YAZARLAR

Komet’i kuyruğundan tutabilmenin cüreti

Komet hep, ‘Bir kişinin, o da gözleri kapalıyken, karanlıkta ve alacakaranlıkta gördüğü düşü, bir çok kişinin görebilmesine vesile olan bir fırça’ oldu. Özgürlük, ressam, şair, video ve performans sanatçısı Komet’in çalışmalarındaki konu veya varlıkları için, sürekli bir mesele olarak var oldu...

Önceki perşembe akşamüstü,  cayır cayır bir telaşlı güneş ve onun tepesine binen gri sakallı bulutlar münakaşa edip de, güneş, bulutları tertemiz damlalarıyla ağlatırken, ben günbatımında dünyayla helâlleşen bir yıldızın kuyruğunda bekliyordum. Yedi renkli, çifte kemerli, devridaim, bu hep uzak, yedi bulaşık renkli yıldızın mayışıklığında beklerken, o anı ölümsüzleştirmeye çalışan trafikte, tanımadığım nice insanla aynı yoğunluğu, kaput kaputa tecrübe ediyordum.

İstanbul’un hazırlıksız yakalandığı, hatta hak edip etmediğini bile kendine soramadan, üstünde beliren bu çifte kemerli gökkuşağının, bir anlığına bu yaşayan kültür hurdasına bahşettiği görüntü, aklıma ister istemez - şair, ressam, video ve performans sanatçısı - Komet’in, tercümesini tüm duyularına yaptığı âlemleri getirdi.

Çünkü 2019’da, 1980’lerden iki yağlıboya eseri üzerine yaptığım bir yorumda da söylediğim gibi, Komet hep, ‘Bir kişinin, o da gözleri kapalıyken, karanlıkta ve alaca karanlıkta gördüğü düşü, bir çok kişinin görebilmesine vesile olan bir fırça’ oldu. Birbiriyle ilgisiz ne varsa, hep aynı dünyada bulunduğunu hatırlattı.

Ben kendisiyle bu halet-i ruhiye içinde ilk tanıştığımda İstanbul Dolmabahçe’deki şimdiki Cumhurbaşkanlığı binasına denk gelen tarihi yapıda, İdi İdim İdik isimli çok disiplinli bir sergi projesini, Galeri Artist ile 2000 yılında düzenlemişti. Proje kapsamında, dönemin siyah-beyaz Türkiye medyasının sesi Mesut Mertcan ile de işbirliğine giren Komet, çalışmalarında sloganlar, kolajlar refakatinde performanslar da ortaya koymuştu…

Tıpkı, önceki akşamüstü bize hayatın bu gökkuşağı altındaki geçici güzergâhta müsaade ettiği gibi, onun yapıtlarında hep, ‘Nereden gelip, nereye gittikleri bilinmeyen bir grup kadın ve erkek, içlerinden bir tanesinin ötekilere gösterdiği gizemli, ışık saçan 'şey'in büyüsüyle, resmin duygusunu ele geçiriyor’du. Böylece, ‘Resimdeki orta sınıf mensubu görünümlü Avrupai bireyler, bu aşkın nesnenin optik illüzyonuyla baştan çıkmışçasına, bir tür ara - dış mekân ve zamanda, kendilerinden geçiyor’du. Hani iki taşıma aracının birbirine denk gelip, içindekilerin birbirinin hem yapıtı ve hem de izleyicisi olduğu o anlık dikizciliğin hürriyeti vardır ya, sanki Komet’in eserlerinde bu hep mevcut oldu. Resimle resimlenenin yersiz yurtsuz, iltimas bilmez yazgı kuyruğu, Komet’i de aynı samimiyetle tarifledi.

Keza, ‘Tıpkı bir şiirin, kendini okuruna boylu boyunca güvenip dize dize bırakması gibi, Komet'in yapıtları da, varoluş ve anlam maceralarını, karşılarına geçen izleyicinin cüreti ve onları tanıma veya yadırgama eşiğinden alıyor’du. Yine, ‘Eserlerinde bir çocuğun uzlaşmaz, yaramaz bakışını bunca sene muhafaza edebilmiş biri olarak Komet, çalışmalarında nesnel değil, öznel durum tespitleri yapıyor; ressam, hayattan cımbızladığı duygu durumlarını, neredeyse psikanalitik çerçevelere sığdırıyordu.’

Hocam Sn. İpek Aksuğür Duben, ta Ekim 1978’de ‘aktüel sanat tarihi’ne özgün izler bıraktığı, bugün yarım asrı görmüş Milliyet Sanat Dergisi’ndeki yazısında, Komet hakkında şu okumalarda bulunuyordu:

“...Komet’in, resimlerinde olayı sunarken özellikle üzerinde durduğu nokta, olayın çevresindeki alanın ve havanın ne kadar ve ne miktarda bırakılacağıdır ki, örneğin tek bir figürün çevresi içindeki yalnızlığı, kaybolmuşluğu, çevre kapsamıyla tanımlanabilsin. Bu endişesinde Komet, günümüzün en büyük iki figürcülerinden olan Francis Bacon’la (Öbürü Balthus) birleşir. Bacon için de, resimde olayın yerleştirilişi, seyirciye aktarılmak istenen mesajın etkinlik kazanması bakımından çok önemli bir ögedir. Bacon’da olduğu gibi  Komet’te de figürlerin yerleştirildiği çevre, figüre daha etkince öncelik tanıma olanağı yaratırken, aynı anda onu ressamın yarattığı dünyadan acayip bir biçimde ayırır, koparır. Örneğin, herhangi bir gazeteden bulunmuş, çok olağan güncel bir tipi, Komet tüm gerçekçi giysileri içinde buğulu, sisli, romantik bir Rönesans peyzajı içine yerleştirir.”

Korona günlerinden bir söyleşisinde, iki sene önce (Ressam Komet: Sanat bir özgürlük meselesidir ) Komet, söyleşinin ta dibinde okura yine bir inci bulduruyor ve ‘Yetiştirme duygusu olmadan, özgürce resim yapmayı özledim,’ diyerek, mühim ve vahim bir tespitte bulunuyordu. Yaratıcıya uygulanan yaratma baskısıydı bu. Kültür endüstrisinde bir emekçinin, isyan imasıydı.

Komet (ve nicesinin) eserlerindeki özgürlüğün, gerek onlarla hemhal olma, gerekse onlarla özgünce türeme hakkının ne kadar mahrem ve tartışılmaz olduğuna, bu yüzden bir kere daha tosladım. Pek çok sanatçı gibi, üretim sancılarını felsefe, edebiyat, efemera, folklor, siyaset, psikoloji, sinema ve müzik gibi nice devayla bastırmaya çalışan Komet’i, kuyruğundan tutabilme cüretini o vakit kendimde buldum.

Zaten Gezi Süreci’nden sonra, Sıraselviler’de yer alan Pilot Galeri’de 6 Kasım-13 Aralık tarihleri arasında kendisinin düzenlediği ( Pilot Galeri - Exhibitions ) ‘Mesele Mühim’ sergisinin de odağında, bu vardı.

Özgürlük, özgünlük Komet’in hep vahim, çünkü mühim bulduğu güncel bir mesele oldu. Video, fotoğraf, yerleştirme ve resmi bitiştirdiği, içinde ‘Oto-sansür’ isimli siyah beyaz bir videoyu da içeren sergisi üzerine, o günlerde kendisiyle yine aynı dergi adına konuştuğumuzda, şunları vurgulamıştı:

“Türkiye’deki durumlar öyle bir hal arzetti ki, bir sürü insan, medya baskıya uğradı ve bir sürü insan, işini terk etmek mecburiyetinde kaldı. Herkes çekinerek konuşmaya başladı. Bunun bir eleştirisi olarak, böyle bir iş yaptım. Burada, baskıya karşı özgürlük söz konusu, çünkü sanat, her şeyden öte bir özgürlük işidir. Önce sanatçının kendini özgür hissedip, özgürce bir şeyler yapması lâzım ki, yaptığı iş daha özgür olsun ve dolayısıyla ona bakan insanlara da, özgür bir şeyler taşısın. Aslında sanat, müthiş bir özgürlük alanıdır. Baskı, sanatı yıkar. Her türlü angaje sanat, sanattan bir şeyler götürür. Sadece şu olabilir: Sanatçı özgür olarak belli bir düşünce alanında kendini angaje edebilir, ama özgür olduğu zaman.

Özgürlük, Komet’in çalışmalarındaki konu veya varlıkları için de sürekli bir mesele olarak var oldu. Öyle ki Komet, eserlerin kendilerini ne gibi bir tavırla özgür bıraktığını, yine 2021’deki Dirimart ‘Resim Sergisi’ adına verdiği başka bir röportajında, ‘Aralarındaki diyalog nasıl oldu, ben atölyede yokken ne oluyor, onu bilemiyorum henüz. Belki kavga ediyorlardı veya sevişiyor veya dedikodu yapıyorlardı,’ diyerek tariflemişti.

Nedensellikten değil, nedensizliğin dobralığından yıllar boyunca feyz alan Komet, ilgili ‘Resim Sergisi’ adına sevgili Ahmet Ergenç’le konuşurken de, (Komet: “Hayatın acemisi olduğumu kabul ediyorum.") her ne kadar ‘Ben renkçi bir ressam değilim,’ dese bile, İpek Duben’in ima ettiği görsel koreografinin ışık uzmanı, bittabii kendisiydi: Diyalektiğin, saçmanın, hasımlığın, hısımlığın, hazımsızlığın, resimlerinde (ve elbette şiirlerinde) konu edindiği hemen her duygudurumun tuvali veya anlatıyı içerden methettiği bir nevî psikolojik ziya, Komet’in eserlerinde izleyiciyi mum yanığında bir sabır ve güzellik içinde aydınlatma, farkındalık sızdırma ve hür olarak o espastan bile vazgeçecek denli geri çekilme vazifesi gördü.

Komet ve Evrim Altuğ.

Fark etmişsinizdir. Komet’le samimiyetimiz de, eserlerinin evvelâ kendilerine ayırdığı bu içten mesafeyi gözlerimiz bir yerlerden ısırdıkça, daha bir arttı. Ben de yaşamın, gökkuşağı kadar aleni lakin sahiplenilmez tek geçici ortak değer olduğunu her eserinde beklenmedik nice tabirle bize ısrarla hatırlattığı için, kendisine bu fani kelimelerle teşekkür etmeye çalıştım.