YAZARLAR

Yozlaşmanın dış politikası

Kimi zaman evin az haşarı ama sevilen oğlu havasında yılışan, kimi zaman otoriter amca pozunda tek kaş havada ekşi bakan, kimi zaman başöğretmen kibriyle dudak büken, kimi zaman kara cüppeli Arap mollası havasında tuhaf bir şiveyle geviş getiren birtakım ulaklar bize sürekli bir şeyler anlatıyor. Ortak noktaları tanrısal doğrunun sahibi olduğunu iddia etmeleri ve ders almayıp, ders vermeleri.

Ayasofya’ya mavi renkli halı döşendi, halının tüyleri kıbleye yatırılmış-mış özel buharlı sistemle. İçişleri Bakanı Soylu, kendi bakanlığında FETÖ yuvalanması iddiaları üzerine onu arayan kıdemli gazeteci İsmail Saymaz’a “cemaatlerle karşı karşıya getirilmek” istenildiklerini belirtmiş. Saymaz da söz konusu ifadeyi bakanın “devlette cemaatlerin varlığından olumlu veya olumsuz şekilde söz etmediği” yollu açıklıyor.

Suruç anmasında kadın polislerin, kadın göstericileri saçlarından tutarak yerlerde sürükledikleri ve tekmeledikleri görüntüleri milletvekili ve insan hakları avukatı Sezgin Tanrıkulu suç duyurusunda bulunarak paylaştı. Suruç için Kadıköy Belediyesi de etkinlik düzenlemiş, HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ve CHP İl Başkanı Kaftancıoğlu katılmış. Buna karşılık Suruç konusunda CHP’nin tüm teşkilâtı, belediyeleri ve genel başkanlığıyla güçlü bir ses çıkardığını söyleyebilmek sanırım güç.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmekle, sosyal medyaya nizam ve Netflix gibi uluslararası devlere gözdağı vermek adımlarının atılmakta olduğunu görüyoruz. Kanal İstanbul’a kazma vurmak hazırlıklarıyla birlikte Katarlıların hem planlanan kanal güzergâhında hem Atatürk Havalimanı arazisi gibi “kupon” yerleri kapattıkları konuşuluyor bazı durumlarda kanıtlanıyor, biliniyor da.

Kadın cinayetlerine ve çocuk “evliliklerine” (esasen çocuğa düpedüz cinsel saldırı/istismar hatta pedofili doğru terim ve suç) hoşgörülü yaklaşım derken, Rabia Naz Vatan’ın da, Nadira Kadirova’nın da dosyaları kapatıldı, Pınar Gültekin’in öldürülmesi (tabiatıyla başta kadınları) ama tüm aklı başında yurttaşları yeniden ülkenin geleceği hakkında kaygıya yöneltti.

Değerli Bahadır Özgür’ün özlü cümlelerini alıntılayalım: “AKP; Düyun-u Umumiye’den, Tütün Rejisi’nden, kapitülasyonlardan beter yapılar inşa ediyor. Yakında şeftaliyi bulamayacak, o otomobili hiç alamayacak olanları da Ayasofya’da namaza çağırıyor…” Dünyada “yeşil dönüşüm” konuşulurken örnekse mesele tam da budur ancak meseleyi dile getirmek ve gündemde tutmak sevgili Bahadır’dan öte muhalefet tenorlarının başat görevi olsa gerektir.

Kimi zaman evin az haşarı ama sevilen oğlu havasında yılışan, kimi zaman otoriter amca pozunda tek kaş havada ekşi bakan, kimi zaman başöğretmen kibriyle dudak büken, kimi zaman kara cüppeli Arap mollası havasında tuhaf bir şiveyle geviş getiren birtakım ulaklar bize sürekli bir şeyler anlatıyor. Ortak noktaları tanrısal doğrunun sahibi olduğunu iddia etmeleri ve ders almayıp, ders vermeleri. Bir diğer ortak noktaları da çehrelerindeki sahte ifadelere vuran yozlukları; yalnızca güce tapınmaları, yarınlar olmayacakmışçasına bize biteviye hakaret etmeleri.

Aciz bendenizi zaten umursayacak değil doğal olarak koskoca CHP ve “muhalifler muhalefeti eleştirmesin, işlerine baksın” da deniyor da, yukarıdaki kaba çizgilerle betimlemeye çalıştığım gidiş nereye, herhalde oldukça belli. Kurultayda Sayın İlhan Cihaner aday olabilmiş. Kutlamak gerekir bence. Kazanma olasılığından ötürü değil düşünce cüretinden ve entelektüel dürüstlüğünden ötürü.

Ünlü aşçıbaşı Gordon Ramsay’nin “Mutfak Kâbusları” dizisi vardı. Her bölümde kendine göre seçtiği batık durumdaki bir lokantayı ayağa kaldırıyordu. Epey bölüm izlemiştim zamanında, aşağı yukarı yaklaşımı hep aynıydı: Menüyü basitleştir, işini layıkıyla yapmaya niyeti ve enerjisi olamayanı gönder, sıkı bir temizlik yap, içten bir kampanyayla yeniden açılışı duyur, yerel ol, yerelde özel ol. Basit ama asla sıradan değil.

Karartılan geçmişimizle yüzleşme yok. “Toplum mühendisliği” adı altında moderniteyle, aydınlanmayla, ilerlemeyle bitmeyen bir sözde hesaplaşma var. 28 Şubat mağduriyeti anlatısı sündürüldükçe sündürülüyor. CHP-İYİ Parti ortak adayının “modernite” gibi bir konuda yaklaşımının ne olacağını, diyelim Ali Topuz’un dağarcığımıza kattığı anti-hukuk ortamında, “na-yurttaşlar” olarak sorgulamanın zamanı değil. Aklıma yatmasa da öyle olsun.

Cemaatlerin olduğu yerde bürokrasi olmaz. Bürokrasi, devletin temelidir. Bürokrat kimliğini gizlemek zorunda kalmamalı ancak kimliğinden yahut cemaat bağlantılarından ötürü koltuğuna oturmamalıdır. Devletin güvenlik kuvveti hınç yahut intikam almaz. Devlet, yargı kimi yurttaşa babacan, kimine haşin davranamaz. Sünni, dindar, mütedeyyin ise yurttaş makbul, değilse hakları elinden almaya aday ikinci sınıf ya da düpedüz “illet” olamaz. Bunlar işin abecesi.

Hiç yoktan CHP-İYİ Parti Libya, Suriye, Irak ve son ikisini yatay kesen yurtdışı Kürt (jeo)politikaları ve Doğu Akdeniz ile Ermenistan-Azerbaycan arasındaki ihtilafa yönelik gerilim/uçurum kenarı siyaseti hakkında ne düşünür, ne edecek şimdiden bunu bilmek, sorgulamak bu karanlık tablo arka planı önünde, bu tablodan ötürü esasa ilişkin, ikincil konu değil. Bilmem zikredebildim mi?


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.