YAZARLAR

'Mihrak'ım diyerek sana yüüüz vuurdum...

Böylesi bir ortamda “dış mihrak retoriği” geçici olarak candır, zira günü kurtarır. Hem oy veren hedef kitlenin kafasını karıştırarak suçu dış düşmana, olmadı “yerli işbirlikçi” CHP’ye atar, hem de fakirleşen halk “hicranı” iktidara hiç bulaşmadan içselleştirir ve öğrenir.

Beyaz Saray’ın iletişim ofisinde 30 kişi çalışıyormuş. Merkezi Ankara’da bulunan görkemli İletişim Başkanlığı bünyesinde ise 1500 kişinin istihdam edildiğini resmi açıklamalardan öğrendik. Bu rakama kuruma bağlı TRT, Anadolu Ajansı çalışanları dahil değil. İletişim Başkanlığı bunca kalabalık çalışanın olmasına ve devasa binada hizmet vermelerine dönük eleştirilere -zaten uzmanlık alanları olması nedeniyle- son derece kıvrak ve zekice cevaplar verdi.

17 Temmuz’da yapılan yazılı açıklamanın “Büyük ve Güçlü Türkiye hedefine giden…” hamaseti ile başlaması elbette tesadüf değil. Böylece binada yer alan onca katın anlamı, “büyük olma” ülküsüne dayandırılarak daha ilk cümleden kıskananların ağzının payı verilmiş. Temel şiarımız neydi zaten, “itibardan asla tasarruf edilemez.” “Büyüyen misyon, artan sorumluluk, güçlü koordinasyon” gibi son derece süslü kavramlar ve afili cümleler eşliğinde devam eden açıklamayı okuyunca “Allah Benim Belamı Versin” diyorsunuz, “Bu binada niye bu kadar insan çalışır, ne iş yapar bunca çalışan” diye düşündüğünüz için kendinizden tiksiniyorsunuz, “1500 değil, 15 bin olmalıydı” aslında derken buluyorsunuz kendinizi.

İletişim Başkanlığı’nın hemen her konuda diyecek bir sözü var elbette. Misal, İletişim Başkanı Fahrettin Altun, finansal piyasalarda geçen hafta yaşananları “Dış mihraklar bize saldırıyor” diyerek, dövizdeki dalgalanmanın nedenini net biçimde ortaya koydu. Bir de bunların “kimler tarafından organize edildiğini” hepimiz biliyormuşuz, ben bilmesem de biliyormuşuz işte, üstad öyle diyor zira… Malumunuz bizde her şey dış mihrak kaynaklıdır ve onların yerli işbirlikçileri aracılığıyla içerisi sürekli karıştırılır. “Olumlu görüşlerinizi müdüriyete, şikayetlerinizi dış mihraklara yönlendiriniz” zihniyetiyle hareket eden otel ile pansiyon arası bir motel işletmesi modeline benzemiyor mu halimiz?

Mihrak TDK’ya göre odak anlamına geliyor. Ancak ne hikmetse biz sadece “dış mihrak” kalıbını kullanıyoruz. Örneğin “benin gözümde mihraklanma problemi var” ya da “bu film romantizmi mihrakına alıyor” falan gibi cümleler kullanmıyoruz. Mihrak deyince gözümüzde Eyes Wide Shut filmindeki gibi papaz kıyafetleri giymiş, büyük salonlarda ya da kiliselerde toplantı yapan, hatta eş falan değiştiren karanlık “odaklar” canlansın ki, konunun ciddiyeti ve nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğumuz daha iyi anlaşılsın isteniyor. Bu gizemli tipler, tahminimizce ayinlerinin tam ortasında “Eveeet gelelim en önemli konuyaaa, Tahtakele’deki dövizi acil olarak yükseltmemiz lazım” diyerek Türkiye’nin ekonomisini bir anda batırıyorlar. Fonda Enigma'dan Amen çaldığını elbette tahmin edersiniz.

Çok mu karikatürize geldi, gelmesin, faizler düşünce, likidite bolluğu içindeki piyasanın elbette döviz ve altına yöneleceği, bunu bir süre kontrol ettikten sonra işin çığırından çıkacağı, enflasyonun artacağı Ekonomi 101 derslerinde dahi verilirken, bizim bu dış düşman imgesine inanmamız bekleniyor. Ve amaç da her seferinde hasıl oluyor, çünkü inanıyoruz. Kendi kitlesi belki yüzde 50’nin altına indi şu sıralar ama bu da onca yaşananlara rağmen az bir oran mı? İktidara muhalif diğer yüzde 50, anketlere göre daha yeni bu rakama yaklaştık diye bayram ederken, gayet de işleyen bir kavram “dış mihrak” öcüsü.

O kocaman iletişim binasında neler dönüyor bilemiyoruz. Ama 18 yıllık iktidarın başarılı bir kurumsal iletişim stratejisi üzerine şekillendiğini kabul etmeliyiz. İSO 500 içinde yer alan birçok firma sahibi dahi “Amaaan iletişim de ne canım, benim babam bu şirketi kurduğunda iletişim mi vardı” demeye devam ederken hem de... 15 Temmuz’da hayatını kaybeden Erol Olçok son derece sistematik bir iletişim stratejisiyle bu temeli atmıştı, şimdi dev trol ordusuyla, videolarıyla, konvansiyonel ve yeni medya mecralarıyla, literatürdeki bütün propaganda tekniklerini kullanan bir iktidarın iletişim bombardımanı altındayız. Sokak röportajlarında çoğu zaman “eve ekmek alacak param yok, sorumlusu elbette CHP” denmesinin alamet-i farikası işte burada yatıyor.

Muhalefet partileri, iletişimi seçimden seçime yapılması adetten olan bir disiplin olarak görürken, AKP bu alanda devasa bir yapı kurdu. “Birlik beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, kim olduğunu çok iyi bildiğimiz dış mihrakların oyununa gelmeyelim, yakında yerli ve milli uçağımız geliyor, Ayasofya’yı açarsak hep birlikte bu oyunları bozarız” tarzı kalıpları bu 18 yıl içinde kolayca içselleştirmemiz bu sistematik iletişim stratejisinin başarısı.

Oysa bu dış mihraklar dediğimiz nane, asıl olarak emperyalizmin bizzat kendisi olmasın? Bu emperyalist sistem elbette vardır ama oturup da “hadi şimdi oyun oynayalım da Türkiye bir daha yol, köprü, hastane yapamasın, çünkü çok oldular” dediklerini iddia etmek en hafif tabirle komik kalıyor. Bugün Türkiye’nin hemen hemen bütün önemli doğal kaynaklarını yabancılar işletiyor. Yüzlerce yabancı şirketin verdiği vergilerle ayakta bugün devlet. Tamamen yabancıların egemenliğindeki sigara ve otomobil sektörlerinin vergileri olmasa nice olur halimiz? Ancak buradan misliyle götürdüklerini hesaba katınca, temel meselenin orantısız ve vahşi kapitalist sistemin uluslararası sermaye döngüsü olduğu ortaya çıkıyor. Üstelik “yerli ve milli sermaye” uluslararası standartlarda ve ölçekte, 97 yılda bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda ürün, grup çıkartamamışken, hangi “mihrak” bize oyun oynasın Allah aşkına? Diğer yandan da yerli sermayenin derdi de bizle, TÜSİAD ve MÜSİAD üyesi şirketlerin son 18 yılda nereden nereye gelmiş olduklarına bakınca “iç mihrakların” da kim olduğu pek güzel anlaşılıyor aslında.

Tuşlarla saniyede her yere hükmeden, paradan para kazanan, finansal sisteme dayalı, devasa bir emperyalist yapı var ve bu yapı daha sakin, tutarlı işleyen bir düzen ve iklim arıyor, Türkiye’de bulamayınca da bir süreliğine kaçıyor bu coğrafyadan... Borsadaki yabancı payının yüzde 70’lerden 40’lara gelmesi bu yüzden, güven duymadıkları yerden kaçmak oyun mu oluyor?

Böylesi bir ortamda “dış mihrak retoriği” geçici olarak candır, zira günü kurtarır. Hem oy veren hedef kitlenin kafasını karıştırarak suçu dış düşmana, olmadı “yerli işbirlikçi” CHP’ye atar, hem de fakirleşen halk “hicranı” iktidara hiç bulaşmadan içselleştirir ve öğrenir. O zaman rahmetli Zeki Müren’in sözlerine minik bir müdahale ile yazıyı bağlayalım: “Mihrakım diyerek sana yüz tuttum, gönlümün dalında bir yuva kurdum, Sonunda hicranı öğrettin bana, Ben sana sevmeyi öğretemedim.”


Azmi Karaveli Kimdir?

İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.