutulan ‘The Brigadier / Tuğgeneral’ isimli portre çalışması da yer alıyor. Sergiye Lucian Freud Arşivi mensubu, sanatçının sağlığında özel asistanlığını üstlenmiş ve dahi eser konusu olmuş David Dawson da destek veriyor. Serginin, gelecek yılın şubat ve haziran ayları arasında da, sergiye katkıda bulunan Madrid’deki müzeye taşınması öngörülüyor. Küratör Hermann, sergi ve Freud hakkında yaptığı açıklamada, özetle şu ifadelere başvuruyor:

“Ulusal Galeri’deki Freud’un yüzyılı sergisi, Avrupa resmi geleneği üzerine sanatçının nasıl bir pozisyon geliştirdiği hakkında yeniden düşünmemize vesile olacak bir fırsat. Kendisi, Galeri müdavimlerinden biri olarak ona ilham kaynağı veren ve meydan okuduğu yapıtlarla her daim buradaydı. Gözü karalığı ve üretimine karşı tavizsiz bağlılığı ile, Frued bugünkü güncel sanatçılara da ilham kaynağı olabilecek figüratif başyapıtlar ortaya koydu. Üretimi, gel zaman git zaman biyografisi ve şöhretiyle gölgelendi. Biz bu sergiyle sanatçının yapıtlarına daha da yakından bakmak adına yeni bakış açıları öneriyor ve Freud’un resmin ta kendisine dair ustalığına yapıtlarına, çeşitli bağlamlar ile daha da yakından bakabilmeyi amaçlıyoruz.”

Freud’un 100’ncü doğum günü şerefine hazırlanan sergi, National Gallery üzerinden, sanatçının sanat tarihiyle kurduğu hiç tükenmeyen dirsek teması için de bir yankı kaynağı sayılıyor. Uzmanlar, açıklamalarında, sanatçının ‘oturan figür’lerini klasik Alman ressam Hans Holbein’in eserleriyle bağdaştırırken, iç mekân kompozisyonlarındaki Gerçeküstücü öğelerin altını çiziyor ve el ele figürlerde ise bilhassa, yine Rönesans dönemindeki dostluk tasvirlerine göndermede bulunuyor. Keza Freud, resmettiği soylular vesilesiyle de kendini Rubens ve Velazquez ile de aynı seviyede tuttuğunu, yapıtları üzerinden bir biçimde dünyaya teşhir etmiş oluyor.

Lucian Freud, geç dönem kariyerinde seçtiği konu-kişiliklerle bütünleştirdiği atölyesinin doğal sahnesi ve konularını resmetmek üzere onlara getirdiği kendine özgü duruşlarıyla da tanınıyor. Dolayısıyla bir araya getirilen bu dönemin üretimi, alanında erken 21’nci yüzyıl ve 20’nci yüzyıla büyük ilham kaynağı olmuş sanatçının anıtsal çıplak portreleriyle, insan bedeninin tasviri için çok önemli bir tanıklığa zemin hazırlıyor.

Sergiye daha yakından baktığımızda, etkinliğin beş kronolojik birime ayrıldığı görülüyor. ‘Freud Olmak’ isimli bu kısımda örneğin MoMA-NY’dan getirilen ‘Nergisli Kadın’, özel bir koleksiyondan ödünç ‘Laleli Kadın’ gibi işler yer alıyor. Bu ilk birimde, sanatçının 1950’lerin Venedik ve Sao Paolo bienallerinde izlenen eserleri bulunurken, o dönemde sanatçının uluslararası tanınırlığına vesile olan ve erken dönem kurumsal koleksiyonlara girişini hızlandıran çalışmaları da bulunuyor.

Sergideki ‘Mahremiyeti Resmetmek’ başlıklı bölüm ise, ressamın aile bireyleri ve arkadaşları ile ilişkilerini, özel koleksiyon çıkışlı ‘Michael Andrews ve June’ (1965-66), ‘Bella ve Esther’ (1988) gibi örnekler üzerinden yansıtıyor.

Serginin ‘Kudret ve Ölüm’ başlıklı bölümünde ise, ressamın iktidarı elinde bulunduran bireylere bakışı, yahut annesinin vefatına giden süreçte yansıttığı ‘Ressamın Annesinin Vefatı’ (1989-Cleveland Sanat Müzesi) gibi çalışmalarına yer veriliyor.

Etkinliğin ‘Sanat ve Atölye’ başlıklı bölümünde ise izleyiciler bu kez, Freud’un sanatsal takipçilerine yönelik hevesi ve bu durumun atölyesinde ürettiği esnada gündeme gelen işlevini gözlemleme imkânını buluyor. Newhouse Koleksiyonu’ndan sergiye taşınan ‘Ressam ve Modeli’ (1986-1987) gibi bir çok çalışma, bu başlık altında izlenebiliyor. Böylece serginin bu bölümü, sanatçının resim mefhumunun işlevi ve temsiliyet potansiyeli üzerine odaklandığı son dönemini de izlenime sunmuş oluyor. Bu minvalde sergide Freud’un en meşhur yapıtlarından ‘Et’ veya ‘Ressam Çalışıyor, Yansıma’ gibi 1993 tarihli, insan bedeninin yüzeyi üzerine ilerleyen yaşlarda da yoğunlaştığı çalışmalarıyla, devasa etkinlik nihayete eriyor.

Zaten Freud da, vaktiyle Ulusal Galeri’yi anarken buradaki sanat tarihsel ve kültürel birikimden ‘Yeni fikirler ve yardım almak maksadıyla’ ziyarette bulunduğunu, maksadının tüm resimlere bakmaktan ziyade, resimlerdeki durumları gözlemlemek olduğunu belirterek, tıbbi analojiye iltifat ediyor ve bilhassa kollar ve bacaklarda yoğunlaştığını açıklıyor. Ve hatta bir yerde şu ifadeyi bile kullanıyor: “Doktora gideceğim yerde, yardım için Ulusal Galeri’ye gidiyorum.”

Freud bilindiği gibi, 1987’de de Galeri’nin geleneksel ‘Sanatçının Gözüyle,’ sergi dizilerinden birinin de küratörlüğünü üstlenmişti. Sanatçı, Chardin’den Vuillard’a uzanan pek çok sanatçıdan yaptığı seçkiye dair yazdığı metinde, şu ifadeyi kullanmıştı: “Ben bir resimden ne umuyorum? Beni afallatmasını, rahatsız etmesini, baştan çıkarmasını ve ikna etmesini.”

Sanatçı yine, “Eskiden Yeniye-İlişkiler”  projesinde Ulusal Galeri’nin kalıcı koleksiyonuna ilhamla davette bulunduğu 25 sanatçıdan biri olarak, Chardin’inn ‘Genç Kadın Öğretmen’i seçmiş ve ‘Chardin’den Sonra’ isimli bir desen üretmişti. Ressam, 2016’da Ulusal Galeri’de açılan ‘Ressamların Resimleri: Freud’dan Van Dyck’e isimli serginin de baş köşesindeydi. Sanatçının imzası, Corot’nun 1870 tarihli ‘L’Italienne’ isimli çalışmasıyla bir arada izlenime sunuldu. Freud’un kişisel koleksiyonunda bulunan Corot’nun çalışması, sanatçının vefatı ardından ise Galeri’ye dahil edilmişti.

Üstat Freud’un Ulusal Galeri ile yakınlığı bununla da bitmiyordu. Sanatçı 2008’de kuruma ve İskoç Ulusal Galerileri’ne destek kampanyası için, Titian’ın ‘Diana ve Actaeon’ (1556-1559) ve ‘Diana ve Callisto’ isimli eserlerinin alımına katkıda bulunmuş ve şunları ifade etmişti:

“Nasıl oluyor da Matisse denli zahmetsiz bu resimler, sizi bir trajediden daha çok etkiliyor olabilir? İçerdikleri her şey, orada izleyenin zevki uğruna bulunuyor. Gerçekten de ne olup bittiğini anlamak güç. Akarsu, köpekler, insanlar, her ne kadar birbirleriyle ilişkili olsalar bile, hepsi bizi tatmin uğruna oradalar. Bana göre, bunlar en basit tabirle dünyanın en güzel resimleri. Bir kere gördünüz mü, tekrar, tekrar göresiniz geliyor.”

Ulusal Galeri’den buraya dek edindiğimiz cömert basın ve kamuoyu bilgilerinden biraz daha öteye gidip, sanatçının desenleriyle de yer aldığı sergiye daha yakından bakmaya cüret edelim: 

Sergide meselâ, atölyesinde kariyeri boyu kendiyle sık sık randevulaşan Freud’un, ta 1939’dan gelme, özel koleksiyondan bir otoportresi mevcut. Tuvalin tümüne genleşen bu asimetrik 17 yaş çehresindeki katmanlı örtü hissi, sanatçının çekik yaban bakışlarındaki hipnotik kudretle birleşince, insan bir suretten ziyade, patlamayı bekleyen bir yanardağın aslen kişiyi olduğu yere mıhlayıcı buyurgan zelzelelerine maruz kaldığını hissediyor.

Yine sergide, sanatçının 1946 tarihli ‘Devedikenli Adam’ isimli, 1961’de Tate koleksiyonuna giren eseri de öne çıkıyor. Savaş sonrası sosyalist gerçekçi Rus ressamları ve gerçeküstücülerin aidiyet bulantılarını yaratıcı biçimde ihbar eden bu solgun, fakat bakışlarındaki ısrarla dipdiri otoportresi ile Freud, hem kendisi, hem de içinde bulunduğu durumla, mümkün olan en samimi, ama aynı zamanda en düşsel eşikte nasıl bir araya gelebileceğini sorguluyor. Resimdeki, hani sanki orak ve çekiç siluetli, çitvari deve dikeni adeta, ‘o andaki’ Freud için sanki bir tür Berlin Duvarı vazifesi görerek, onu aynı anda hem özgür, hem de tutsak pozisyonda bırakıyor.

Bu güzergâhta baktığımızda, sergide yer alan 1944 tarihli, özel bir koleksiyondan izlediğimiz ‘Sanatçının Odası’nda ise, bu gerçeküstü etki, kendini daha bariz hissettiriyor. Yine sanatçının 1940-41 tarihli dışavurumcu figüratif lezzetteki kompozisyonu ‘Mülteciler’ ise, yine sanatçının ‘ötekileştirilen’ herkese aslında ne kadar farklı baktığı ve her bir bireyin hakikatini tabirle nasıl yükümlü olduğunu ispat etmeye çalışırcasına, arşivlerdeki yerini alıyor. İlginç biçimde bir fotoğraf mizanseni gibi ortaya koyduğu bu çalışmada Freud’un eserin merkezine konuşlandırdığı görme engelli, kara gözlüklü, kirli sakallı bireyin, tüm mültecilerle kol kola girmek durumunda bırakıldığı haldeki şaşkınlığı, izleyicinin resmin içine adım attığı belki de ilk özdeşlik vesilesi olarak, eserin Brecht etkili duygusu, sanki ressamla ruh ikizliği ve görsel manyetikliğinden ödün vermiyor.

Bu arada, sergideki otoportreler, füzen olsun, mürekkep olsun, yağlıboya olsun, farklı tarihleriyle, bunlarla da sınırlı kalmıyor. Serginin ‘kült’ yapıtlarından birinde, Newhouse koleksiyonuna ait yağlı boyasında sanatçı, 1993 tarihli boy aynası aksinde görülüyor. Freud bu anadan doğma resminde, sanki, sağ elinde fırçası, sol elinde bitkin ama renkli paletiyle, ayağında bağcıksız kundura ile, neredeyse ruhanî bir Don Kişot portresi çiziyor.

Yine sergide, Freud’un 1956 tarihli, eski bir Rönesans geleneği olarak iradî halde yarım bırakılmış bir çalışmasında, bu ön ve arka, geçmiş ve gelecek gerilimi kendini belli ederek, ‘yapıt’ ile yaratanın doğum ve ölüm sancıların izleyiciye aynı anda sorgulatıp, duyumsatıyor. Sanatçının bu üslûpla geride bıraktığı bir diğer eserinde ise, sonradan fikir ayrılığına düştüğü eski dostu, çağdaş Britanyalı ressam Francis Bacon’a ait 1956-57 tarihli bir portre etüdü yer alıyor.

Freud yine, 1975-1976 tarihli bir diğer portresinde, arkadaşı ve meslektaşı Frank Auerbach’ı tasvir ediyor. Resim, kendi içinde ürettiği kişisel alanla Freud’un dostuna yaptığı bir iltimas etkisi verirken, Auerbach’ı adeta kendi kendisiyle baş başa tasvir etmeyi seçen ressam, bir yerde onunla son derece dostane bir empati de kurduğunu, onu özgür bırakmayı her şeyden çok arzuladığını bu kompozisyonuyla kanıtlamaya çalışıyor. Empati demişken Freud, 1986-1987 tarihli ‘Ressam ve Modeli’ adlı çalışmasında bu kez ‘külahları değişerek’, yine atölyesinin mütevazı tahtında, yaratılan, yaratan ve kul ilişkisini, izleyici, eyleyici, taşıyıcı gibi unsurları, boya tüplerinin sapına kadar sınıyor. Ressam, tuvalin üstlendiği ‘iç’ler acısı manzarayı bir suç mahalline dönüştürerek, kadın ve erkeğin varoluşu refakatinde sorguluyor. Genç bir kadının, elinde fırçalarla ressam olarak tasvir edildiği, Freud’un bu empatiyi dibine kadar götürerek model olmanın sınır ötesine geçme özlemini deneyimlediği bu resim, izleyende aynı anda hem cennet, hem cehennem etkisi veren, çaresiz ve dobra bir dünyevilik, bir fanilik, eşikte kalma hissi bırakıyor.

Keza, yine anılmayı hak eden ‘Nergisli Kadın’, ‘Laleli Kadın’ veya ‘Kedicik ile Kadın’ gibi, 1945’li yıllara ait benzer, solgun paletli tuvalleriyle de Freud, bu makus portrelerde yine, yazgı ve arzunun bireydeki varoluşsal ömrünü her seferinde ‘anladığı’ ve gördüğünün sürekli ve çelişkili kışkırtmasına katlanarak, art arda tayin ediyor. Lucian Freud resimlerinin her biri, insanda, sürekli kullanacağınızı bildiğiniz, ama asla aynı şekilde deneyimlemeyeceğiniz kum saatleri etkisini çağrıştırıyor.

Resimler, izleyenle etkileşime girdiği müddet ve münasebet seviyesinde, her nevi tabirden azade olmaya, izleyicinin algısından kendi gerçekliğine iltica etmeye, kendi canına zamanla, tane tane göç etmeye, dahası neredeyse, izleyiciyi gözünden düşürmeye ve kendinden caydıkça yeniden belirmeye başlıyor.

Eserlerdeki bu seçilmiş umarsızlıktan kaynaklanan özgürlük ve özgünlük, sergideki ‘Notting Hill - Geniş Enteryör / İç Mekân’ kompozisyonunda da adeta içinize dökülüyor. Böyle diyorum çünkü Freud’a özgü diyebileceğimiz bir bakış açısı, tasvir edilen cisim veya isimlerin kendi aralarındaki varlık hiyerarşisi adına da resmin katmanlaşmasına, psikolojik bir akarsu misali fayda sağlıyor. Bu tuvalde Freud yine alışıldık düzene başkaldırarak, izleyiciye kurgu ve gerçeğin muhakemesini yapmak üzere yine çetin sorular fırlatıyor. Eserin sakin cadde boyuna bakan penceresi ardında orta yaşlı bir çıplak erkek, koynunda bir bebeğe göz kulak olurken, önde bu olup bitene kayıtsız / alışkın bir diğer erkek, uyuklayan köpeğinin refakatinde, huşu içinde kitabını okuyor.

Freud, 1998 tarihli eserde güya çaktırmadan sağ tarafa bir dekorasyon detayına kamuflajla diktiği kutsal haç imgesiyle de izleyicinin potansiyel ahlâk ve vicdan eşiğine çimdik seviyesini artırırken, arkadaki çıplak erkeğin kundaktaki bebeği acaba emzirip emzirmediği sorusu ise, izleyicinin algı ve hüküm seviyesine bırakılıyor.

Sanatçıdaki bu ikircikli, teatral kurgu eğilimi, sözgelimi 1954 tarihli, otobiyografik denebilecek ‘Otel Odası’ kompozisyonunda da yine seçiliyor. İlginç biçimde bu resimde, gölgedeki erkek, yataktaki melankolik kadından çok daha ilgi uyandırıyor ve canlı bir pusunun, en çok da kadının düştüğü halin birincil müsebbibi oluyor.

Freud belki de izleyicisinin algısıyla suç ortaklığını zaten bildiği için, sonsuzlukla girdiği sırdaşlığın mukavelesini de annesinin ölüm döşeğindeki huzurunda bulduğu anlık ölümsüzlüğün karakalem deseniyle, göz alabildiğince içtenlikle imzalıyor. Cleveland Sanat Müzesi’nden sergi için getirilen bu desen, 1989 tarihini taşıyor.

Öte yandan, geç dönem ‘nü’ kompozisyonlarıyla satış rekorları kırarak büyük ilgi odağı olan Freud’un 20 yıldan fazla süredir asistanlığı ve modelliğini yapan sanatçı David Dawson da, ustasının 100’ncü doğum yıldönümünü yine Londra’daki bir çağdaş sanat galerisi olan Hazlit Holland-Hibert’te anmaya hazırlanıyor. Bu özel sergi, galeride Freud’a ait yağlıboyalar, desen, bakır levha orijinal örnekleri ve gravürler ile, Dawson’ın bu uzun beraberlik esnasında rastlantıyla çektiği nice fotoğrafı buluşturuyor. Etkinlik, sanatçının ev-atölyesinde köpeği ve modeli Eli ile baş başa kaldığı Corot, Degas, Bacon, Constable ve Auerbach gibi imzalara ait başyapıtlarla kurduğu özel ilişkiyi de, asistanının çektiği ve ilk kez görülecek kareler ile, 6 Ekim ve 16 Aralık arasında gün ışığına taşıyacak.

Sergi, beraberinde Modern Art Press etiketiyle ilk kez basılan bir ‘Catalogue Raisonne’un da meraklılarıyla buluşmasına zemin hazırlıyor. Serginin en dikkat çeken karelerinden birinde Dawson, Freud’un üst katta ölümü ardından, 20 Temmuz 2011’de makinesini alıyor ve sanatçının atölyesinde bıraktığı ayakkabılarını görüntülüyor.

Dawson bu eserle ilgili yaptığı yorumda, o sabah bu kareyi çekerken, esasında ‘ölümün nasıl bir şey olduğunu idrak etmeye çalıştığını’ basına ve kamuoyuna aktarıyor. Yüzyılın yüzünü tüm halleriyle betimlemek için, gözü ve vicdanından geleni son nefesine kadar yapan Freud için düzenlenen bu sergiler, insanlığın çıplaklığını hem ölüm, hem yaşamda buluşturmalarıyla, neyin, kimin zengin, kimin yoksul olduğunu, soyan, soyulan ve soyunan arasındaki ebedi suç ortaklığını hepimize tekrar düşündürüyor.


Tablolar: © The British Council ve © Lucian Freud Arşivi - © Bridgeman Images ile National Gallery.
Fotoğraflar: David Dawson, Hazlit Holland-Hibert.